Liberalizmin yasını tutan Avrupa'nın Yeni Türkiye stratejisi

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİSBF Dekanı
6.10.2018

Şimdi, Trump ABD’si liberalizmi yıkarken, pençelerini Almanya’nın çeliğine ve parasına, İran ve Rusya ile özel ilişkilerine geçiriyor. Almanya, uzun süreli liberal rüyadan müttefikinden gelen darbe ile uyanıyor. Bu uyanış içerisinde tıpkı Türkiye’nin yaptığı gibi çok taraflı/çok boyutlu bir dengeleme siyaseti izlemeye yöneliyor.


Liberalizmin yasını tutan Avrupa'nın Yeni Türkiye stratejisi

Bu kulaklar sonunda bunu da duydu: ABD Başkanı Trump, BM Genel Kurulu’nda diğer bütün Amerikalı başkanlardan daha çok şey başardığını söyleyip delegeleri güldürdükten sonra, gerçekten de diğer Amerikan başkanlarından farklı bir şey başardı; ABD’nin üzerine oturduğu, ABD hegemonyasının ABD hegemonyası gibi gözükmemesi için arkasına sığındığı liberal enternasyonalizmi açıkça reddetti. Kahkahalar Trump’ın kişiliğine yönelik bir dışavurum olabilir, gerçekten de Trump’ın ABD içerisindeki siyasi mücadelesi bir post-modern karikatür gibi görünebilir, hatta Başkanın belagati “Ben çok ünlüyüm, ünlü olmaya alışığım ve ünlü olduğum için attığınız çamur bana vız gelir” ifadelerinin ötesine geçmeyebilir ama Trump’ın, liberalizmi ABD Başkanı olarak reddedişi ve Amerikalıların bu konuda kılını kıpırdatmayışı ciddiye alınmalıdır.

Hegemonya fikri

Aslında Amerika’da kafalar uzun süredir bulanık. Trump ve ekibinin basın toplantıları ve onlara karşı muhaliflerin sürekli bel altına kayan muhalefet biçimleri refah artışının akıllanma ile aynı şey olmadığını bize gösteriyor. Amerikan toplumu, refah arttığı sürece içine kapanmaktan çok rahatsız görünmüyor. Amerikan entelektüelleri de durumun farkında ve içine kapanan ABD’nin sıkıntıdan patlayacağından filan edişe ediyorlar. Oysa Trump, televizyon yıldızı olan başkanlar kuşağından geliyor. Sokaktaki sıradan Amerikalıların ürettikçe tüketeceğini, sıkılırsa eğlendirilebileceğini, dünyadan kopan Amerikalıların Hollywood filmleri ve yeni TV kanallarıyla arzın merkezinden uzaya seyahat edebileceklerini biliyor. Zaten gerçek deneyimlere kimin ihtiyacı var; hastalanabilirsiniz, ölebilirsiniz – Allah korusun- aklınız ve vicdanınız farklı sorular sorabilir. Vietnam, Irak, Afganistan ve muhtemelen Trump’ın adını hatırlamakta zorlanacağı coğrafyalara gidip dümdüz etmek Amerikalıların ağzında nahoş bir tat bıraktı. Sorun sadece ölmek, öldürmek değil artan vergiler nedeniyle mahrum olunan tatlar yüzünden bugün Amerikan politikası Trump’ın ABD’nin dış ve güvenlik politikasının özünü zedeleyen liberalizm karşıtı sözlerini kucaklıyor. İşte, kafalar da tam burada karışıyor. Trump’ın politikalarından da anladığımız üzere ABD liberalizmi istemiyor ama hegemonya fikrinden vazgeçmiş değil.

Direnilmesi gereken güç

Liberalizm sosundan sıyrılıp, akla ziyan Evangelist, misyoner sosa bandırılan ABD hegemonyası fikri kimseye cazip gelmeyeceğinden ABD hegemonya hesaplarını cezalandırma retoriği ve fiiliyatı üzerinden yapıyor. Burada da temel olarak iki sakınca, ABD’nin gelecek politikaları için ortaya çıkıyor. İlk sakınca şu ki, liberalizm güzellemesi olmadan ABD hegemonya isteği anti-Amerikanizmi en tepelere sıçratacak kadar sığ, zevksiz ve direnilmesi gereken bir güç gösterisi.

Şu anda jeopolitik yarılmalar daha tam anlamıyla gerçekleşmediğinden, ama jeopolitik mücadelenin önü açıldığından, kısaca herkes kendine yönelik tehditlerle uğraşmak, kendi şeytanı ile mücadele etmek durumunda olduğundan Amerikan karşıtlığı hissedildiğinden daha az dillendiriliyor, sürmenin altında zamanını bekliyor. Zamanı geldiğinde liberalizme sahip çıkma güdüsüyle Amerikan karşıtlığı arasında bocalayan nesil bugün Liberal Dünya içerisinde de Batı içerisinde de ortaya çıkan bölünmeleri derinleştirebilir. Denilebilir ki; kendi gücünü tanrısallaştıran ABD Avrupa ve Batı’yı bölmekten hiç rahatsızlık duymuyor. Doğruya doğru, Amerika’nın pahalı LNG’sini seçti diye Polonya’ya yapılan övgüler, Rusya’dan ucuza gaz alıyor diye Almanya’ya yönelik yergiler hala kulaklarımızda. Ama her Aşil, topuğundan vurulabilir. Amerika’nın gerçekten de Batı’ya, Avrupa’ya, Avrupa’nın lokomotif güçlerine ihtiyacı kalmadı mı? Eğer kalmadıysa, rahatsızlık duyduğu belli olan İdlib Mutabakatı’nı dengelemek için niçin Fransa ve Almanya ile bir küçük Suriye grubu oluşturmaya çalışıyor? Bu sorunun cevabını verecekler, Trump’ın soğukkanlı oynaması gereken realist oyunu, popülist siyasetçi- cezalandırıcı Tanrı rolleri arasında hiç iyi oynamadığını, hatta bu açıdan son BM Genel Kurul konuşmasının da çok kötü olduğunu söylemek zorunda kalacaklar.

Liberal dünya direniyor

İkinci sakınca da burada ortaya çıkıyor. ABD, liberal düzeni oluştururken, bu düzene katılmaya diğerlerini teşvik ederken ve bu düzeni askerleri ve silahlarıyla korurken çok para harcadı ama aynı zamanda başkalarını da bazı konularda -örneğin nükleer silah geliştirmeye-para harcamamaya, güçlerini sınırlandırmaya, liberal düzenin kurallarına bağlı kalmaya ikna etti. Şimdi hele ki bazı tehditler ufukta beklerken, jeopolitik rekabet donanmaları Baltık’tan Akdeniz’e indirmişken, füzeler Irak’ın, Hazar’ın, Akdeniz’in üzerinden uçarken ABD’leri liberal düzeni yıkıp, silahlanması yetersiz liberal dostlarını yani Avrupa’yı emirlerine uymaya çağırıyor. Güçsüz ve bölünmüş olsalar dahi Avrupalıların bu resimden bir ders çıkarmasını beklememek safdillilik olur. Nitekim, Avrupa’nın ABD politikalarına reaksiyon göstermesini bekleyen bazı çevreler, geçen günlerde gerçekleşen Erdoğan’ın Almanya ziyaretini Avrupa’nın stratejik kımıldanması için bir işaret olarak aldılar.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Berlin ziyareti Ankara-Berlin hattındaki kopukluğu ortadan kaldırma ve iki ülke arasındaki ilişkileri yeniden normalleştirme anlamında önemli bir başlangıç oldu. Bilindiği gibi, yaklaşık iki senedir Almanya ve Türkiye ilişiklerinde tarafların birbirlerine yönelik kullanmış olduğu sert sözler nedeniyle, ortada elle tutulabilir bir diyalog hattı kalmamıştı. Bu bağlamda retorik düzeyde ve iç siyasetten kaynaklı bazı sorunların Almanya cephesinde devam ettiği gözlemlense de, Erdoğan-Merkel görüşmesi sonrası yapılan açıklamalardan da anlıyoruz ki Türkiye-Almanya (stratejik) diyaloğu yeniden başlamış durumda. Aslında Erdoğan’ın ziyaretindeki yoğunluktan da anlaşılacağı üzere Ankara Almanya ziyaretine getirebileceği yarar nedeniyle kıymet veriyordu. Öncelikle, Almanya AB’nin lokomotif ülkelerinden biri ve eğer ileride bir Avrupa stratejisi olacaksa onun da mimarlarından biri olacak. Bu nedenle Almanya-Türkiye ilişkilerinde başlayacak ve ivme kazanacak normalleşme AB-Türkiye ilişkilerine de ivme kazandırabilir. Türkiye, AB bünyesinde kamuoylarının popülist hatta ırkçı söylemlerle yorulmasına rağmen AB liderlerinin stratejik konjonktürü okumak zorunda kaldıklarının farkında. ABD’nde Trump yönetimin yarattığı “liberalizme ölüm, ABD hegemonyasına evet” çığlıkları Avrupa’da soğuk duş etkisi yarattığında AB liderleri Trump yönetiminin suyuna gitmeye de özen göstermişlerdi doğrusu. Ancak, söz konusu Avrupa’nın parası olduğunda ABD’de hiç kimse İran yaptırımları, Rusya ile ticaret ya da ticaret savaşları dahilinde Avrupa’ya bir ayrıcalık sağlamaya yanaşmadı. Kısaca AB kendisi için çalan tehlike çanlarını duymak için kapıyı iyice açtığında karşısında Türkiye’yi buldu. Erdoğan’ın Almanya ziyaretinde ifade ettiği hususları bu çerçevede okumakta fayda var. Erdoğan’ın, Ankara’nın AB ile vize serbesiyeti konusunda kalan altı maddeyi yerine getireceğini açıklamış olması, Türkiye’nin zamanlamayı çok iyi kullanarak AB-Türkiye yakınlaşmasını ciddi bir düzeye taşımayı düşündüğünü gösteriyor. Berlin, Almanya’nın AB içindeki gücünün yanında bazı Merkezi Avrupa ülkeleri üzerindeki etkisi dolayısıyla da iyi bir başlangıç noktası. Nitekim, Berlin ziyaretinden önce Hollanda ile ilişkilerin normalleştirilmesi tesadüf değil.

Normalleşmenin faydaları

Aslında ilişkilerini Türkiye ile normalleştirmek isteyenler Almanya ve Hollanda ile sınırlı değil. Kısa bir süre önce, iç kamuoyuna vaka-i adiye oryantalist mesajlarını verdikten sonra Macron da Türkiye ile stratejik ortaklığın yararlarından dem vurmuştu. Tehlikelerin ortasında yalnız kalan ve ABD/NATO desteği olmadan stratejik silahlı rekabetin parçası olamayacaklarını bilen Avrupa ülkeleri için şu anda Karadeniz-Akdeniz-Orta Doğu ekseninde askeri olarak var olan diğer güçlerle, Rusya ve Türkiye ile belirli ortaklıklar geliştirmek önem kazanıyor. Bu gerçeklik özellikle Suriye meselesinde Fransa gibi Fırat’ın doğusuna kafasını uzatamamış, Ürdün’den aradığını bulamamış, Kıbrıs üzerindeki rekabette Fransa ve İngiltere’den daha geride kalmış Almanya için çok ciddi. Trump’ın hakaretlerine en çok mazhar olan Almanya, ayrıca sırf ABD istedi diye Soğuk Savaş yıllarından itibaren büyük emek ve kar beklentisi ile oluşturduğu -ayrıca karlı da olan- Almanya-Rusya özel ilişkilerinden, yakınlığından vazgeçecek değil. Tüm bu faktörler birleştirildiğinde Berlin, Türkiye’nin AB’ye yönelik ilişkileri yeniden başlatma stratejisi için en uygun başlangıç noktası haline geliyor.

Günümüz Almanya’sı, askeri gücünü sınırlayan, nükleer silahsızlanma politikası izleyen, Avrupa’daki kurumsallaşmadan yana Almanya aslında liberal dünyanın çocuğu. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika tarafından İngiltere, Fransa ve Rusya ile birlikte işgal edilen Almanya, kurtuluş ve güçlenmeyi liberal dünyanın fabrikası olarak doğmakta buldu. Çeliği, teknolojisi ve parası sayesinde de hem ABD ile hem Rusya ile dengeli bir ilişkiyi geliştirmeyi başarmıştı. Şimdi, Trump ABD’si liberalizmi yıkarken, pençelerini Almanya’nın çeliğine ve parasına, İran ve Rusya ile özel ilişkilerine geçiriyor. Almanya, uzun süreli liberal rüyadan müttefikinden gelen darbe ile uyanıyor. Bu uyanış içerisinde tıpkı Türkiye’nin yaptığı gibi çok taraflı/çok boyutlu bir dengeleme siyaseti izlemeyi hesapları arasına yazıyor. Elbette, çoklu dengeleme stratejisini Ankara icat etmedi ama bu stratejiyi 2016 sonrası o kadar başarılı bir şekilde kullandı ki, Almanya gibi Ortadoğu pazarlıklarının parçası olmak, Karadeniz-Akdeniz hattında Rusya ile diyalog kurmak ve karlı enerji ticareti fırsatlarını kaçırmak istemeyenler için ABD politikalarına dengeleme yolu ile direnilebileceğini gösterdi.

Berlin’in Ortadoğu rüyaları

Türkiye, Suriye özelinde ve Ortadoğu genelinde ABD’nin müttefiklerinin aleyhine geliştirdiği ve hedefi muğlak stratejilere direniyor. Bu direncin öncelikli sebebi elbette Türkiye’nin bekasını korumak ve sınırlarının ötesinden Türkiye’nin doğrudan ya da melez tehditlere hedef olmasını engellemek. Ancak ABD’nin müttefiklerini gözetmeden, kaba güç kullanımı, teröre destek ve yıldırma politikalarına direnmenin liberal düzeni korumak isteğini yansıtan bir boyutu da var ki Erdoğan’ın hem New York’ta hem de Berlin’de yaptığı açıklamalar Türkiye’nin liberal düzene değil hegemonyaya karşı olduğunu yani revizyon değil reform istediğini ortaya koyuyor. Bu söylemlerin Avrupalı devletler tarafından, özellikle de Almanya tarafından paylaşıldığı bir gerçek. Kısaca Almanya-Türkiye diyaloğu, Almanya-Rusya, Türkiye-Rusya ilişkisi ile beraber düşünüldüğünde Berlin ve Ankara için hem Trump Amerika’sına karşı bir yumuşak dengeleme mekanizmasıdır, hem de diğer büyük güç Rusya ile geliştirilen ilişkilerde Moskova’yı doğru hatta tutmak için bir sigortadadır. Bu sigortayı, Almanya’nın bugüne kadar çok doğru kullanamadığı da bir gerçek. Ancak Berlin, Türkiye ile ilişkilerini gerginlik zeminine oturttuğundan beri Ortadoğu’ya ulaşmakta zorluk çekiyor. Avrupa’nın liderliği konusunda yumuşak bir rekabet içerisinde olduğu Fransa ise üsleri ve silahlarıyla Körfez, Süveyş, Akdeniz ekseninde kimi zaman ABD’ye kimi zaman İsrail’e, kimi zaman Rusya’ya kimi zaman da Türkiye’ye göz kırparak varlığını görünür kıldı. Ayrıca Berlin’in Soğuk Savaş sonrası yatırım yaptığı kimi melez unsurları da YPG/SDG kisvesi altında Amerika’ya kaptırdığı bir gerçek. Kısaca Berlin, ekonomik olarak çok güçlü olduğu bir dönemde de olsa geçmişten gelen korkusuyla, kıta Avrupa’sına sıkışıp kalmak korkusu ile sınanıyor. Üstelik Almanya bu korkuyla burun buruna geldiğinde genelde içeride de iyi şeyler olmuyor. Radikal sağ yükselip, Berlin’in etrafında eski hayaletleri uçuruyor. Sözün özü, Berlin için Ankara Akdeniz-Ortadoğu’ya açılan kapı, Rusya ve ABD’ye karşı sigorta, Fransa’ya karşı değerli bir varlık, Suriye ve Irak geleceğinde var olabilecek yeni siyasi oluşumlara ulaşabilme köprüsü. Tüm bu jeostratejik /jeopolitik artılar alt alta yazıldığında, Almanya başbakanı ve Merkel’in bazı soğuk sözlerine rağmen Berlin’in niçin Türkiye ile yeni stratejiye devam dediği anlaşılıyor.

Ekonomi ve Türk-exit riski

Bu jeo-stratejik yakınlaşma hikâyesinin bir de çok zikredilen mülteciler meselesiyle ilgili yönü var. Almanya mülteci meselesi konusunda ikircikli bir tavır benimsemiş durumda. Berlin’de gazeteciler mültecilere çelme atıp düşürmediler belki ama Merkel, ülkeye kabul izni verdiği sınırlı sayıdaki Suriyeli mülteci nedeniyle çok eleştirildi, seçimlerde de görüldüğü üzere koltuğunu kaybetme riski ile burun buruna geldi. Ortadoğu’da Irak-Suriye hattında istikrar sağlanmadığı takdirde Almanya mülteci akını gibi yumuşak, yabancı savaşçıların geri dönüşü gibi sert güvenlik riskleriyle yine yüz yüze kalacak. Almanya bu risklerle “insani” biçimde mücadele etmeye çalışsa kendi için dert, “insani olmayan” çit, duvar, Akdeniz’de mültecileri fır döndürmek, adalara hapsetmek vb. yöntemler denese başka dert. Bu dertlerden Almanya’yı ve Avrupa’yı kurtaran ise sahada insani diplomasi ve askeri tedbirlerle var olan Türkiye. İdlib Mutabakatı öncesi tüm Avrupa’nın diken üzerinde oturmasına neden olan ihtimallerin Türkiye-Rusya anlaşması sonucu şimdilik bertaraf edildiği gerçeği önümüzde dururken ve ABD, İdlib’de kartlar yanlış oynansın diye dua edip Avrupa’ya sırtını dönmüşken Berlin, Türkiye’nin istikrarı ve sahadaki elinin ne kadar önemli olduğunu keşfetti. Erdoğan’ın Almanya ziyareti Avrupa’nın en büyük ekonomisiyle siyasi ve ekonomik ilişkileri güçlendirerek Türkiye’yi bir üst lige taşımayı hedefliyor. Türkiye-Almanya arasındaki ticaret verilerine bakıldığında Almanya geçen yıl Türkiye’ye 21,4 milyar avroluk ihracat yaparken, Türkiye’den 16,2 milyar avroluk ithalat gerçekleştirmiş. Türkiye ile Almanya arasındaki ticaret hacmi geçen yıl 37,6 milyar avro olarak kayıtlara geçmiş. Bu rakamlarla Türkiye, Almanya’nın ticaret ortakları listesinde 17. sırada yer alıyor. Ayrıca, Türkiye’nin potansiyeli ve kaynaklarını (özellikle hassas sektörlerde) çeşitlendirme ihtiyacı düşünüldüğünde Almanya-Türkiye iktisadi ilişkisi -ABD dolar ve vergi politikalarıyla herkesin ensesinde boza pişirirken- kolaylıkla kazan-kazan temeline oturabilir. Üstelik bilindiği gibi Almanya’daki Türkler, Alman ekonomisinin önemli bir parçası. Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanlığı’nın verilerine göre, Almanya’da yaşayan Türk girişimciler ülke ekonomisine ciddi düzeyde (ATİAD verilerine göre GSMH’ya yaklaşık 50 milyar Avro bir katkı) katkıda bulunuyorlar. Buna karşılık Türkiye Ticaret Bakanlığı verilerine göre, 7 bin 500 civarında Alman firması Türkiye’de faaliyet gösterip, ülkeye 9,2 milyar dolar tutarında doğrudan yatırım getiriyor. Bu yatırımların Türkiye’nin enerji piyasalarının serbestleşmesi ivme kazanırken daha da artması bekleniyor. Ayrıca bu resim bize Türkiye ve Almanya’nın ekonomik alanda karşılıklı bağımlılığını da gösteriyor. Karşılıklı bağımlılık kuramsal düzeyde aktörleri akılcı davranmaya iter, üstelik sistemde her iki aktörün de başında Trump’ın iktisadi saldırganlığının ceberutları dolaşırken, Almanya-Türkiye karşılıklı bağımlılığı iyi bir yumuşak dengeleme mekanizması olarak ABD’ye karşı kullanılabilir. Nitekim Ekim ayında İstanbul’da toplanacak dörtlü ‘smaller’ grup toplantısında yer alacak bir Almanya’nın Fransa ile birlikte Suriye’nin geleceğinde Rusya ve Türkiye ile beraber hareket ederek ABD’nin kırılgan ‘small’ grubuna karşı pekâlâ ciddi bir alternatif oluşturması ve dolayısıyla Washington’u dengelenmesi mümkün. Böyle bir fırsatın gerçekleşmesi halinde, Suriye özelinde ve tabii Ortadoğu genelinde istikrarın oluşturulması için ilk önemli adım atılmış olur.

Liberalizme mezar kazıyor

Trump yönetimi liberalizmin mezarını kazarken liberal dünyanın entelektüel kalesi Avrupa yasta. ABD’ye Avrupa’nın bağımlılığı AB’nin ve Avrupalı ülkelerin üçüncü ülkelerle kurdukları tüm ilişkilerin üzerinde. Bu yüzden de Avrupa ABD karşısında zayıf. Ancak Avrupalılara liberalizmi gömüp, milliyetçiliği benimsemek çok kolay gelmiyor. Hem liberalizmi gömmek ağır ve maliyetli olacağından, hem de Avrupa’da yükselen milliyetçi sağın geçmişi son derece lekeli olduğundan. Ancak mezar başında günlerce yas tutacak vakti de yok Avrupalıların. Rusya kapıda, ABD donanması Akdeniz’de, YPG/SDG/PKK/ABD güçleri Suriye’de, Hizbullah Güney Suriye ve Lübnan’da, mülteciler her yerde. Avrupa’yı hızlı düşünüp stratejik karar vermek gibi zor bir görev bekliyor. Berlin hatta Paris durumun aciliyetinin farkında, o nedenle de ardı ardına Hollanda, Almanya ve İngiltere’den PKK’yı reddeden açıklamalar geldi. Ancak açıklamalar ve vaatler sahada bizzat mücadele eden, iktisadi savaşını mülteci yükü altında vermek zorunda kalan Türkiye için yeterli değil. Eğer Avrupa Türkiye’yi bu sefer de elinden kaçırırsa, yani meşhur Türk-exit olursa, yani Türkiye AB ile yollarını açık açık ayırmaya karar verirse, Avrupa’nın Ortadoğu yeniden şekillenirken Türkiye üzerinde hiçbir etkisi kalmaz. Böyle bir durumda da Avrupa’nın, sadece liberalizmin mezarı başında ağlamakla kalmayacağını, Türkiye’yi neden kaybettik diye pişmanlık gözyaşları dökebileceğini tahmin edebiliriz.

@nursinguney