Leviathan'dan kerim devlete

Mustafa Ekici / Yazar
25.07.2020

Akdeniz'in yeniden bir İslam gölü haline gelmesi sömürgecilerin kabusudur evet ama ortak hareket etme kabiliyetini yitirmiş olan ve her biri vahşi birer Leviathan'a dönüşmekte olan, faşizan siyasetlerin esir aldığı Batılı devletlerin de çıkarları, onları bu gerçeği kabule zorlayacaktır.


Leviathan'dan kerim devlete

‘On sekizinci yüzyılda çok sayıda İngiliz için savaşlar, komşularını soymak, dünyanın zenginliklerini ele geçirmek ve ulusun Papa’nın yönettiği, aç gözlü, cılız, tahta ayakkabılı köleler olan Fransızları nasıl hakir gördüğünü göstermek için altın fırsatlardır.’

Sir John Harold Plumb’tan aktaran İmmanuel Wallerstein (Modern Dünya Sistemi 2, S.251)

Dünya sistemi diye kavramsallaştırılan şey temel olarak Avrupa (ve sonradan yine Avrupa ile ilişkili biçimde Amerika) merkezine her tür endüstriyel tarım ürünü, değerli madenler, hammadde, 15. yüzyıldan itibaren endüstriyel güç kaynağı olarak köle, 18. Yüzyıldan itibaren enerji kaynaklarının aktarılması ve giderek gelişmiş ülkelerin lehine bir nüfuz alanı olarak ticaret yolu ile işleyen süreğen bir güç aktarımından ibarettir. Bu temel tanım en kaba tabir ile sömürgecilik ve daha modern bir kavram olarak emperyalizm şeklinde ifade edilebilir. Bu güç aktarım sisteminin rahat işlemesi adına bölgesel ve küresel çapta birçok ekonomik, siyasi, askeri onlarca kurum ve kuruluş görev başındadır. Bütün bu sistemi uluslararası ilişkiler, tarih, iktisat, sosyal bilimler ve daha onlarca akademik disiplinle anlaşılmaz ve dolayısı ile meşru hale getirmek mümkündür. Nitekim demokrasi, özgürlükler, insan hakları, gelişmişlik ve daha onlarca tartışılmaz ‘modern akide’ diyebileceğimiz kavram bu sömürü sistemini tartışılamaz hale getirmiş durumdadır.

Ve dünyanın geri kalanı

İşin özü, dünyaya efendilik taslayanların, kendi çekirdek nüfusları etrafına kurdukları devletlere dünyanın geri kalanından güç aktarırken, buralarda yönetim ve istikrar yükünü, bu yükün maliyetini sırtlamak istememeleridir. Oysa dünyanın geri kalanından, devasa Afrika, Asya, Güney Amerika ve Ortadoğu’dan aktardıkları güç ve ekonomik kaynaklar böyle bir istikrarı kolaylıkla sağlayabilecek çaptadır. Mesela Fransa’nın bugün bile 14 Afrika ülkesinden yılda 500 milyar doları bulan bir tür koloni vergisi almaya devam ettiğini, buna itiraz eden hükümetlere karşı son elli yılda onlarca askeri darbe tertip edildiğini, bölgede onlarca terör örgütü ve açığa kavuşturulamayan yüzlerce terörist saldırının söz konusu güçlü devletlerle ilişkili olduğunu sağır sultan bile duydu. Benzer şeyler eski İngiliz sömürgelerinde, daha yeni ve rafine bir sömürgeci olarak ABD’nin ayak izlerinde rahatlıkla gözlenebilir.

Güç aktarım sistemi

Bütün bunlar yukarda tanımlanan güç aktarım sisteminin işleyişi ile ilişkilidir ve sistem esas itibari ile bir ideolojiye, yukardan aşağıya bir üstün insan tanımına, kendinden başkayı insan saymama, en azından ilkel düzeyde bir ontoloji olarak bakma eğilimine dayanmaktadır. Bir örnek olarak ‘eski dünya’da bütün kıyıcılığına rağmen kölelik bir tür ceza, savaş ganimeti vs. sonucu oluşur. Köleler buralarda genellikle ev işlerinde kullanılan ‘insanlar’ iken, Avrupa ve Amerika sömürgeciliği köleleri tamamen endüstriyel kullanıma matuf bir ‘mal’, insan altı ırklar olarak görmüştür. Tallal Asad’ın çok isabetli isimlendirmesi ile ‘sömürge öncü gücü’ olarak 17. ve 18. yüzyıl antropolojisi bu konuya dair mebzul miktarda utanç vesikası ile doludur. Doğrusu bugün de epey yol alınmış olmasına rağmen sistemin işleyişine meşruiyet katmak anlamında üst insan/devletler ile insan altı ırklar/devletler tanımında kayda değer bir değişiklik yoktur. Dolayısı ile dünya sistemi değdiğimiz şey WASP’ın çıkarlarını temel alan ve merkezinde birkaç büyük güç ile etrafına dizilmiş ikincil güçlerden oluşan askeri/siyasi/ekonomik ağlardan ibarettir.

Yıkıcı rekabet ve kaos

Ancak ne bu devletler ne de kurdukları ağlar Tanrı değildir. Kendi sınırlarına yaklaştıkça kayda değer bir refah, istikrar, özgür bir toplum yaratan bu ‘Leviathan’ sınırları dışında gerçek bir canavar, her türlü desiseyi planlayıp uygulayan şeytani birer güç evet, ama Tanrı değil. Hobbes’un kitabının kapağına İncil’den alıntıladığı ‘yeryüzünde onunla kıyaslanabilecek hiçbir güç yoktur’ ‘ayeti’ olsa olsa yıkıcı rekabet ve kaos içindeki dönemin İngiliz İmparatorluğuna bir ufuk, İspanya’dan boşalan sömürü piyasasına dair bir ufuk olabilir.

Bağır sömürge düzeni sonunda evirilerek tamamen Batı Avrupa ve Amerika Leviathan’ına güç aktaran bir sistem haline gelmiş bulunmaktadır. Son yıllarda yükselmekte olan Çin, Hindistan, Rusya ve Türkiye bu sömürü sistemine karşı yükselen kimi sahici, kimi kullanım değerleri olan güçler olarak ortaya ilginç bir tablo koymaktadır.

Bu tabloyu üzerinde yeşerdikleri medeniyetlerden, kültür ve dinlerden bağımsız okumak imkânsız. Nitekim adı geçen devletlerin hemen tamamı bir kültür havzasının merkez ülkesi konumundadır. Türkiye’nin, 2 milyara yaklaşan İslam dünyasının merkez ülkesi olmak bakımından, politik alanda ifade edilsin veya edilmesin, gözle görülür biçimde aktif bir siyasa ile hareket ettiği gözlenmektedir. Butik bir ulus devlet olarak Osmanlı’dan kalan bakiye üzerine kurulan Türkiye’nin bu devasa sistem içinde küresel etkileri de olan güçlü bir bölgesel iktidar merkezi olmak bakımından şaşırtıcı derecede ivme kazandığı söylenebilir.

Yeni bir aşama arefesi

Tamamen güçlü devletlerin kontrol ettiği bu sistemin de yumuşak karınları, kendi iç çelişkileri, periferide yer yer iyice belirsizleşen iktidar boşlukları var. Sistemin kenarları başka güçlerin varlık sahasına çıkmalarına, farklı çıkarların uzlaşısına dayalı yeni bölgesel güç temerküzüne müsait geçirgenliklerle doludur. Son günlerde dünyanın ana gündem maddesi haline gelmiş olan ‘Garb Ocakları’ ve Akdeniz’deki gelişmeler buna iyi bir örnek olarak okunabilir. Türkiye’nin buralarda icra etmekte olduğu operasyonlar, dünya sisteminde meydana çıkan yeni dengelerin yarattığı boşluklara yönelik, iyi hazırlanmış, tedariki sağlanmış, periferideki küçük devletlerin ve sosyal yapıların çıkarlarının uzlaşısına dayalı, büyük devletlerin rekabetinin yarattığı fırsatların iyi kollandığı başarılı bir sıçramadır. Göründüğü kadarı ile bize ‘dünyada kendilerinden daha güçlü kimsenin olmadığı güçler’ olarak pazarlanan devletlerin hiçbiri kayda değer bir irade koyamamaktadır. Sanki tarih yeni bir aşamanın arifesinde gibi, her gün yeni sürprizlerin yaşandığı gelişmeler, İslam milletinin tarih sahnesine yeniden çıkışını haber veriyor gibidir.

Güçsüz ve kukla ‘devletler’ üzerine kurulan 1950 sonrası dönem son on yılda lime lime dökülmekte, onlardan umudu kesenler can havli ile devlet dışı örgütlere sarılmakta, etkileri ve güçleri sınırlı bu çoğu terör örgütü odakların peşi sıra koca koca devletlerin nasıl rezil rüsva oldukları birer ibret vesikası olarak önümüzde durmaktadır. Koca Amerika PKK’nın, Fransa bir savaş lordu olan Hafter’in, Rusya ve İran mezhepçi bir fanatik çete haline gelmiş olan Esed diktasının peşi sıra her gün biraz daha dökülmekte, akıl almaz maliyetlerle bu arkaik aktörlerin kuyruğunda koca devletler dünyanın gözü önünde büyük suçlar işlemekte. Bütün bu gelişmeler tarihe ve dünya sistemine farklı bir bakış açısı ile bakmayı zaruri kılmaktadır.

Modern dünya sistemini oluşturan merkez ve çevre devletler ile artık gündelik kamusal işlevlerini bile yerine getirmekten aciz yıkıntılardan oluşan çeper devletler, hatta çeperin de dışında kalmış olan çoğu terör örgütlerinin at oynattığı devletimsi yapılar arasında şiddeti her gün biraz daha artan kontrol ve güç rekabeti yaşanıyor. Bir yerde iş birliği yapanlar hemen birkaç yüz kilometre sonra sıcak çatışma halindeler, bir başka yerde çıkarları uzlaşanlar birkaç adım ödete ölümüne bir rekabet içindeler. İşte buna çarkları çalışan, kontrol mekanizması işleyen, yönü belli bir sistem demek mümkün değil artık. Hobbes’un dediği gibi artık sadece bir Leviathan temizler bu işi. Gerçekten de olan biten budur, etrafı korkunç birer canavara dönüşmüş, çıkarları için her türlü suçu barbarca yöntemlerle işleyecek olan canavar devletler sarmıştır. 1950 sonrasında ağır insani maliyetlerle varılan uzlaşı, yönü ‘gelişmiş’ Batılı devletlere olan bir güç aktarımı üzerine kurulu nispeten stabil bir sisteme yol açmıştı, lakin içinden geçmekte olduğumuz süreç bu sistemin artık işlevsiz kaldığına dair güçlü işaretler vermektedir.

Sistem çatırdıyor

Arap Baharı, en çok da Suriye iç savaşı ve şimdi Akdeniz’de, Mağripte olan bitenler, on yıllar boyunca dünyaya tanrısal güçlere sahip yapılar olarak dayatılan bu devletler ve kurdukları sistemin çatırdamakta olduğunun en berrak resimlerdir. Asla rıza üretmeyen, tek yönlü ve kötü niyetli bir sömürüye dayanan, bu rezillikleri de demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi modern bir ‘akaid’ ile maskeleyenlerin ne İslam dünyasına ne de yüzyıllardır sömürdükleri Afrika, Asya, Ortadoğu ve Amerika halklarına söyleyecek tek bir inandırıcı sözleri kalmamıştır. ‘Şimdi yeni şeyler söylemek’ vaktidir. Bu sözü, şimdilik kaydı ile İslam dünyasına dair olanını Türkiye merkezli yeni bir bölgesel sistem söyleyecektir. Türkiye iç siyaseti zaviyesinden bakıldığında buna dudak bükecek çok kişi ve çevre var ama etrafımızda olan bitenler bu dudak bükenlerin havsalasının da ötesinde gelişmelere gebedir.

Belki birkaç yıl geriden bakıldığında Türkiye’nin bugün yapmakta olduğu operasyonlar, ulaştığı askeri/siyasi/ekonomik kapasiteler deli saçmalığı olarak görülür. Sadece dün Ege’de Rodos adasını da içine alan bir bölgeyi Navtek ilan eden Türkiye’nin bu cüretini, Ayasofya gibi sembolik değeri yüksek bir adımı ve doğuracağı muhtemel maliyetleri göğüsleme kapasitesini, Libya ve Suriye’de giriştiği ve dünyanın en büyük iki devleti ile aynı zamanda, hem de çatışma riskleri de içeren faaliyetlerini, Afrika içlerinde yürütmekte olduğu kapsamlı yerleşmeleri göz önüne alındığında, evet Türkiye şimdilik flu duran, sisler ardında yavaş yavaş belirginleşen yeni bir dünya sisteminin, en azından şimdilik yeni bir bölgesel sistemin güçlü öncüsü, kurucusu, başı çeken lider ülkesi olarak öne çıkmaktadır.

Buradaki esas siyaset mümkün olduğunca çok devletin, toplumun, etnisitenin, yapının her anlamda çıkarlarının ve rızalarının uzlaştığı bir nirengi noktası oluşturmaktır. Malta’nın, İtalya’nın, bir bütün olarak Tunus, Fas, Cezayir, Libya’nın, süreçte Mısır’ın, yanı başımızda Irak’ın, mezhepçi çetenin tasallutundan kurtulmakta olan Suriye’nin, çok kısa süre sonra yüzyıla yakın bir süredir Maruniler ve diğer mezhepçi bölünmeler üzerinden Fransa’nın esir aldığı Lübnan’ın, hatta şimdi çok muarız duran Suudi Arabistan’ın ve daha onlarca devlet ve yapının bu sisteme entegrasyon için koştuğu görülecektir. Akdeniz’in yeniden bir İslam gölü haline gelmesi sömürgecilerin kabusudur evet ama ortak hareket etme kabiliyetini yitirmiş olan ve her biri vahşi birer Leviathan’a dönüşmekte olan, faşizan siyasetlerin esir aldığı bu devletlerin de çıkarları, onları bu gerçeği kabule zorlayacaktır.

Küresel sisteme dair yeni ufuklar

Şimdi aydınlarımızın bu vizyon üzerinde düşünmeleri gerekiyor, akademilerimizin bu yeni bölgesel ve küresel sisteme dair yeni ufuklar koymak için daha sıkı çalışmaları gerekiyor. Üniversitelerimiz bütün bu bölgelerde yaşayan toplulukları, inançlarını, dillerini, yaşam biçimlerini her bir detayı büyük bir itina ile çalışmalıdır. Ortaya modern, adil, insani, müreffeh bir toplumu var edecek bir sistemin yapı taşlarını uzun uzun, hasislik etmeden, kimseyi öncelemeden, kimseyi ötelemeden, Batı’nın yaptığı gibi yeni ve baskıcı WASP’lar kurulmasına müsaade etmeden, Batı’nın iki yüz yıllık birikiminden ve tarihimizden özgüvenle faydalanarak ortaya koymalı kurumlarımız. Leviathan’ın değil kerim devletin izleğinden yürünmelidir. Batı’nın yaptığı gibi sömürüye değil, iş birliğine, ortaklaşmaya, güçleri birleştirmeye, lokmayı büyütmeye, barış ve refah üretmeye, odağında kim ve ne olursa olsun insanın olduğu, değerin olduğu bir sistem inşasına odaklanmalı devletimiz. Çünkü anlamalıyız ki Türkiye Türkiye’den çok daha büyük bir mefkuredir. Ulus devlet gözlükleri ile anlaşılması güç bu olan bitenler, tarihsel arka palana dayanan bir perspektifle bakıldığında muazzam gelişmelerdir. Özelikle medyanın artık Türkiye içine odaklanmış bu şaşı bakıştan kurtulması ve bölgedeki her yapıya, her toplum kesimine, her dile, her kültüre büyük bir ihtimamla yaklaşma zamanı gelmiş geçiyor. Medyamız her dili öğrenmeli, her dilde yayın yapmalı, küresel, hiç olmazsa bölgesel bir vizyon ile donanmalıdır.

[email protected]