Liberal uluslararası düzen sarsılırken Türk Dünyası

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Nişantaşı Üniversitesi
24.12.2022

Liberal dünya düzeni aslına rücu ederek Batı'nın yeni yerelini oluşturuyor. Diğer yerel düzenlerle girişilen rekabet, küresel yönetişimi imkânsız hale getiriyor. Oysa Türk Dünyası üzerinden Türkiye'nin yaptığı hazırlık küresel yönetişimin önemini ihmal etmeyen bir düzen arayışı. Bu yönüyle bir şans çünkü çatışmacı olmayan bir ilişki modeli öneriyor.


Liberal uluslararası düzen sarsılırken Türk Dünyası

Zor bir yılı geride bırakıyoruz. Bir gün geriye döndüğümüzde 2022, liberal dünya düzeni sorgulamasının ciddileştiği sene olarak görülecek. Bilindiği üzere İkinci Dünya Savaşı sonrası ve özellikle de doksanlardan sonra liberal uluslararası düzenin zaferi ilan edilmiş, kuralları olgunlaştırılmıştı. Ancak köprünün altından çok sular aktı ve küresel liberalizmin cilası zaman içerisinde parlaklığını yitirdi. Bugün Avrupa kapıları savaşla çalınırken, büyük güçler birbirlerini rakip olarak ilan ederken, herkes güzel cici silahını kullanabileceği tehdidini savururken, insanoğlu kritik altyapının durması, topraklarından sürülme ve ekonomik-insani krizlerle boğuşmak zorunda kalırken itiraf edebiliriz; liberal düzen giderek daha etkisiz hale geliyor, bir tür eski düzen hayaletine dönüşüyor.

Zorlu, uzun bir geçiş dönemi

Yeni bir düzen konusunda ise neredeyse çok silik ipuçları var. Sadece büyük güçlerin mutabakatının yeni bir düzenin oluşması için yetersiz olduğunu hissediyoruz, bu yüzden alternatif düzen arayışları yerel/bölgesel hikayeleri meşruiyet zemini olarak kullanıyor. Ama henüz zaten ne büyük güçler bir mutabakat halinde, ne de diğerleri. Bu gri renkli, yarı kasvetli geçiş döneminin başında Türkiye, geçiş dönemine de sonrasına da hazırlıksız yakalanmayacağı sinyalini veriyor. Cumhurbaşkanımız Erdoğan, yakın bir dönemde Türkiye Yüzyılı vizyonunu dillendirdi. Bu vizyonun, Türk Devletler Teşkilatı'nın (TDT) varlığıyla birlikte okunması gerektiği de o günden beri söyleniyor.

Türkiye, Ankara'nın beklentilerini, uluslararası politikayı okuduğu normatif ve ilkesel çerçeveyi açıklayarak, geçiş döneminde birlikte yürüyebileceği, yeni dünya düzenine birlikte hazırlanabileceği olası ortaklarına da işbirliğine hazırım mesajı veriyor.

Uluslararası ilişkiler kuramının önemli isimlerinden Trine Flockhart ve Elena A. Korosteleva, yakın tarihli bir çalışmalarında Batı menşeili liberal düzene karşı bir alternatif dünya düzeni/düzenleri arayışının olabileceğini bize hatırlatıyorlardı. Ancak bu hatırlatmayı yaparken yazarlar bir yandan da bu arayışın ne entelektüel ne de siyasi açıdan kolay bir dönemi işaret ettiğini vurguluyorlardı. Bu zorluğun temel nedeni, bir çoklu dünya düzenleri aleminde olmamız (üstelik bu bir süper-kahraman filmi değil).

Çoklu düzenler alemi

Flockhart ve Korosteleva'ya göre Rusya Ukrayna'yı işgal etmeye karar verdiğinde liberal düzenin dışında yeni bir dünya düzenine doğru ilk adımlar atıldı. Bu yeni düzen olasılığının bir geriye dönüş ya da ilerleme olduğunu şimdiden söylemek mümkün değil, ama artık liberalizm tek hakikat olarak varlığını sürdürmüyor. Gerçi, liberal dünya düzeninin yaşadığını/yaşaması gerektiğini savunan bir siyasal Batı Dünyasından bahsetmek hala mümkün. İşte, en son örnek; Zelensky'i Ukrayna bayrağı renginde sembollerle çevrili ofisinde teselli eden Biden, "aydınlık karanlığı her daim yenecek" mealinde sosyal medya mesajlarını paylaştı. Yani ABD ve Batı, dünya jeopolitiğinde bir geçiş dönemi filan görmek istemediklerini haykırıyorlar. Hatta bu yüzden geçiş döneminden ziyade liberal düzen altında yükselen rakiplerin olduğunu dahi kabul etmeye daha yakın duruyorlar. Hâkim anlatının çatlamasından ise Çin'in askeri ve ekonomik olarak güç kazandığını itiraf etmek Washington'a daha kolay geliyor. Bu noktada Flockhart ve Korosteleva'nın bir Delfi kâhini gibi keskin bir tahmin dillendirdiklerini söyleyelim. Onlar için geçiş döneminden kaçınmanın imkânı yok zira süreç liberalizmin ötesinde/ liberalizmin kontrol edemediği bir gerçeklik (Ukrayna'nın işgali) ile başladığı andan itibaren geçiş dönemi de başladı.

Bu dönemi devletler arası mücadele dönemi olmaktan ziyade, kendi mini hiyerarşilerine sahip alternatif düzenler arasında bir mücadele dönemi olarak görmek daha doğru. Bu noktada iki yazar hafif oryantalist sosla bezeli kültürel jeopolitiğe göz kırpıyorlar. Onlara göre Ruslar oluşturmaya çalıştıkları düzen içerisindeki hiyerarşiyi elbette zorla ve kuvvet kullanımı ile sağlayacaklar, Batı da liberal düzen içerisinde ikna ve çekici olabilme gücünü hiyerarşi oluşturmak için kullanacak. Ve bu rekabetin çeperinde yer alan Hint dünyası, Brezilya ve bazı Afrika ülkelerinin düzen dönüşümleri sırasında nasıl bir tavır sergileyecekleri ayrı bir önem kazanacak. Belki de diyor yazarlar, mini hiyerarşiler ve mini çekim merkezleri yeterince zorlayıcı ya da cazip olmayacağından ve yahut çoklu düzenlerin yani çokluğun mümkün olduğu görüldüğünden ileride Latin Amerika ve Afrika gibi farklı bölgelerde yeni alternatif düzenlerinin ortaya çıkması da mümkün. Bu görüşün, bizce en özgün yönü, düzenler arası çatışmacı, rekabete dayalı ve insan yüreğinin kaldırmayacağı kadar kötü senaryoların gerçekleşebileceği bir ilişki biçimi tahayyül etmesi değildir. Bu kaos ve çatışmacı anarşi ortamı düzen arayışları arasındaki ilişkinin temel yönelimi olurken, her bir düzenin kendi içinde kendine özgü bir işbirliği zemini, bir soluk alma, göreceli çatışmasızlık ortamı getireceği fikridir. Öyleyse hem Türkiye Yüzyılı vizyonu hem de TDT'na verilen önem, biçilen giysi sadece kültürel ya da işlevsel bir arayış olarak görülemez. Ankara adına bir tür çoklu düzenler jeopolitiğine hazırlanma çabasıdır.

Türk Dünyası düzeni

Günümüz jeopolitik dönüşümünün baş döndürücü hızında, Türk menşeili ve üyeleri arasında tamamen egemen eşitlik, işbirliği ve uyumu benimsemiş bir birliktelik toplumu olarak varlığını günden güne pekiştiren TDT'nın yakın gelecekte Orta Asya ve Kafkasya bölgesinde liberal uluslararası düzenin yanı sıra alternatif bir dünya düzeni olarak yer alması pekâlâ mümkün olabilir. Şimdiden bu tür bir düzenin hangi norm ve ilkeler üzerinde duracağı ile ilgili bazı işaretleri tespit etmek mümkün. Öncelikle TDT kuruluşundan itibaren örnek bir güvenlik toplumu modeli. Ortak Türk dili, kültürü, tarihsel deneyimi gibi değerler üzerinden bir ''biz'' bilinciyle hareket etme kararlılığını yansıtıyor. Bölge ve hatta ötesinde devletler arasındaki sorunların çözümünde barışçıl yöntemlerinin kullanılması, egemen eşitlik gibi prensipler, düzenin kuralları oluşursa bağlayıcılığını gönüllülük ve esneklik üzerinden inşa edeceğini bize söylüyor. TDT'nın işlevsel kazanım elde etme çabasından daha öte bir arayış olduğunu belirttik ama işlevselliği de yadsımıyor; örneğin, söz konusu Teşkilat, Avrasya'da Çin ile işbirliği yaparak-ve dolayısıyla kazan-kazan motivasyonu ile hareket ederek- Orta Yol Projesi'ni canlandırmak, Avrupa-Asya arasında geçmişte var olan İpek Yolu'nu devreye sokmak ve böylece istikrarlı bir bağlantı alanı oluşturmak istiyor. Dolayısıyla TDT, sadece kendi içerisinde işbirliği, sorunların barışçıl çözümü, refah ve istikrar temelli siyasetin desteklenmesi gibi kurallara dayanan bir düzen arayışını temsil etmiyor, aynı zamanda çatışmacı bir ilişkiye mahkûm halde tanımlanan Rusya merkezli düzen- Batı merkezli düzen ilişkisinden daha farklı bir "biz ve ötekiler" ilişkisi tanımlaması getiriyor. Bu ilişkide sektörel işbirliği, bağlantılı-irtibatlı hale gelme ve sorunlara barışçıl çözüm arayışından vaz geçmeme temel kriterler. Batı'nın dışlayıcı hiyerarşilerinden ve Rusya'nın muhafazakarlık ile kurban rolü oynama arasında gidip gelen fikirlerinden sıkılanlar için TDT düzeninin cazibeli bir yönü olacaktır. Yeni jeopolitik ve jeo-ekonomik koşulların getirdiği fırsatlar bu cazibeyi daha da kuvvetli hale getirebilir.

Fırsatlar

Bilindiği üzere, Türk devletleri dünyanın onüçüncü ekonomik grubunu oluşturmak suretiyle ciddi bir ekonomik potansiyele sahiptir. Zira, tüm Türk Dünyası devletleri bir araya geldiğinde toplam olarak 170 milyon nüfusla birlikte 4,5 milyon km'lik geniş bir coğrafyayı, 1.5 triyon üzerinde bir ekonomik kapasiteyi temsil etmektedir. Günümüz koşulları altında, küresel ticaretin sıklet merkezinin Asya'ya kaymasıyla birlikte enerji tedarik hatlarında ve irtibat stratejilerinde bir değişimin beklendiği de bilinmekte. Enerji piyasalarının Asyalaşmasından uzun bir süredir bahsediliyor. Türk Dünyası'nın enerji kaynakları, kritik altyapı ve geçiş yolları ile hem Batı hem de Batı'nın ötekileri ile işbirliği yapabilmesi son derece önemli. Bu tür bir bağlantı stratejisinin doğal bir sigorta olduğu da unutulmamalı. Zira yazımızın başında bahsettik mevcut liberal uluslararası sistem gerek Ukrayna Savaşı, küresel enerji ve gıda krizi, Dünya ekonomileri üzerindeki enflasyonist baskılar, gerekse de Asya-Pasifik'teki ABD-Çin gerginliği ve İran nükleer meselesi gibi problemler üzerinden sürekli kriz ve meydan okumalarla sınanmakta. Söz konusu bu kırılgan jeopolitik ortamda, Orta Asya ve Kafkasya'yı içine alan coğrafyanın ABD-Çin ve ABD-Rusya mücadelesi nedeniyle önleyici tedbirler alınmaması durumunda yeni bir çatışma mekânı olması da an meselesi. Bu nedenle, adı geçen bu bölgede barışçıl dengeleyici bir mekanizma olarak güçlü bir Türk jeopolitiğine ihtiyaç olduğu açık. Ayrıca, ABD'nin çekilmesi sonrası Afganistan kaynaklı olası göç riski, kaçakçılık, terör ile mücadele gibi güvenlik risklerinin yönetilmesi açısından da TDT'nın bölgedeki varlığı önem arz etmekte.

Elbette bu bölgede, başka işbirliği projeleri ya da bölgesel düzen arayışları olduğu bilinmekte. Burada TDT'nı diğer arayışlardan ayıran hegemonik bir proje olmaması. Hegemonik projeler de pek tabi bir ortak iyilik üretebilir ama her zaman kendini hiyerarşinin tepesinde gören devlet/aktör tarafından, ister Rusya, ABD, Çin ya da AB olsun, kendi dış politika tercihinin bir aracı haline dönüştürülebilir. TDT'nın bu tür bir güç hiyerarşisinden ya da bürokratik hiyerarşiden ziyade ortak anlayışın öncelenmesine dayanması son derece mühim. Ancak hegemonik hiyerarşiden uzak durması, TDT'nin bölgesel entegrasyonu önemsemediği anlamına gelmez. Bilakis, TDT'nın İstanbul Zirvesi'nde Türk Dünyası üye devletleri 2040 Türk Dünyası Vizyonu belgesi ile Türk devletleri arasındaki siyasi ve iktisadi işbirliği ile aralarındaki dayanışmayı hızla ilerletmenin bir sonucunun olacağını, bölgesel entegrasyonun hedeflendiğini bize söylemişlerdi.

2040 vizyon belgesi

TDT'nın 2040 Vizyon Belgesi'nde öne çıkan başlıca hususlar iki ana başlık altında toplanabilir. Bu bağlamda, TDT'nın Siyasi ve Güvenlik İşbirliği anlayışındaki temel amaç Türk devletleri arasındaki dayanışmanın güçlü bir şekilde arttırılmasıdır. Nitekim gerek İkinci Karabağ Savaşı sırasında Karabağ'ın işgalden kurtarılmasında TDT üye devletlerinin Bakü için verdikleri desteklerini yüksek sesle dile getirmiş olmaları, gerekse de Ocak 2022'de Kazakistan'da yaşananlar olaylar esnasında Kazakistan'a ve halkına yönelik güçlü desteğin Teşkilat tarafından ifade edilmiş olması Türk Dünyası içinde her gün daha fazla güçlenen birlikteliğin somut örneklerindendir. TDT'nın 2040 Vizyonu içerisinde yer alan amaçları arasındaki ekonomik ve sektörel İşbirliği alanı ise, üye ülke halklarının sosyo-ekonomik gelişiminin ve refahının arttırılmasını Teşkilatın öncelikli hedefleri arasına sokmuştur. Nitekim bu belgede, ticaretin kolaylaştırılması, gümrük ve tarife dışı engellerin kaldırılması, özel sektörün desteklenmesi ve karşılıklı yardımların arttırılması gibi bazı temel çağrılar yapılmaktadır. Gene söz konusu belgede, üye devletler arasında kesintisiz, bütünleşmiş, verimli ve hızlı çok modlu irtibatın bir ihtiyaç olduğu ve kurulacak irtibatın sürdürülebilir olmasının gerekliliğinin altı çizilmektedir. Bu çerçeve içinde Orta Koridora (Hazar Geçişli Uluslararası Doğu-Batı Orta Koridoru) değinilmekte ve bu koridorun etkin olarak kullanılmasının Türk Dünyasında işbirliğinin ekonomik ayağını nasıl kuvvetlendireceği gerçeğine dikkat çekilmektedir. Ekonomik ve sektörel İşbirliği bölümünde de ayrıca iki yenilikçi başlık yer almıştır. Bunlardan birisi çağın gerekliliğiyle uyum sağlayacak bir biçimde dijital dönüşüm ve akıllı teknolojilerin kullanımına yapılan vurgudur. Diğer yenilikçi husus ise, çevre işbirliği konusunun ilk defa 2040 Vizyon Belgesinde geniş bir ölçekte yer almasıyla ilgilidir. Bu bağlamda belgede yeşil dönüşüme ve dolayısıyla yeşil çözümlere verilen önem, bölgenin ekolojisini destekleyen bir refah ve istikrar anlayışının hedeflenmesi Türk Dünyası'nın kültürel kodlarının modern bölgesel bütünleşmeci siyasetin içerisine taşıyabileceğini gösteriyor.

Bu model bir şans

Orta koridor, Avaza zirvesi gibi somut işbirliği modelleri öneren ikili-üçlü ilişki modüllerinin gelişmesine izin veren esnek işbirliği yapısı, Türkmen gazının Avrupa'ya taşınması gibi projelerin ve dahasının TDT çatısı altında hayata geçirilmesi ile Türk Dünyası düzeninin liberal uluslararası düzenin yanı sıra bir alternatif düzen olarak ortaya çıkması ve cazibe merkezi olması pekâlâ mümkündür. Türkiye'nin Avrupa-Asya arasında geliştirmek istediği bağlantı stratejisi, inşa edilen kritik altyapı bu düzenin ekonomik ve işlevsel yönünü desteklemektedir. Bize göre, liberal uluslararası düzenin savunucusu kimi Batılı siyasetçiler, Ankara'nın yeni Türkiye Yüzyılı vizyonu çerçevesinde Afrika'dan Balkanlar'a, Kafkaslara, Orta Asya'ya kadar uzanan bir coğrafyada yumuşak ve sert güç etkisini hissetmekte, bu durumu Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ile birlikte değerlendirdiklerinde kimi zaman örtülü kimi zaman da açık olarak bu gidişatı tersine çevirme psikolojisine kapılmakta, alternatif düzenlere, düzenin getirilerine bakmadan karşı çıkmaktadırlar. Liberal dünya düzeni aslına rücu ederek Batı'nın yeni yerelini oluşturuyor. Diğer yerel düzenlerle girişilen rekabet küresel yönetişimi imkânsız hale getiriyor. Oysa Türk Dünyası üzerinden Türkiye'nin yaptığı hazırlık küresel yönetişimin önemini ihmal etmeyen bir düzen arayışı. Bu yönüyle bir şans çünkü geçiş döneminin kasveti devam ederken tüm yeni düzen fikirleri için daha çatışmacı olmayan bir ilişki modeli öneriyor.

[email protected]