Libya, Suriye ve Yüzyılın Planı: Hakkaniyetli çözüm arayışları

Doç. Dr. Ata Özkaya / Galatasaray Üniversitesi
10.07.2020

Libya, Suriye, Filistin sorunları, dünyada uluslararası politika düzleminde karar vericilerin hazırladıkları, uygulayageldikleri jeostratejik, jeoekonomik, sosyo-kültürel planlar uyarınca birbirlerine eklemlenmektedir.


Libya, Suriye ve Yüzyılın Planı: Hakkaniyetli çözüm arayışları

Her ne kadar birbirinden ayrı özellikler sergilemekte olduğu düşünülse de, Libya, Suriye, Filistin sorunları, dünyada uluslararası politika düzleminde karar vericilerin hazırladıkları, uygulayageldikleri jeostratejik, jeoekonomik, sosyo-kültürel planlar uyarınca birbirlerine eklemlenmektedirler. Zaman zaman bu grift yapı su yüzüne çıkarken, zaman zaman da sanki birbirinden tamamen ayrı imiş görüntüsü ortaya serilmektedir. Bu zan da uluslararası medya kuruluşları ve akademik dünyanın perspektifi ile vuku bulmaktadır. Bu yazımda Libya, Suriye ve Filistin sorunlarını birbirlerine eklemli dinamik yapısı ile ele alacağım. Aslı itibarı ile matematik tanıma sahip olan “dinamik” yapı derken kastım; bugünden geleceğe nasıl “hareket” edeceğini, yani hangi denge düzlemine ve nasıl evrileceğini anlamamıza yarayan seri, dizi ve süreç yapısıdır.

İki kanatlı egemenlik yapısı

Fas’ta 17 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması Libya’da iki kanatlı egemenlik yapısını hayata geçirmeyi amaçlamaktadır. Bu antlaşma uyarınca Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ve Tobruk’taki Temsilciler Meclisi birbirine eklemli-ihtiyaç duyacak şekilde yetkilendirilmektedirler (Bkz. (1)).

Bu antlaşmanın ikinci hayati özelliği: Kaddafi döneminden kalan ve 1970’li yıllarda herbiri birer devlet kuruluşu olarak kanunlara bağlı oluşturulan/millileştirilen Libya Milli Petrol Şirketi (MPŞ), Libya Merkez Bankası, Libya Bütçeleme Denetim Kurumu, Libya Varlık Fonu ve Libya Yatırım Otoritesi, Libya Telekommünikasyon Şirketi’nin otonomlaştırılması yani Libya’da hükümet kim olursa olsun hükümetten bağımsız ve uluslararası petro-gaz piyasasını gözeten politikalar gütmesinin garanti altına alınmasıdır.

O halde bu iki özelliğe bağlı üçüncü hayati özelliği de burada zikretmek zorundayız: Yukarıda saydığımız bağımsız kuruluşların Libya petro-gaz kaynaklarından elde edilecek gelirleri nasıl harcayacakları/bölüştürecekleri ve bunun şeffaf denetiminin nasıl ve kimin adına yapılacağı sorusu yanıt beklemektedir. 2015 BM Antlaşması’nda bu konu için “Libya insanları” için harcanacaktır ifadesi yer almaktadır. Söz konusu metinde orjinal ifade “Libyan people” olarak konmuştur. Burada dikkate değer bir husus görmeyen okurlarım için hatırlatmak isterim ki; ABD ya da AB anayasalarında kavramsal olarak “o ülke vatandaşlığı” tanımı vardır, yoksa “o ülkenin insanları” şeklinde bir ibare yoktur. Dolayısı ile okurlarımın şu soruyu sormasını isterim: Libya’daki yönetim şeklinin ve bu yönetim şekline tabi insanların bir hukuki-tanımı yapılmış mıdır ki; Libya halkı kendi malı olan yeraltı/yerüstü/deniz altı/deniz üstü kaynakların bağımsız şirketler eliyle kendilerine geri dönmesini/kendileri lehine harcanmasını beklesin, ve de bunu kim hangi hukuka dayalı olarak garanti edebilir?

Geçen süre zarfında, Temsilciler Meclisi’nin desteklediği General Hafter topladığı milis gücü marifeti ve özellikle Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır’ın ateş gücü desteği ile (BM Antlaşma metinine aykırı olarak, UMH’nin onayı olmaksızın kurulan Libya Silahlı Kuvvetleri ile) Trablus’a doğru ilerleyerek, Libya’nın büyük kısmını ele geçirmiştir. Bu ittifaka Rusya ve Fransa’nın verdiği örtük ateş gücü desteği de ifşa olunca; 29 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ve UMH arasında işbirliği antlaşmasına varılmış ve bu şekilde Türkiye askeri-destek-danışmanlık çerçevesinde Libya’da varlığını hissettirmeye başlamış ve böylelikle Haziran ayı içerisinde UMH’nin yönetimindeki Libya Ordusu Libya Silahlı Kuvvetleri milislerine karşı önemli üstünlükler kazanmıştır. Geldiğimiz noktada bugünkü Libya petro-gaz coğrafyasında:

i.) Sirte ve Jufra’nın kimin elinde olacağı büyük önem kazanmıştır,

ii.) UMH ve Libya Ordusu’nun erişemediği ve 1970’ten bugüne kadarki Libya yönetimleri tarafından petro-gaz arama-çıkarma işlemine açılmamış ve dolayısı ile bu işlemlerin imtiyazı hiçbir şirkete verilmemiş olan parseller yani Güneybatı Libya bölgeleri Rusya’nın “askeri ilgi-yatırımına” konu olmaktadır,

iii.) Temsilciler Meclisi ve Libya Silahlı Kuvvetleri milisleri kontrolünde olan Kuzeydoğu ve Güneydoğu Libya, Libya Milli Petrol Şirketi (MPŞ) tarafından verilen petrol arama-çıkarma periyodik imtiyazlarının (günümüzde) sahibi olan uluslararası petrol şirketlerinin ilişik olduğu Avrupa Birliği devletlerinin odak noktasındadır.

Görülebileceği üzere bu Kara petro-gaz coğrafyası tablosunda İngiltere, ABD’nin pozisyonu diğerleri kadar açık değildir, başka bir partisyonda değerlendirilmesi gerekir: Örneğin Libya’nın Akdeniz Münhasır Ekonomik Bölgesi (Deniz petro-gaz coğrafyası) üzerindeki parsellerde petrol ve doğal gaz arama-çıkarma ve pazara sunma imtiyazı talep etmek şeklinde dahil olacakları düşünülebilir.

‘Libyan people’

11 Ekim 2017 tarihinde İngiltere’de gerçekleştirilen uluslararası toplantıda Libya Milli Petrol Şirketi (MPŞ), Libya Merkez Bankası, bazı bürokratlar ve yerel yöneticiler ile; Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu (IMF), Libya’da petrol arama-çıkarma imtiyazına sahip uluslararası şirketlerin yöneticileri ile, ABD, İngiltere, Rusya, İtalya, İspanya ve AB Temsilcileri Libya Milli Petrol Şirketi’nin geleceği konusunda müzakerelerde bulunup mutabakata vardılar (Bkz. (2)). Bu mutabakat, Milli Petrol Şirketi’nin kuruluş kanunu olan Kanun no:24, 12 Kasım 1970 tarihli kuruluş-amaçları kanunundan farklı bir çerçeve çizmektedir. En belirgin fark, MPŞ’nin Libya ekonomisi içerisindeki ana rolü olan ekonomik büyüme-kalkınmayı gözetmesi rolü kaldırılmış, bu “milli şirket” Libya hükümetinden amaç-politika seyri açısından bağımsız hale getirilmiştir. Petrol gelirlerini şeffaf biçimde “Libya’daki insanlara” dağıtma rolü üstlenmiştir (Libya halkı, ya da milleti denebilecek şekilde Libya anayasasına kavramsal olarak bağlanmadığı için bu ifade muğlaktır, tekrar vurgulamak isterim ki, mutabakat metninde: “Libyan people” şeklindedir). Neticede bu rol, uluslararası teminat altına alınmıştır. O halde, Libya’da sadece tek bir konuda uluslararası uzlaşma sağlanmıştır: O da Libya petrollerinin ve doğal gazının çıkarılması, işlenmesi ve dağıtılmasını üstlenmiş olan şirketin (MPŞ) “tek” ve “bağımsız” olarak geleceğe yürümesidir (Bkz (2)). Bu açıdan bakıldığında Fransa’nın durumu da açıklığa kavuşmaktadır: 1. Yukarıda sözünü ettiğimiz mutabakatta Fransa hükümeti, İngiltere gibi müstakil olarak yer almamakta ve fakat AB devletleri temsilcileri şemsiyesi altındadır, dolayısı ile Libya’nın henüz petro-gaz aramaya açılmamış Güney parsellerinde ülke olarak imtiyaz sahibi değildir ve bu hakkı kazanmak istemektedir, ii.) Total şirketi Trablus ile El Sharar arasındaki parsellerde henüz petrol arama-işleme imtiyazına sahip olamadığı için; aksine kara bölgesindeki imtiyazlarının tamamı da Temsilciler Meclisi kontrolündeki bölgelerde olduğu için Güneybatı ve Kuzeybatı’ya yönelen Hafter’in macerasını yeni parseller alabilmek maksadı ile desteklemektedir. 19 Ocak 2020 tarihindeki Berlin Konferansı Sonuç Bildirgesi’nde yukarıdaki destek açıklamasından UMH’nin MPŞ üzerindeki rolünü tanımlayan bölüm çıkartılmıştır, ve Milli Petrol Şirketi’nin, Libya Yatırım Otoritesi ve Varlık Fonu, Libya Merkez Bankası, Libya Bütçeleme Denetim Kurumu’nun bağımsızlığı çok sayıda ülkenin katılımıyla teminat altına alınmıştır. Buna mukabil, Libya’nın siyasi geleceği ve Libya halkının siyasi-hukuki tanımı için 2015 BM Antlaşması’na ek yeni bir husus getirilmemiştir, matbu çerçeve ile kendi haline bırakılmıştır (Bkz (3)).

UMH’ye bağlı Libya Ordusu’nun Hafter idaresindeki Libya Silahlı Kuvvetlerini 11 Haziran 2020 tarihinde görünür şekilde püskürterek Kuzeybatı Libya’da genişleme sağladığını, bu kabiliyete de ülkemiz ile yaptığı işbirliği antlaşmaları uyarınca aldığı destek sayesinde eriştiğini belirtmemiz gerekmektedir. O halde artık ülkemizin perspektifinde Libya’nın ekonomik geleceği ve inşası konusunda değerlendirmeler yapabilecek aşamaya geldiğimizi düşünüyorum.

İki kanatlı egemenlik yapısı, Libya’nın uzun bir süre kaderi olacaktır. O halde ortada siyasi bölünmüşlük durumu değil, siyasi birlik oluşturamama durumu vardır ve bu durumun süreceğini düşünmek daha gerçekçi olur. Son günlerde Hafter’in yerine başka birisinin getirilmesi tartışmaları söz konusu durumu değiştirmeyeceği gibi, aksine UMH’ye bağlı Libya Ordusu’nun rehavete kapılmasına yol açıp, UMH ve onu destekleyen ülkemizin mevcut kazanımlarının kaybedilmesi riski yaratabilir. Kendisine 2015 BM Antlaşması ile yetki tanınan UMH’ye bağlı Libya Ordusu’nun vakit kaybetmezksinin, yukarıda kısımlara ayırdığımız Libya petro-gaz coğrafyasında Güneybatı ve Güneydoğu bölgelerinde ilerlemesini sürdürmesi en optimal stratejidir.

Ülkemizin Libya’ya yaklaşımı “hakkaniyetli” bir yaklaşım olmalıdır. Şöyle ki,

i.) Son yüzyıl boyunca alıştığımız Batı şirketlerinin yaptığı gibi “katı müteahhit-firma” yaklaşımı ile gidilen ülkede yerel kaynakları tüketip, kamu ihalesi alarak o ülkede ürettikleri/elde ettikleri katma değeri tekrar kendi ülkesine taşımak olarak değil;

ii.) Hizmet yaratıp, o ülkenin kaynaklarını ülkemize transfer etmek değil,

iii.) Ülkemizin kamu bütçesinden o ülkeye doğrudan yardımlar yaparak, “ahlaki tembellik” yaratmak da optimal değildir,

iiii.) Hakkaniyetli yaklaşım zaten kısa-dönemli bakış açısı ile mümkün değildir. Hakkaniyeli yaklaşım: Gidilen bölgede o bölgenin kültürel yapısına saygılı-ve uzun dönemli stratejik çerçevede ehil-insan kaynağı yetiştirmek ve o ülkenin kendi kaynaklarını, yetiştirdiğimiz bu yerel insan kaynağı eli ile tekrar orada bölüştürmek, bunun hukuki mücadelesini uluslararası platformlarda vermek şeklinde olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesinde bu mevcuttur. Böylece, Libya çevresindeki Fransız hükümeti etkisi altındaki Orta, Kuzey ve Batı Afrika ülkeleri toplumları için umut verici bir örnek olacaktır.

v.) O halde Yurtta Sulh Cihanda Sulh milli prensibimizi “yurtta meydana getirdiğimiz barış ve felahı Dünya’ya ihraç etmek” olarak yorumlamak, “hiçbir soruna müdahil olmamak” bakış açısına göre daha isabetli ve doğru bir yaklaşım, Türk Modeli olacaktır. Bu model üzerinde detaylı çalışmalar yapıldığı takdirde, hem benzerlik hem de farklılık taşıyan Suriye ve Irak bölgelerinin geleceği için de adapte edilebilir. Böylelikle, Fas’tan İran’a kadar yayılmış olan söz konusu Arap coğrafyasında toplumların “maddi ihtiyaçları-istekleri”, “manevi ihtiyaçları-istekleri” ile bütünleştirilerek çözüm kümesi üretilebilirse; özellikle bölgenin maddi ihtiyaç-isteklerini yönlendiren devletlere karşı ve de manevi ihtiyaç-isteklerini yönlendirme konusunda gelecekteki başat rakibimiz Mısır hükümetinin stratejesine karşı avantajlı konuma geçilebilir.

Sezar yasaları

17 Haziran 2020 tarihinde Suriye hükümetine karşı ABD hükümeti, yaptırım maksatlı Sezar yasalarını yürürlüğe koymuştur. 2011 yılında başlayan Suriye iç karışıklığı-dış müdahele sürecinde bu yaptırım çerçevesinin dokuz sene sonra konmasının temel nedeni, Suriye hükümetinin Güneydoğu Suriye’yi hiçbir şekilde kontrol edemez duruma getirilmesini amaçlamaktadır. Bununla paralel olarak Ocak 2020 başlarında ABD hükümeti tarafından İsrail ve Filistin hükümetlerine önerilen Yüzyılın Planı’nda Temmuz 2020 tarihinde yeni uygulama aşamalarına geçilmesi planlanmaktadır. Bu planın Bill Clinton planından (1999) farkı çok daha düşük “maliyetli” olması, G. W. Bush planından (2003) farkı ise daha “yumuşak”-işlevsel olmasıdır. Planın temeli ilgili taraflara, Batı Şeria’daki İsrail yerleşimleri üzerinde uzlaşma sağlanması, Filistin halkına da Batı Şeria’da kurulacak olan üretim altyapıları ile dünyaya açılan daha “refah bir gelecek” vaadederek söz konusu fiziki coğrafya dahilinde “değiş-tokuş” önermesi şeklinde uluslararası medya kuruluşlarına yansımaktadır. Bu konuyu ayrıca ve genişçe ele almak daha uygun olur. Bu kadarlık bilgi, başta söylediğimiz üç ülkenin ortak sorunlarını anlamamız için şimdilik kafidir. Şöyle ki, İsrail-ABD ilişkisi üzerinden Yüzyılın Planı uyarınca İsrail’in Batı Şeria üzerinde tasarrufta bulunması, Kuzey’inden Suriye’nin güneyindeki Golan Tepeleri’ne ve nihayetinde PKK terör örgütünün sınırımızdan 30 km derinliğe ötelediğimiz PYD kolları üzerinden de Kuzeydoğu’ya etki etmesi söz konusudur. Bu yeni güvenlik strateji paketinin Filistin ve Golan bacakları fiziki olarak şimdi; diğer bacakları vekil devletçikler ile süreç içerisinde Irak’ın özellikle tasarlanmış olan çoğulcu (“parçalara ayrılmaya hazır” demek daha gerçektir) yapısı ile Barzani’ye kadar uzanabilecek bir etki alanı kurulması şeklinde düşünülebilir. Bu durumda General Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ile başlayan süreç, İran-Lübnan bağlantısının tamamen kesilmesi ve Lübnan Hizbullah’ının pasifize edilmesi ile yeni aşamaya geçecektir. Tam bu noktada, Arap toplumlarının son yüzyıldaki “manevi” lideri konumundaki Mısır’ın Rusya, İsrail, Yunanistan, GKRY, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile aynı ittifakta yer alması, “Akdeniz tartısında” Türkiye ile Mısır’ın “toplam siklet aynı kalmak şartı ile kefe değişikliğini” açıklarken, öte yandan Arap toplumlarının General Sisi yönetimindeki yeni Mısır’ın önderliğinde; İsrail-Filistin ile Suriye, Irak sorunları etrafında şekillenecek bu yeni güvenlik stratejisinde “uzlaşmacı tavır” takınacağının da ipuçlarını vermektedir. Bu nokta açıklığa kavuştuğuna göre, önümüzdeki on yıllar için gerekli hakkaniyetli çözüm arayışının yine ülkemizin omuzlarına düşeceği bellidir.

[email protected]

KAYNAKÇA

1. https://unsmil.unmissions.org/sites/default/files/Libyan%20Political%20Agreement%20-%20ENG%20.pdf.

2. https://noc.ly/index.php/en/new-4/2745-libyan-technocrats-agree-principles-to-protect-oil-sector.

3. https://unsmil.unmissions.org/sites/default/files/berlin_conference_communique.pdf.