Latin Amerika’da solun karnesi

Doç. Dr. Mehmet Özkan / TİKA Latin Amerika Koordinatörü
5.12.2015

Macri’nin zaferi sadece sağ-liberal bir liderin kıtanın en kilit ülkelerinden birisinde iktidara gelmesi değil, yıllardır sol tandanslı siyasal liderlerin popülerlik kazandığı Latin Amerika’da solun ilk defa bir seçim yoluyla iktidarı kaybetmesi ve sağ merkezli yeni ve güçlü bir siyasal trendin önünü açmasıdır. Venezuela’da 6 Aralık 2015 tarihinde yapılacak olan parlamento seçimleri bu trendin ikinci raundu olacaktır.


Latin Amerika’da solun karnesi

Arjantin’de 22 Kasım pazar günü ikinci turu yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Mauricio Macri, Latin Amerika siyasal yöneliminde yeni bir trendin başlangıcı olarak görülmelidir. Macri’nin zaferi sadece sağ-liberal bir liderin kıtanın en kilit ülkelerinden birisinde iktidara gelmesi değil, yıllardır sol tandanslı siyasal liderlerin popülerlik kazandığı Latin Amerika’da solun ilk defa bir seçim yoluyla iktidarı kaybetmesi ve sağ merkezli yeni ve güçlü bir siyasal trendin önünü açmasıdır.

2000’li yıllar Latin Amerika siyasetinden sol eğilimli liderlerin ve ütopyanın seçim yoluyla iktidara geldiği dönemlerdi. 1999 yılında Venezuela’da Hugo Chavez ile başlayan bu süreç, daha sonra Brezilya, Arjantin. Bolivya ve Ekvator ile devam etti. Fakat geride kalan 15 yıllık siyasal iktidar tecrübesine bakıldığı zaman Latin Amerika solunun kısmı başarısı dışında çok büyük bir dönüşüm-değişim yapamadığını tespit etmek gerekir.

Altın çağ olarak 2000’ler

Latin Amerika’daki sol liderlerden en başarılısı tartışmasız bir şekilde eski Brezilya Cumhurbaşkanı Luiz İnacio Lula da Silva idi. Lula da Silva sadece Brezilya’nın kıtaya yaklaşımını değil, aynı zamanda fiziken kıtada olmasına rağmen kıtaya mesafeli duran klasik Brezilya yaklaşımını tamamıyla dönüştürdü. Brezilya’yı dünya meselelerine ilgi duyan ve yükselen bir güç haline getiren Lula, iktidarı döneminde özellikle Latin Amerika’nın doğal liderliğini de - tartışmalı bile olsa- kısmen gösterdi ve öne çıkardı. Fakat Lula’dan sonra iktidara gelen Dilma Rousseff, Lula’nın yukarı çıkardığı çıtayı taşıyamadığı gibi, aksine Brezilya her geçen gün küresel bir oyuncu olma anlamında güç kaybetti ve yavaş yavaş kendi klasik iç sorunlarına geri döndü.

Sol eğilimin en şovenist lideri olan Hugo Chavez hem söylemleri hem de icraatlarıyla Latin Amerika’daki yeni sol tartışmalarında en birincil referans kaynağı oldu. Batıda birçok sol eğilimli kişiler Chavez’i bir başarı hikayesi olarak görse de aslında bugünkü Venezuela’ya bakınca sosyal anlamda daha da bölünmüş, ekonomik anlamda petrol fiyatlarının düşmesiyle beraber daha da bir dar boğaza girmiş bir ülke var. Chavez’in ölümünden sonra iktidarı devralan Robert Maduro ne selefi gibi bir karizmaya sahip ne de Venezuela’nın sorunlarını aşabilmiş durumda. Aksine bugünkü gelinen noktada Venezuela, insanların ülkeyi terk etmeye çalıştığı, havayolu şirketlerine devletin borcu yüzünden neredeyse birçok havayolu şirketinin uçuşlarına ara vermesi sonucu, sahip olduğu kıta-aşırı çok büyük söylemine rağmen, kendi içine kapanmak zorunda kalan bir ülke konumuna gelmiştir.

Bugün için Latin Amerika solunun en başarılı iki ülkesi olarak gösterilebilecek olan Ekvator ve Bolivya da kendi iç sorunlarına geri dönmüştür. Ekvator özellikle petrol fiyatlarının düşmesi sonrası çeşitli kemer sıkma politikalarına öncelik vermiş ve “İyi Yaşama” ve “Halk Devrimi” gibi büyük projelerini kısmen askıya almıştır. Bolivya’da ise ilk yerli devlet başkanı olan Eva Morales ne eskisi kadar popular ne de istediklerini ve verdiği sözleri ciddi bir şekilde yerine getirebilmiş durumda. Bu negatif görüntülere rağmen özellikle Ekvator yavaş yavaş yabancı yatırım dahil, ülkenin genel dış politika eğilimini daha çok çeşitlendirmeye çalışmaktadır.

Önce Nestor Kırchner ile başlayan, fakat ölümüyle beraber eşi Cristina Kırchner ile devam eden 12 yıllık Latin Amerika siyasetindeki Krichnerler dönemi sona ererken, Krichnerler Arjantin’de makro ekonomik anlamda çok da başarılı olmayan, enflasyonla mücadelede başarısız ve en önemlisi sosyal anlamda bölünmüş bir miras geride bırakmaktadırlar. Macri’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle Arjantin siyasetinin ne kadar değişeceğini zaman gösterecek olmakla beraber, genel olarak halkta bir Krishnerler yorgunluğundan bahsetmek mümkün olup, artık değişim siyasetin ana öğesi haline gelmiştir.

Latin solu ne kadar başarılı?

Genel olarak baktığımız zaman Latin Amerika’da sol dalganın en büyük destekçisi doğal yer altı kaynaklarıydı. Özellikle petrol fiyatlarının yüksekliği 2010’a kadar ciddi şekilde Latin solunun projelerine büyük destek vermiş olsa da, bugünkü geline noktada onlara karşı yapılan en büyük eleştiri, petrol fiyatları yüksek iken gerekli planlamanın yapılmayıp birçok servetin israf edildiği yönündedir. Bu çerçevede Latin Amerika’da sol tecrübesinden çıkarılacak en büyük derslerden bir tanesi doğal kaynaklar üzerine kurulu bir ekonomik düzen kurmanın çok zor olduğudur. Sol liderler bu kayaklara güvenerek bir alternatif ekonomi inşaa etmek konusunda hayli başarısız olmuşlardır. Her ne kadar Chavez yeni bir bölgesel entegrasyon projesi başlatmış olsa da, bu tür projelerin siyasi amaçlı mı yoksa yeni bir ekonomik düzen kurmak için mi yapıldığı tartışmaya açıktır. Chavez çok net bir şekilde kendi meşruiyet alanını genişletecek ve söylemsel önderliğini perçinleştirecek uluslararası mekanizmalar bulmak adına bu tür entegrasyon projelerine girişmişti.

Latin solundan çıkarılabilecek ikinci bir ders, batı karşıtı hareketlerin söylemsel anlamda meşru zemini olsa da pratik zeminin oluşmasının zaman alacağıdır. Özellikle Latin Amerika gibi göreceli olarak dünyadan uzak, fakat dünyanın en büyük gücü olan Amerika’ya yakınlığı bulunan ülkelerde alternatif arayışların söylemden ziyade pratik anlamda sonuç üretmelerinin çok kolay olmayacağıdır. Her ne kadar Çin ve Hindistan gibi yeni yükselen ekonomiler Latin Amerika’da özellikle sol eğilimli ülkelerle ticari ilişkilere girse de bu ilişkinin Latin solu için yeni alternatif sistem kurma konusunda ne kadar yardımcı olduğunu tartışmaya açması gerekir. Özellikle kıtada Çin’in ticari eğilimleri hala kendi çıkarını önceleyen bir boyutta olup doğrudan batı çıkarlarıyla çatışmamaya özellikle özen göstermektedir.

Latin solunun geleceği

Bütün bu genel resme rağmen 2000’lerin başından beri çok güçlü bir şekilde esen sol rüzgar Latin Amerika’da siyasal sistemi sallayabilmiştir, fakat ne o geleneksel siyasal güç dengelerini bozabilmiş ya da yıkabilmiş ne de yepyeni bir siyasal düzen kurabilmiştir. İleride Latin Amerika solunun hikayesinin 2000’ler boyutunu yazanlar büyük ihtimalle bu dönemi kaçırılmış altın bir fırsat olarak değerlendireceklerdir. Birçok devlette aynı anda iktidara gelmiş olmaları, petrol fiyatlarının yüksekliği ve dünyanın ilgisinin Irak, Afganistan ve Suriye gibi dünyanın farklı alanlarına yoğunlaşmış olması aslında Latin solunun eline altın bir fırsat vermişti. Fakat Latin solu söylemsel anlamda polemiklere girmeyi ve bu polemikler üzerine meşruiyetini artırmayı hep öncelediği için, pratik anlamda geride bıraktığı mirası her zaman tartışılacaktır.

Bugün gelinen noktada Latin Amerika solu kendi kendisinin başarısızlığını kısmen kabul etmiştir. Özellikle Latin solunun önde gelen ülkelerinin yavaş yavaş kapitalizmin daha yumuşak versiyonlarına tav olması ve artık bu çerçevede politikalarını dönüştürdükleri söylenebilir. En son Arjantin’de yapılan seçimlerde sol adına aday gösterilen Daniel Scioli’nin asında fikirsel anlamda sol bir tandanstan gelmemesi ve en önemlisi seçim kampanyasının ana öğelerinin daha iyi kapitalizm vurgusu içermesi ayrıca not edilmelidir.

Sol harekeler nasıl Latin Amerika’da 2000’lerle beraber seçim yoluyla iktidara geldiyse, yavaş yavaş seçim yoluyla gitme eğilimindedirler. Arjantin seçimlerinin sonuçları bu anlamda seçim yoluyla sol bir iktidarın iktidarı kaybetmesinin ilk örneği olup, diğerlerine de kapı aralaması kuvvetle muhtemeldir. Ekonomik ve siyasal açıdan her geçen biraz daha istikrarsızlığa doğru giden Venezuela’da 6 Aralık 2015 tarihinde yapılacak olan parlamento seçimleri bu mücadelenin ikinci raundu olacaktır. Eğer Venezuela’da iktidar parlamento seçimlerinde ciddi bir güç kaybına uğrarsa, belki de bu durum Latin Amerika’da sol dalganın yavaş yavaş sona yaklaştığının daha da güçlü bir sinyali olacak ve Latin Amerika yeni bir liberal-sağ siyasal eksenine girecektir.

@mehmetozkan