Libya’da anlaşma tamam peki ya uygulama?

Taha Kılınç / Gazeteci Yazar
2.01.2016

Özellikle başkent Trablus’u denetimi altında tutan ‘İslamcı’ grupların yarattığı rahatsızlık, öyle görünüyor ki, DAEŞ’le mücadele etme bahanesiyle Libya’yı bombalamaya başlayacak olan ülkelerin, güçlerini ve desteklerini Tobruk tarafına kaydırmalarına yol açacak.


Libya’da anlaşma tamam  peki ya uygulama?

Yaklaşık iki hafta önce,Fas’ın Atlas Okyanusu kıyısındaki kentlerindenSheyrat’ta bütün dünyanın yakından izlediği bir anlaşma imzalandı. Birleşmiş Milletler (BM) arabuluculuğunda gerçekleştirilen imza töreninde, masanın iki ucunda Libyalı iki muhalif parlamentonun temsilcileri oturuyordu. BM’nin, Libya’daki mevcut siyasal krizin sona erdirilmesine doğru atılmış “ilk adım” olarak tanımladığı uzlaşma süreci, uluslararası camiada daülkenin nihayet huzura ereceği yönündeki beklentileri yeniden canlandırdı.

Anlaşma, kabaca, Libya’nın batı ve doğu uçlarında yer alan Trablus ve Tobruk’taki iki rakip parlamentonun tek bir hükümet oluşturmasını ve silahlı milislerin kontrol altına alınarak ülkede yeniden asayişin sağlanmasını öngörüyor.

Peki bu mümkün mü? Anlaşma uygulanabilir mi? Libya’da o çok özlenen sulh ve barış yeniden tesis edilebilir mi?

Bu soruların cevabını bulabilmek için, krizin tarihçesine ve bugünlere gelinene kadar kat ettiği aşamalara bakmak yerinde olur:

1969’da askeri darbeyle ele geçirdiği ülkenin yönetimini, yine askeri bir müdahaleyle bırakmak zorunda kalan Muammer Kaddafi,20 Ekim 2011 günü doğum yeri olan Sirt’te kendi halkı tarafından linç edilerek öldürüldüğünde,geriderüzgarın önündeki kum yığını gibi savrulmaya hazır bir ülke bırakmıştı.

Uçurumlar çok derin

Tam 42 yıl demir yumrukla yönettiği Libya, Kaddafi döneminde, onun kendine has iktidar anlayışı sayesinde ‘tek vücut’ haline gelmişti. Uzun bir tarih boyunca Trablus, Fizan ve Sirenayka olarak üç ana parçaya ayrılmış bulunan Libya’yı birleştirip kontrolü altına alan Kaddafi,kurduğu ‘cemâhiriyye’ sistemiyle en küçük köylere kadar halk üzerinde otoritesini hissettirmişti.

Kaddafi figürünün ortadan kalkmasının Libya açısından ilk sonucu, onun zorbalıkla bir araya getirdiği kumaşın yamalarının,dikiş yerlerinden birer birer patlaması oldu.Geçtiğimiz dört yılda Libya’da tanık olduğumuz kaos, aslında 1969 öncesi döneme hızlı dönüş çabalarından başka bir şey değil. Ama ülkenin başında, herkesin öyle ya da böyle itaat edeceği ‘güçlü’ bir lider bulunmadığından, Libya en az üç parçaya bölünmenin eşiğinde bulunuyor.

Fas’ta sağlanan anlaşmanın zaafları, ihtilaf noktalarının fazlalığında ve derinliğinde gizli. Trablus’ta mukîm parlamento, 2011’deki geçiş sürecinde özellikle başkent ve çevresini ‘özgürleştiren’ ve bu nedenle ülkenin kaderinde ağırlıklı şekilde söz sahibi olmak isteyen ‘İslamcı’ gruplar tarafından destekleniyor. Doğudaki Tobruk’ta ise, her yönden bunlara rakip olacak şekilde, uluslararası kamuoyunun da resmen tanıdığı ve desteklediği diğer parlamento yer alıyor.

Tobruk ekibinin Arap dünyasından da Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi güçlü ve hırslı destekçileri bulunuyor.Bu iki ülke, Genelkurmay Başkanı General Halife Hafter üzerinden Libya’da hegemonya kurmak isterken, Bingazi ve çevresindeki petrol yataklarının da denetimi peşindeler.Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait savaş uçakları, geçtiğimiz aylarda zaman zaman Libya’da bombardımanlar düzenleyerek, de-facto durumun Tobruk yönetimi lehine değişmesi için ellerinden geleni yaptılar. Bütün işaretler, Fas’ta sağlanan anlaşmadan sonra, bu iki ülkenin yeni düzeni de bizzat kurmak üzere kolları sıvadığını gösteriyor.

Anlaşmanın bir diğer zaafı, sahadaki birçok grubun mutabakatı kabul etmeye yanaşmaması ya da yetersiz bulması. Öyle ki BM temsilcileri bile, imza töreninin ardından “Diğer gruplar, anlaşmayı kabul için cesaretlendirilmeli ve uygulama konusunda gayret gösterilmeli” şerhini düşmek zorunda kaldı.

Fas’taki anlaşma, ülkenin doğusunda ve batısında ortaya çıkan, son bir yıldır da en yüksek seviyelere ulaşan anlaşmazlıklar sahada kendiliğinden çözülmeden imzalandığı için, bir tür oldu-bitti aslında. Fransa ve İngiltere başta olmak üzereuluslararası kamuoyu, Libya’da “bir an önce” birlik hükümetinin kurulması için bastırdı.Çünkü acilen halledilmesi gereken bir ‘problem’, Trablus ve Tobruk’un tam arasında, deyim yerindeyse ülkenin odak noktasında gün geçtikçe büyüyor: DAEŞ.

DAEŞ’in Libya’daki görevi

“Hükümet kurulsun ki, hava saldırılarına başlayalım.” Bu cümleyi hem Fransız hem de İngiliz yetkililer son aylarda birkaç defa tekrarladı. Libya’daki siyasi ihtilafın sona erdirilmesi yönündeki yoğun çabanın ardında, halkın huzur ve güven içinde yaşaması isteğinden çok, Kaddafi’nin memleketi Sirt ve çevresini elinde tutan DAEŞ’e yönelik hava saldırılarının bir an önce başlatılması için gösterilen acele var aslında. Savaş uçakları, Kaddafi’yi BM kararını beklemeksizin bombalamıştı malum. Şimdi en azından prosedürlere riayet ettiklerini düşünerek sevinmeliyiz belki, kim bilir.

Latife bir yana, Fas’taki anlaşmayla birlikte, uluslararası güçlerin Libya’ya askeri müdahale süreci de hızlanmış oldu.Suriye’de “DAEŞ’le mücadele” adı altında ne kadar makul ve gelecek vaat eden muhalif varsa vurulduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda, Libya’da da durumun bundan farksız olmayacağını söyleyebiliriz.

Özellikle başkent Trablus’u denetimi altında tutan ‘İslamcı’ grupların yarattığı rahatsızlık, öyle görünüyor ki, DAEŞ’le mücadele etme bahanesiyle Libya’yı bombalamaya başlayacak olan ülkelerin, güçlerini ve desteklerini Tobruk tarafına kaydırmalarına yol açacak. Birlik hükümeti içinde terazinin Tobruk tarafını destekleyen uluslararası sistem, DAEŞ’in hakim olduğu bölgede düzenleyeceği hava saldırılarıyla aslında General Hafter ve ekibine alan açmış olacak. Ki DAEŞ’in Libya’daki varlığının, bu plana işlerlik kazandırmak için olduğu da neredeyse kesin gibi.

Herşey planlandığı gibi yürürse, “DAEŞ ortadan kaldırıldığında” Tobruk yönetiminin itici gücü durumundaki General Hafter’in askeri birlikleri (ve elbette Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ‘ağabeyleri’ de) ülkenin üçte ikisinde fiili egemenliği sağlamış olacaklar. Trablus ve çevresindeki paramiliter kuvvetlerse, gidişata karşı çıkmak DAEŞ’le mücadeleye sekte vurmak olarak lanse edileceğinden, bu oldu-bittiye razı olmak durumunda kalacaklar. 

Formül, Libya’da da aynı

Libya’da herşeyin planlandığı gibi yürüyüp yürümeyeceğini göreceğiz. Ama değişmeyen bir şey var: DAEŞ, tıpkı Suriye ve Irak’ta olduğu gibi, Libya’da da ‘misyon’unu hakkıyla eda etmeye hazır görünüyor.

Irak’ta formül şöyle işliyor: Özellikle Sünnilerin yoğunlukta olduğu bölgeler DAEŞ tarafından ‘işgal’ ediliyor. Ahali bölgeden kaçıyor, DAEŞ epey yağma yapıyor. Daha sonra Şiilerin domine ettiği ve direkt şekilde İran’ın yönettiği Irak ordusu (ve ona bağlı Şii milisler), oraları DAEŞ’in elinden ‘kurtarıyor’.Sonrasında ise, sakinlerinin korku içinde terk ettiği Sünni kent ve kasabalarının Şiileştirilme süreci başlıyor. Bu süreç, şimdiye kadar şaşmaksızın böyle ilerledi.

Suriye’de ise, aynı formülde Şiilerin yerinde Kürtler yer alıyor. DAEŞ’in ‘işgal’ ettiği bölgeleri ABD’nin desteklediği Kürt milisler teker teker ele geçiriyor. Etnik temizlik ve tehcir başta olmak üzere bütün enstrümanlar kullanılarak, oralar gelecekteki ‘Kürt devleti’nin mevhum sınırlarına dahil ediliyor. DAEŞ, Suriye’de ayrıca Beşşar Esed rejimiyle savaşan muhalif gruplarla mücadele ederek, ülkenin batı yakasında kurulması planlanan Alevi-Nusayri devletine giden yolun da taşlarını döşüyor.

Tüm bu planlanan değişimler istendiği gibi gerçekleştirildiğinde, DAEŞ de kendi kendine tarihe karışacak. Samimi duygularla “İslâm Devleti” için çarpışan garibanlar savaş meydanlarında can verecek; onları cepheye süren aklı oluşturan parçalarsa, ait oldukları ülkelerin istihbarat birimlerindeki görevlerine geri dönecek. İslâm dünyası aklını başına toplamazsa ve kendi kaderine sahip çıkma iradesini göstermezse, yakın gelecekte başka senaryolar yazıp uygulamak üzere...

[email protected]