Liderini ve partisini arayan sol muhalefet

Doç. Dr. Ertan Aydın - Siyaset Bilimci
15.06.2013

CHP bundan sonra benim seçim kazanmam zaten imkansız diyerek temsili demokrasi kurallarını bir kenara bırakıp, kendini intikamcı bir sosyal medya siyasetinin kucağına mı atacak? Süreç, sol siyasette yeni parti oluşumlarını tetikleyerek yeni liderler ortaya çıkarabilecek mi? Türk siyasi hayatının geleceği AK Parti’nın Gezi olaylarından çıkardığı dersler kadar, Sol'un ve CHP’nin çıkardığı derslere göre de şekillenecek.


Liderini ve partisini arayan  sol muhalefet

Gezi Parkı eylemlerinin Türkiye’deki iktidar partisi bakımından ortaya çıkardığı dersler kadar, muhalefetteki Kemalist liderlik ile sol ve liberal tabanı arasındaki karmaşık yeni ilişkiyi göstermesi açısından önemli yansımaları olacaktır. Eyleme katılan kitleler, CHP’ye oy veren kesimler ve onların yeni nesil gençleri olmasına rağmen niçin temsili demokrasi mekanizmalarını ve CHP liderliğini kullanmayan bir siyaset yoluna girdiler? Bu eylemler elitist Kemalist siyasi gelenek için bir kırılma ve aşılmayı mı yoksa bir dönüşüm ve strateji değişikliğini mi gösteriyor? Türk siyaseti içinde Kemalist projeler, ilk başlarda bile genel çoğunluğun desteğine sahip olamadığı için, temsili ve çoğulcu demokrasi ile hep sorunlu bir ilişki yaşayagelmişlerdir. Gezi olaylarını bu sorunlu ilişkinin neticesinde son bir kaç yılda şahit oldukları ezici AK Parti seçim zaferlerinden sonra belli kesimlerin yaşadıkları demokrasiden tam ümit kesme aşamasında, sosyal medya, sokak gösterileri ve dış basının oryantalist önyargıları desteğiyle tekrar jakoben bir şekilde, seçimsiz “halk iradesini” temsil etme çabası olarak da görmek mümkündür.

Ertelenmiş demokrasi

CHP zihniyetinin 1930’lu yıllarda hem teorik olarak demokrasiyi kabul edip, hem de onu pratikte inkar etmelerini fikri olarak meşrulaştıran teorik çerçeveyi sunanlar, “ertelenmiş demokrasi” ve soyut bir “halk iradesi” kavramlarına başvurmuşlardı. Batı medeniyet kodlarını içselleştiren ve Türk halkını o medeniyet seviyesine zorla çıkaracağını iddia eden CHP, çok partili bir siyasetle iktidarda kalamayacağını bildiği için, "cahil halk" demokrasiye hazır değil ama biz onlar için en iyisini biliyoruz ve onların iradesini temsil ederiz iddiasındaydı. Zaten tek parti iktidarı olduğu için bu soyut tezleri test etmeye ihtiyaç duymadıkları gibi, Avrupa ve Amerika kamuoyu ve basınının da genel desteğine sahiptiler. Zira dış basına kendilerinin geri kalmış doğulu Müslüman bir toplumu, Batılılaştırıp, laikleştiren "devrim havarileri" olarak sunmakta ve Batılı elitlerin oryantalist önyargılarını ve kendi medeniyetlerine olan narsist sevgilerini okşadıkları için yurt dışında sürekli övgüler alabilmekteydiler.

Demokrat Parti ve Adnan Menderes’in çok partili siyaset içerisinde Kemalist sol zihniyeti muhalefete ittiği bir ortamda, ilk Kemalist demokrasi teorisi de krize girmişti. Zira çok partili seçimler ve temsili demokrasi olması durumunda, seçkinci elitlerin kendilerini halkın iradesini temsil ettikleri tezi çürüyordu. 1960 darbesi öncesindeki gençlik hareketleri ve sokak gösterileri “halk iradesi” kavramına yeni bir yorum getirdi. Bu iradeyi seçim değil, sokağa çıkan ve özgürlük isteyen gençler ve eylemciler ifade edecekti.  Soğuk Savaş dönemi siyaseti çerçevesinde Menderes’e karşı Amerika ve Avrupa’dan destek bulma arayışları ve neticede askeri darbe, yeni bir Kemalist siyaset geleneğini oluşturacaktı. Eğer temsili demokrasi ile iktidar olunamazsa, askeri müdahale ve yurt dışından siyasi ve medya desteğiyle tekrar iktidar olunabilecekti. Diğer darbelerdeki Kemalist zihniyetin çok partili rejime rağmen iç siyasete müdahale etme arzusu, hep bu cahil halk varsayımı ve halkın gerçek menfaatlerini ve iradesini, askerlerin gücü ve Avrupa medeniyet değerlerinin ithaliyle Türkiye’ye taşıma iddialarına dayanmaktaydı. 

2002 sonrasındaki AK Parti seçim zaferleri ve siyasetleri, bu eski CHP söylemini ve iktidar metotlarını pek çok yönden gayrimeşru kıldı ve temelden sarstı. Üst üste yedi seçimde ezici bir hezimet yaşayan CHP, buna ek olarak Batı medeniyetinin değerlerini geri kalmış Müslüman bir ülkede “irticaya” karşı temsil etme tezini de yitirdi. AK Parti elitlerinin Avrupa ve Amerika liderleri ve kamuoyuyla kurduğu diyalog, sorunlu da olsa, bu süreçte çok önemliydi, zira Batıcı demokrat ilericiler ile gerici İslamcıların Türk siyasetinde çatıştığı ve dış dünyanın ilerici Kemalistlerin yanında olması gerektiği yalanını yıkmıştı. Bu durum, zihniyetlerinin CHP tabanında hiç iktidar olamayacağı yolunda derin bir karamsarlık yarattığı gibi, kendi genç nesilleri ile eski elitleri ve siyasetçileri arasında da bir kopukluk yaratmaktaydı. En son Kemal Kılıçdaroğlu’nu lider yaparak gençler ve genel kitleler için yeni bir mesaj vermeye çalışan CHP bunda da başarısız olmuş, zamanla kendi tabanını temsil etmekte bile çok cılız bir hale gelmişti.

Kemalist tezlere rötuş

İşte bu ortamda, gerçeklik farklı olsa da, yıkılıp AVM yapılmak istenen bir parkı korumak gibi, herkesin anlayabileceği ve dış dünyanın kamuoyunda da rahatlıkla sempati görebilecek "haklı" bir mikro davanın üstüne, polisin orantısız güç kullandığı iddiası da eklenince, eski Kemalist zihniyetin tezlerini revize edip, sosyal medyayla yayarak, 1990’lar neslinin anlayacağı hale getirmek için harika bir fırsat doğmuştu. 

Halk iradesini bu kez yine seçimler ve temsili demokrasi değil, göstericiler ve eylemler ortaya koyacaktı. Ve nihayet AK Parti iktidarı sürecinde kaybolmuş Batı medyası desteği tekrar Kemalist zihniyetin arkasına alınabilir görünmekteydi. Gösterilerin ilk başından beri, yurt dışındaki basın ve liderler seviyesinde yapılan girişimler ve onlara bu olayların Tayyip Erdoğan "diktatörlüğü"ne verilen haklı tepkiler gibi sunup, Avrupa ve Amerikalıların Oryantalist önyargılarını sömüren hamlelerin yapılması tesadüfi değildir. Zira seçimlerle çoğunluk olamayan bir zihniyet için, “Batı medeniyeti bizim gibi ilericilerden yana” diyebilmek çok önemli olagelmişti. Daha da önemlisi, tüm bu eylemler sırasında, hiç bir şekilde konuyla ilgili olarak referandum yapılsın, tekrar seçime gidilsin veya bir sonraki seçime kadar ertelensin tezi de dile getirilmemiştir. Sol ve Kemalist zihniyetin yeni gençlik tabanı, çok partili seçimlerden iyice ümidini yitirmiş görünmektedir ve artık seçim kazanamayacağına inanmaktadır. Onun için bir kamu alanını işgal edip, kameralara hitap eden şirin gösterilerle soyut halk idaresi yarattığını iddia etmektedir. Bu “şirinleştirme” çabaları için sanatçıların katılımı ve sevimli eylem ritüelleri de bu iradenin meşrulaştırıcı ivmesi olarak görülmektedir. 

Ancak, gösterilerin Gezi Parkı dışındaki kısmı hiç te şirin olmayacaktı. Zira seçimlerden ve CHP liderliğinden ümidini kesen bu zihniyet, kendisi gibi düşünmeyen kitleleri ikna etmeye de çalışmamakta, anlamsız bir “intikam” duygusuyla hareket etmektedir.  Onun için farklı fikirdekilerle konuşmak ve onlara derdini anlatmak yerine, AK Parti tabanı ile özdeşleştirilen başörtüsü gibi simgelere saldırı ve tacizler artmakta, ya da çok nihilist bir küfür etme ruh haline girilmektedir. Bu süreçte kimse somut amaçları dahi listeleyememekte, talepler sorulduğunda çok uzun bir muhalefet manifestosu sunulmaktadır. Yaşam tarzı kaygıları iddiasıyla motive olan bu kitlenin, kendilerinden görmedikleri insanların yaşam tarzlarına yönelik fiili baskı ve "sembolik şiddet" enstrümanlarını devreye sokmaları oldukça manidar gözükmektedir. Zira, başlangıçta yeni bir demokratik sosyal hareket olarak ortaya çıksalar da, Jakoben zihniyete sahip atalarından miras aldıkları ritüel ve yöntemlerin pek de demokratik olduğu söylenemez.  Bu kültürel sermayenin ortaya koyduğu tepki biçimlerine radikal sol grupların vandalizmi de eklenince Türk siyasi tarihinin en çarpıcı muhalefet görüntülerine şahit olmaktayız. Sonuçta ortaya ulusalcı, sol ve lümpen refleksleri de içinde barındıran neo-Kemalist bir sosyal hareket görüntüsü çıkmakta ve bu da hareketin sosyolojisini analiz etmeyi belli ölçülerde zorlaştırmaktadır. Oysa, cumhuriyet elitinin tarihi süreç içerisinde evrilerek bugüne kadar geliştirdiği farklı reflekslerin anlaşılması bu hareketin anlaşılmasına da yardımcı olacaktır. Geçmiş Kemalist siyasi reflekse kıyasla bugünkü hareketin en önemli farkı, laiklik, şeriat, irtica gibi makro konular yerine ağaç, park, AVM gibi mikro konuları ön plana çıkarması ve bunu sosyal medya, dış basın ve sanatçı soslarıyla marine ediyor olmasıdır.

Bu süreç, muhafazakar sağ seçmenin kimliğine daha çok sarılması ve aidiyet bilincini arttırmasına yol açtığı gibi sol ve Kemalist seçmeni de ideolojik olarak mobilize etmiştir. Muhafazakar seçmen büyük oranda Ak Parti çatısı altında kendini ifade ederken, CHP'nin sol ve Kemalist seçmeni temsil noktasında ciddi sıkıntılar yaşadığı görülmektedir. Bu yüzden, Gezi sürecini kontrol eden güçlerin ısrarla Gezi-CHP özdeşliği algısını yıkmaya çalıştığı görülmektedir. Zira, böyle bir algının eylemlerin etkisini azaltıp, CHP'nin sahip olduğu tüm sıkıntılı mirasın gölgesinde kalacağı bilinmektedir. Fakat, eylemlerin biçimi ve eylemcilerin profili dikkatle incelendiğinde, sürecin orta vadede CHP'nin siyasal gramerine hapsolacağını söylemek mümkündür

Sonuç olarak, tüm bu gelişmeler CHP liderliği için ciddi sorunlar ortaya çıkaracaktır. Zira çok partili siyaset içerisinde, onun kurallarına bağlı olduğunu iddia eden bir parti olan CHP, bu nihilist tabanının taleplerini meşru siyaset seviyesine nasıl aktaracaktır? CHP bundan sonra benim seçim kazanmam zaten imkansız diyerek temsili demokrasi kurallarını bir kenara bırakıp, kendini intikamcı bir sosyal medya siyasetinin kucağına mı atacaktır? Süreç, sol siyasette yeni parti oluşumlarını tetikleyerek yeni liderler ortaya çıkarabilecek mi? Türk siyasi hayatının geleceği AK Parti’nın Gezi olaylarından çıkardığı dersler kadar, Sol'un ve CHP’nin çıkardığı derslere göre de şekillenecektir.

[email protected]