Libya ve Ege adalarının güvenlik ilişkisi

Doç. Dr. İsmail Şahin / Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
14.10.2022

Türkiye'nin Libya hükümetiyle yaptığı anlaşmalar ve kurduğu yakın ilişki, basit bir çıkar kavgasının uzantısı değildir. İşin tarihi referans yönü oldukça kuvvetlidir. Ege Adaları'nın kaybı Libya'nın kaybının sonucunda ortaya çıkmış bir hadisedir. Trablusgarp Savaşı'nın önemli sonuçlarından birisi adaların kaybıdır.


Libya ve Ege adalarının güvenlik ilişkisi

Türkiye'nin savunma çizgisi, Batı Anadolu kıyısı boyunca uzanan adalar zincirinden geçmektedir. Dolayısıyla adalar Türkiye'nin savunma alanı içerisindedir. Adaların uluslararası hukuka aykırı bir şekilde silahlandırılması ile Yunan hükümetinin provakatif eylem ve söylemleri, Türkiye'yi Türk-Yunan sorunlarıyla meşgul etmek isteyen bir Amerikan stratejisidir.

Bu bir hak davası

Nitekim Amerika, küresel stratejik pozisyonu bakımından Türkiye'nin Washington'dan bağımsız, başına buyruk bir dış politika izlemesini doğru bulmuyor. Ancak bölgesel şartlar ne olursa olsun Türkiye, savunmayı bir dava haline getirdiği Doğu Akdeniz ve Ege'deki haklarını korumaya devam edecektir. Bu bağlamda Yunanistan'ın Doğu Akdeniz ve Ege Denizi üzerinde hegemonya kurmasına asla müsaade etmeyecektir. Zira Doğu Akdeniz ve Ege Türkiye'nin savunma algısında kilit alanı temsil etmektedir. Diğer taraftan ise Türkiye Yunanistan'a hukuka uygun ulusal çıkarları ile uyuşmayan herhangi bir uluslararası durumu empoze etmek de istemez. Şurası çok açıktır ki Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi bütün ülkelerin çıkarınadır.

Jeopolitik hata

Amerika'nın Yunanistan'ı Türkiye'ye karşı cesaretlendirmesi, Suriye'de PKK/PYD'ye yapılan yardımlar gibi jeopolitik bir hatadır. Türkiye'nin doğuda ve batıdan Amerikan eliyle sıkıştırılması Türkiye'nin direncini artırırken ancak NATO'yu ve Avrupa Birliği'ni (AB) zayıflatır.

Bu iki gücün zayıflaması Batı merkezli uluslararası sistemin daha da sarsılmasına yol açar. Geleneksel Amerikan dış politikasında, Avrupa ve Asya'nın herhangi bir büyük devlet tarafından egemenlik altına alınması, Amerika için stratejik bir tehlike olarak tanımlanmıştır. O halde burada iki potansiyel tehdit söz konusudur: Rusya ve Çin. Amerika, Rusya'nın Ukrayna'da daha fazla kalmasını sağlayarak onun enerjisini tüketme gayretindedir. Böylece Rusya'nın gücünün törpüleneceğini varsayıyor.

Sıra Çin'e gelecek

Ukrayna'nın hemen ardından sıra Tayvan'a gelebilir. Bu defa uluslararası sistemi tehdit eden Çin Tayvan'da terbiye edilebilir. Ancak bu matematiğin sonuçları muğlaktır. Ortaya çıkacak trajedi, Batı yönlü göçlere yeni bir ivme kazandırabilir. Daha korkunç olanı ise Ukrayna, Tayvan derken başlayan sıcak çatışmaların domino etkisiyle tüm küreye yayılmasıdır. Böyle bir senaryoda zayıf bir Türkiye, NATO ve AB'ye sorun çıkartmaktan başka bir işe yaramaz. Dahası Amerika da etkili bir liderlik yapamayacak derecede kapasitesini yitirmiş ve olaylara yön vermekten aciz bir duruma düşebilir. İşte bu noktada, Asya ve Avrupa'da kontrol ve güç dengesi, Amerika'nın istemediği yönde değişebilir. Nihayetinde Çin'le çatışma politikasının Amerika'nın Asya'da zayıflamasına yol açma olasılığı oldukça yüksektir. Hiçbir Asya ülkesi kolay kolay Çin'in karşısında Amerika'yı destekleme yolunu seçmez.

Batı'nın ideolojik yaklaşımı

Batı dünyasının Türk-Yunan ilişkilerine kusurlu ve ideolojik yaklaşımı bugünkü sorunların ana kaynağıdır. Batı dünyası bilinçli bir şekilde Türklerle Yunanlıları birbirlerinden uzak ve birbirlerine rakip durumda tutmayı yeğlemişlerdir. Bu nedenle Türk-Yunan ilişkileri XIX. yüzyıl Avrupa güç dengesi sisteminin ötesine bir türlü geçememiştir. Birisinin gücünün artışı, diğeri tarafından büyük bir tehlike olarak görülmüş ve bu durum manevralarla dengelenmeye çalışılmıştır. Amerika'nın savunageldiği müttefiklik ruhu, liberal uluslararası ilişkiler anlayışı gibi temel ilke ve değerlerin Türk-Yunan ilişkilerine uygulanmaması uzun uzadıya düşünülmesi gereken bir konudur. Batılı ülkeler arasında kurumsallaşan ortak savunma veya iş birliğinin paylaşılan iç değerler olarak Türk-Yunan ilişkilerine neden yansıtılmadığı dikkatlice sorgulanmalıdır.

Batılı kurumların ve aktörlerin Türk-Yunan sorunlarını çözmek yerine onları canlı tutmak yönünde tavır takındıkları yerinde bir tespittir. Amerika'nın tavrı da böyle olmuştur. Birleşik Devletler, Türk-Yunan dengesini korumak için bu denge tehlikeye girinceye kadar bekleme stratejisi izlemiştir. Fakat bu geleneksel batılı tavır artık işe yaramadığı gibi NATO ve AB içerisinde büyük tartışmalara ve bölünmelere yol açarak bu kurumların imajına ve birlikte hareket etme kabiliyetine ciddi zararlar vermektedir. Türkiye'ye bakacak olursak bütün bunların Türkiye'yi Amerika'nın arzu ettiği hareket tarzının zıddına yönlendirdiği kolaylıkla görülebilir.

Batı Anadolu'nun güvenliği ve Libya

Türkiye'nin Libya hükümetiyle yaptığı anlaşmalar ve kurduğu yakın ilişki, basit bir çıkar kavgasının uzantısı değildir. İşin tarihi referans yönü oldukça kuvvetlidir. Buna göre Ege Adaları'nın kaybı Libya'nın kaybının sonucunda ortaya çıkmış bir hadisedir. Trablusgarp Savaşı veya diğer adıyla 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı'nın önemli sonuçlarından birisi adaların kaybıdır. Coğrafi olarak ele alındığında Libya ile Ege Adaları arasındaki güvenlik ilişkisi kolaylıkla tespit edilebilir. Dolayısıyla adalar ile Batı Anadolu sahillerinin güvenliği bakımından Libya'nın konumu bir hayli önem arz eder. Bir başka ifadeyle Libya Ege'deki güvenlik kuşağının önemli bir parçasıdır. Türk hükümeti Libya hükümetiyle yaptığı anlaşmalar yoluyla Yunanistan'ın Doğu Akdeniz ve Ege'de oluşturduğu tehdidi bertaraf etmeye çalışmıştır. Açıkçası Türkiye, Yunanistan'la bir türlü tesis edemediği ortak güvenlik sistemini Libya'yla hayata geçirerek kendisini Doğu Akdeniz ve Ege'de güvenceye almak istemiştir. Türkiye'nin çabaları, bir dereceye kadar bölgesel güvenlik hedefleriyle ilgiliydi ve bunun haricinde kendi başına başka bir amaca hizmet etmiyordu. Bir başka ifadeyle Türkiye'nin hedefi Doğu Akdeniz'deki hayati hidrokarbon kaynaklarından çok, ülkesini hedef alan çevreleme ve yalnızlaştırma stratejisini geri püskürtüp yeni bir güvenlik ağı oluşturmaktı. Şurası çok açıktır ki Doğu Akdeniz'de iddia sahibi hiçbir devlet isteklerini diğerlerine benimsetecek kadar güçlü değildir. Bu süreçte Türkiye algılandığından daha güçlü olduğunu ortaya koyarken Yunanistan ise güçsüzlüğünü maskelemeye ve Türkiye'nin rekabet içinde bulunduğu devletleri Türkiye'ye karşı örgütlemenin peşindeydi.

Atina'nın gerçek dışı stratejisi

Yunanistan'ın bu politikası, Türkiye ve Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihinde imzalanan deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırası ile ağır bir darbe aldı. Bu, önemli bir dönüm noktasıydı. Dolayısıyla Doğu Akdeniz'deki gelişmeleri, Türkiye-Libya Anlaşması öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak yerinde bir ayrım olabilir. İki ülke bu anlaşmanın bir devamı olarak bu defa 3 Ekim 2022'de hidrokarbon alanında mutabakat muhtırasını imzaladılar. Açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla hidrokarbon anlaşması hem karada hem denizde Türk ile Libya firmalarının birlikte araştırma ve sondaj faaliyetlerinde bulunmasını hedefliyor. Dünyada enerji fiyatlarının arttığı bir dönemde atılan bu imzalarla Libya'daki hidrokarbon kaynaklarına erişimde iş birliğine gidilmesi hem enerji güvenliği hem de jeopolitik dengeler bakımından bir hayli önem arz ediyor. Başta Yunanistan olmak üzere birçok devletin Türkiye-Libya yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlık çok açıktır. Bu devletler iki ülke arasındaki iş birliğini ve de imzalanan muhtıraların uygulanmasını önlemek adına birçok diplomatik ve askeri tedbirlere başvurmuş olmalarına rağmen şimdiye kadar elle tutulur bir neticeye ulaşamamıştır.

Türkiye'nin son yıllarda Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Kafkasya'da takip ettiği dış politika son derece başarılıdır. İsrail'in ardından Mısır ve Suriye ile de normalleşme adımlarının atılmasıyla Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki diplomatik ağırlığı daha ileri bir seviyeye taşınacaktır. Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi sıkıştırmak için her fırsatta Kahire'den diplomatik destek araması ve Türk-Mısır ilişkilerinin normalleşmemesi için tüm imkanlarını seferber etmesi, aslında Türkiye'nin sonraki hamlelerinin ne olması gerektiği konusunda önemli ipuçları sunuyor. Ankara'nın Doğu Akdeniz'deki engebeli yolları aşmak adına İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile başlattığı etkin diyalog sürecini Mısır ve Suriye'ye de yayması, Yunanistan'ın ve onu destekleyen diğer ülkelerin stratejilerini iyiden iyiye çökertecektir. Böyle bir hamle Yunanistan'ın bütün kaynaklarını boşu boşuna tüketinceye kadar strateji ve akılcı bir politikadan yoksun olarak yönetmesine yol açacaktır. Bu sayede Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki belirleyici rolü daha da netleşecektir.

Türk-Amerikan ilişkilerinin bu kadar kötü olduğu bir zamanda bile ABD, Türk-Yunan ilişkilerinin büsbütün kontrolden çıkmasını NATO'nun istikrarı ve güvenliği adına istemeyecektir. Ankara'nın talebi ise çok açıktır. O, Türkiye için Amerika'nın Yunanistan'la olan özel ilişkilerine eşit bir statü istemektedir. Bir diğer ifadeyle Ankara, ABD'nin iki ülke arasındaki sorunlara eşit mesafede durmasını beklemektedir. Yunanistan'ın adaları silahlandırması, ülkesini bir Amerikan üssüne çevirmesi ve sürekli Türkiye'ye karşı provokatif eylemlere yönelmesi, jeopolitik ve askeri kabiliyet bakımından gerçekçi bir strateji değildir. Belki daha kötüsü ne Yunanistan'ın ne de Amerika'nın stratejisi, Türk-Yunan sorunlarının nasıl çözümleneceği hakkında herhangi bir yol göstermemesidir. Aslında tüm bunlar Atina'nın krizleri çözme yeteneğinin, bu krizleri çıkarmaktaki yeteneğinden daha kötü olduğuna işaret etmektedir. Sorunlara bir çözüm bulmaktan uzak olan bu stratejik yaklaşım, yalnızca sorunları yeniden tanımlıyordu. Hal böyle olunca Atina'nın er veya geç bir çıkmaz sokakla karşılaşacağı çok açıktır.

[email protected]