Latin Amerika’da yeni Osmanlıcılık

Doç. Dr. Mehmet Özkan / TIKA Latin Amerika Koordinatörü Polis Akademisi Öğretim Üyesi
30.01.2016

Türkiye’nin Latin Amerika politikası kültürel anlamda sonuna kadar yeni-Osmanlıcı, ekonomik anlamda batılı ve siyaseten batı-dışı alternatifleri aralayan, onlara öncülük eden bir politika olmalıdır. Latin Amerika’da kültürel anlamda yeni-Osmanlıcı olmak demek, bazılarının kavramı tanımlarken kullandığı ‘emperyalist’ ya da ‘imparatorluk’ özlemi içeren bir anlamdan öte, dini, etnik ve kültürel anlamda kapsayıcı olmak demektir.


Latin Amerika’da yeni Osmanlıcılık

Türk dış politikasının 2002’den beri dünyanın farklı bölgelerine çok ciddi ekonomik, siyasi ve sosyal açılımlar yaptığı hemen hemen bu konuda çalışan herkesin üzerine ittifak ettiği bir nokta. Fakat bu açılımların artık sadece bir ‘açılım’ olmaktan çıkarılıp; sistemleştirilmiş, kurumsal altyapısı oluşturulmuş ve en önemlisi ‘normalleştirilmiş’ bir dış politikaya dönüştürülmesi Türkiye’nin önünde bekleyen en temel sorunlarındandır. Bu durum Afrika, Asya ve Ortadoğu için büyük oranda geçerli olup belki de bunun tek istisnası Latin Amerika’dır.

Coğrafi tahayyül

Latin Amerika geleneksel olarak Türk halkının algısında sol cenah için uzak bir romantizm, diğerleri için ise müzik, karnavallar, futbol, Brezilya dizileri ve salsa dışında çok bir yer etmedi. Türk dış politikasında ise çok uzak olduğu için hemen hemen hiç Türkiye’nin gündemine girmeyen, yine mesafeden dolayı ticari ilişkileri artırmanın çok kolay olmadığı, siyaseten ise sadece sözde Ermeni Soykırımı yasa tasarısı gündeme geldiğinde hatırlanılan bir yer durumundaydı. Bu haliyle Latin Amerika, yıllarca Türkiye’nin imrendiği fakat dünyasına giremediği için ilgilen(e)mediği bir coğrafi tahayyül olarak kaldı.

1996 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yaptığı ziyaret dışında son döneme kadar çok ciddi bir üst düzey ilgi gösterilmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakan iken ilgi göstermeye başladığı kıtaya artık her yıl rutin bir ziyaretin yapılması neredeyse doğal bir hal aldı. Geçen yıl şubat ayında Kolombiya, Küba ve Meksika’yı ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan; bu yıl yine şubat başında Şili, Peru ve Ekvator’u kapsayan bir ziyaret gerçekleştirecek. Önümüzdeki yıllarda artık ‘rutin’leşmesini beklediğimiz bu açılım ve ziyaretin ana parametreleri ne olmalı? Ya da başka bir deyişle Türkiye’nin Latin politikasın özü ne olmalı?

Öncülük eden politika

Hiç lafı dolandırmadan söyleyeyim, Türkiye’nin Latin Amerika politikası kültürel anlamda sonuna kadar yeni-Osmanlıcı, ekonomik anlamda batılı ve siyaseten batı-dışı alternatifleri aralayan, onlara öncülük eden bir politika olmalıdır.

Latin Amerika’da kültürel anlamda yeni-Osmanlıcı olmak demek, bazılarının kavramı tanımlarken kullandığı ‘emperyalist’ ya da ‘imparatorluk’ özlemi içeren bir anlamdan öte, dini, etnik ve kültürel anlamda kapsayıcı olmak demektir. 15. yüzyılda Endülüs’te zulümden kaçan ve sürülmek zorunda kaldığı için orayı terk edip önce farklı coğrafyalara sonra ise Latin Amerika’ya gelen bir nesil bulunmaktadır. Her ne kadar bu Endülüs bağlantısı aradan geçen uzun yıllar dolayısıyla ciddi bir değişim/dönüşüme uğramış olsa da, Türkiye’nin ve İslam dünyasının Latin Amerika ile ilişkilerinde ana bir damar olarak kalmalıdır. Kendi gönül coğrafyamızla Latin Amerika’yı bağlayan ikinci ana damar üç dalga halinde kıtaya gelen Los Turcos göçleridir. 19. yüzyılın sonunda ilk dalganın, 1930’larda ikinci dalganın ve son olarak 1960’larda üçüncü dalganın yaşandığı bu göçler etnik ve dini olarak çok çeşitli olsa da özellikle ilk nesil Osmanlı pasaportuyla geldiği için kıtada ‘Türkler’ olarak bilinmektedir. Kıtada bulunan Los Turcos’ların en fazla dörtte biri Müslüman olup geri kalanlar Ermeni, Dürzi, Hristiyan ve hatta Alevi gibi diğer küçük gruplardan oluşmaktadır. İşte Türkiye tam da bu noktada, kendi bölgesinden gelen bu insanlara yönelik kültürel anlamda agresif bir şekilde ‘Yeni-Osmanlıcı’ bir politika izlemelidir. Fakat bu politikanın içeriği yeni bir romantizm yaratmaktan öteye geçip, ayakları yere basan kültürel politikaların geliştirilmesini gerektirmektedir.

Diziler ilgiyi artırıyor

Bu konuda toplantılar yapılması, yayınlara destek verilmesi ve belki de Los Turcos’lara ait dernek ve vakıflarının belli aralıklarla imkanlar çerçevesinde bir araya toplanılması Türkiye’nin kıtadaki Osmanlı mirasına sahip çıktığının göstergesi olacaktır. Hatta Türkiye, bunu ileriye götürmeli ve cumhuriyetin yüzüncü yılı olan 2023 yılında Osmanlı geçmişine dair bir belge getiren herkese Türk vatandaşlığı vermelidir. Bu tür bir kültürel yaklaşımı Latin Amerika’da İtalya ve İspanya yapmakta ve bu çok ciddi bir jest olarak görülmektedir. Türkiye’nin bu şekilde bir adım atması sadece sembolik anlamda önemli olmayacak aynı zamanda kendi bölgesinde takip etmeye çalıştığı etnik, dini ve mezhep üstü politikasının farklı bir coğrafyadaki yansıması olarak okunacaktır.

Türkiye’nin kıtaya yönelik olarak sistemli bir şekilde takip edemediği kültürel politikalar son yıllarda özellikle Türk dizileri üzerinden kendiliğinden gelişmektedir. Şili’den Panama’ya tüm kıtada birçok ülkede son yıllarda izlenen Türk dizileri, ülkeye ciddi bir ilgi uyandırmıştır. Binbirgece ve Gümüş üzerinden Türkiye’nin modern hayatı, Fatmagül’ün Suçu Ne? dizisi üzerinden aile, sosyal çevre ve kadın konusunu gündeme taşırken Muhteşem Yüzyıl dizisi ile Osmanlı dünyasına yönelik algılar gelişmektedir. Tam da dizilerin yeni bir Türkiye algısı oluşturduğu şu dönemde Türkiye’nin kültürel politikalarının kısa sürede başarı sağlaması için ciddi bir fırsat doğmuştur.

Kurumsal mekanizma yok

Türkiye’nin kıtaya yönelik bu kültürel diplomasisini bir ileri seviye taşıması için 2005 yılında Brezilya lideri Lula’nın insiyatifiyle başlayan ver her üç yılda bir yapılan Güney Amerika-Arap Ülkeleri (ASPA) zirvesine mümkünse en azından gözlemci olarak katılması ciddi şekilde önem taşımaktadır. ASPA üzerinden her ne kadar şu ana kadar çok etkili olmasa da Arap/İslam dünyası ile Latin Amerika arasında kültürel, siyasi ve ekonomik anlamda işbirliğini geliştirme imkanı için fırsatlar doğabilir. Eğer ASPA sürecine dahil olmak mümkün olmazsa, Türkiye başka formüller üzerine düşünebilir. Latin Amerika ülkeleri, Orta Asya’ya son dönemde özellikle ilgi göstermektedir. Ya bir Türki Cumhuriyetler-Latin Amerika Zirvesi planlanabilir ya da her Türk Konseyi Zirvesi toplantısına bir veya birkaç Latin Amerika ülkesi misafir olarak davet edilebilir. Başka bir opsiyon Latin Amerika’daki bölgesel örgütlerle Türk Konseyi’nin belirli aralıklarla toplantılar düzenlemesidir. Türkiye için şu anda en temel sorun kıtaya yönelik sürdürülebilir bir kurumsal mekanizmanın olmamasıdır. Dolayısıyla Türkiye bunun üzerine kafa yormalıdır.

TIKA’nın Kolombiya ve Meksika merkezli iki bölgesel ofis açarak başlattığı Latin hamlesine kısa vadede AA, TRT ve Yunus Emre’nin hızlı bir şekilde katılması Türkiye’nin kendi kültürel geçmişinin Latin izlerini daha fazla öne çıkaracak ve bu şekilde Türkiye-Latin Amerika ilişkileri sosyal ve kültürel anlamda daha da sistemleşip derinleşecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1-5 Şubat 2016 tarihlerinde yapacağı Şili, Peru ve Ekvator ziyareti bu anlamda bir fırsat olarak görülmelidir.

[email protected]