Maarif meselesi ve dil sorunu

Ali Osman Sezer/ Zonguldak Bülent Ecevit Üniv. Öğr. Gör.
2.02.2019

Okumak, seslendirmek değil anlamaktır, düşünmek ise anlamlar arasında bağlamlar kurup yeni anlamlar üretebilme eylemidir. Bu eylemde ortaya çıkan emek ise meta değil öncelikle insanın yapıp ettikleri ile ürettiği kendisidir. Maarif meselesini, bizi biz yapan dilin ve inancın da temel kavramları olan okumak, düşünmek ve emek üzerinde sistemleştirmek zorundayız.


Maarif  meselesi  ve dil  sorunu

Her şey kendini, kendisi kadar ifade eder ve bu ifade kadar vardır. Öyleyse dil varlığın kendisidir. İfadeler, onu muhataba ifade edenin dili iken, muha-tabın bu ifadeyi dile getirebilmesi öncelikle onu anlaması ile mümkündür.  Bir ifadeyi anlayıp dile aktarabilmek bilme eylemini başlatır. Başlatır, çünkü anlama, zihnin bilgiyi sindirme ve böylece onu yorumlayıp o bilgiden yeni anlamlar ve veriler üretme sürecini işletebilmektir. 

Varlığın varoluşu, onun ifadesi ile gerçekleşir. Her varlık da bu ifade üzerinden diğer varlığa uzanma, onunla alaka kurma eğilimindedir. Bu ifa-delerin karşılıklı okunup, algılanabilmesi ise ortak bir dilin üretilebilmesi ile mümkündür. Dil karşılıklı ifadelerin algılanıp, anlamlandırıldığı sembol-lerle kurulur. Bu semboller varlığın içkin ifadesini, muhatabına aktarabildiği bir yol çizer. Dil, varlığı varlığa ulaştıran bir yoldur. Her varlık ne ifade ettiğini bu dille diğerine arz eder. İnsan dışındaki tüm varlıklar bunu, varoluşlarını gerçekleştirerek zaten fiili olarak yapar. Yani varoluş hali zaten bir dildir. Bu anlamda istisna olan insan fiziki varoluşu ile diğer varlıklarla benzer bir dili kullanırken, soyut ve düşünsel varoluşu için fiili dilin dışında soyut bir dil (yol) bularak, bu yönünü açığa çıkarabilir. Böylece soyut semboller üzerinden düşüncelerini ifade ederek somutlaştırabilir. Biri bedensel varoluşun ifadesi, diğeri ise zihinsel ve ruhsal varoluşun ifadesi. Bu yüzden varlık ve ifade birbirinden hiç ayrılmaz ve birinde olan değişim diğerinde de derhal vücut bulur.

Özellikle insan, sınırları kestirilemeyecek bir kapasiteye sahiptir ve bu kapasite onun sahip olup kullandığı dilin niteliği ile şekillenir, açığa çıkar. İnsan, sahip olduğu dilin imkanları ölçüsünde ortaya çıkan anlam ilişkileri ile kurduğu bir evrende yaşar. Aynı mekanda, bambaşka evrenlerde yaşa-yıp farklılaşabilmek, insanın içinde bulunduğu mekanla kurduğu anlam ilişkileri ile gerçekleşir. O mekana dair ürettiği anlamlarla kendine has bir evren de üretmiş olur.   

İnsan anlam ilişkileri üzerinden gerçekleştirdiği eylemleri ile hem fizyolojik, hem de zihinsel olarak şekillenir. Fizyolojik şekillenme ağırlıklı ola-rak sindirim sistemi, diğeri ise beyin merkezli bir sistemle gerçekleşir. Son yıllarda bağırsakların ikinci beyin olduğu söylemi bu bağlamda da anlamlı görünüyor. Çünkü insan bedensel olarak, yediklerini sindirip bedenine dönüştürebildiği oranda fizyolojik sağlığını sürdürebilir. Aynı durum beyin için de geçerlidir. Beyin de dışarıdan aldığı verileri anlayabildiği, kavrayabildiği oranda sindirip onları kendi varoluşunu inşa edeceği anlamlara dönüştü-rebilir. Her iki sistem de tanımadığı, anlamlandıramadığı veriyi, verileni sindiremez.  

İkinci beyin söylemi

Eğitim–öğretim sistemi(maarif), bir toplumun bilgi ve kültür durumunu, planlı ve bilinçli olarak yeni nesillere aktarma, zamanın ihtiyaçlarını ge-liştirme, toplumun düzen içinde sürekliliğini sağlayabilme esasına dayanır. Yani zihinsel verilerin anlaşılıp sindirilmesi ile istendik davranışların ve becerilerin edinilmesidir eğitimin amacı. Bu aktarım elbette dil üzerinden gerçekleşir. Kullanılan dilin mahiyeti, eğitim öğretim seviyesini doğrudan etkileyecektir. Öyleyse eğitimin her aşamasında öncelik, amaçlanan konuyu aktaracak dilin zihinsel olarak sindirilebilmesine bağlıdır. Zihin, anlam ilişkisi kuramadığı dili sindiremez. Öyleyse eğitimin önceliği ele alınan konunun araçları olan kelimelerin kavranmasıdır. Zaten hazır bir kavramdan söz edilemez. Kişi, dilin anlamı üzerinde gelişen yetenekleri ölçüsünde bir konuyu kavrar ve bu kavrama yetisi, kişiye ait kavramlara dönüşür.  Bu, muhatabın zihinsel olarak o konuda anlam ilişkileri kurup, verili olandan yeni anlamlara ulaşabilmesinin, yani zihinsel sistemin sağlıklı çalışabilme-sinin tek yoludur. Aksi takdirde anlam ilişkisi kuramayan zihin düşünemez, uydurur. Örneğin başörtüsünü laikliğe aykırı bulan bir zihnin, kendisi gibi olmayana tahammül edememe halini ifade etmek için laiklik kavramını kullanmış olması, başka türlü nasıl izah edilebilir. Oysa laiklik, kavramsal olarak bunun tam tersini, yani inanç ve düşünceleri hususunda hiç kimsenin baskı altına alınamayacağını, bunun güvencesinin de devlet olduğunu, devletin bir dini olmadığını ifade ederken, bu kavramı devlet dini haline getirip tek tip inanç ve yaşam biçimi dayatmanın meşruiyet aracı haline getirebilmek ancak kavramların anlamlarından kopartılıp zihinsel olarak algılanamayacak hale getirilmesi ile mümkündür. İnsanı anlamadan insana dair olanı anlamak mümkün değildir. Elbette bu her alan için geçerlidir. Sadece bir örnek üzerinden, bir kavramın anlamsal içeriğinden koparılması-nın bir ülkede nelere malolabileceğini uzun yıllar tecrübe ettik. Türkiye’de hemen herkesin uzun yıllar eğitim kurumlarının tedrisatından geçmiş olma-sına rağmen temel kavramların bile içeriklerinden bambaşka algılanmış olmasını nasıl yorumlamalı ve bundan sonrası için ne yapmalıyız sorusunu öncelikli olarak önümüze koymalıyız.   

Foucault’nun ifadesi ile “kavramlar düşüncenin nesneleridir.” Düşünme işi kavramlarla gerçekleştirilir. Kelime, onunla kavranan anlamlar ile kavramsallaşır. Düşünce de anlam ilişkisi kurabildiğimiz kavramlarla üretilebilir. Anlamla ilişkilendirilememiş kelime bilgisi düşünce eylemini başla-tamaz.  

Bu bağlamda beşeri bilimler için insan dilinin, tabiat bilimleri için ise tabiattaki varlıkların dilinin bilinmesi, bilimsel çabanın en önemli unsuru-dur. Bilim adamı, ilgilendiği varlığın dilini çözme çabası içinde olan ve o dil bu üzerinden anladığını yeni anlamlara dönüştürüp yorumlayabilen kişidir. Aksi takdirde, konuyu yazıp çizen ve seslendiren, ancak bunların ne anlama geldiğini bilmeyen, anlam da üretemeyen bir sisteme hapsolma tehlikesidir söz konusu olan.

Beşeri ve tabiat bilimlerinin her bir dalı kendi ilgilendiği varlık sahasına ilişkin bir dil üzerinde faaliyet gösterir. Bu faaliyetin bilimsel içerikte ya-pılabilmesi, o alana ilişkin dili bilmeye dayanır. Bilim, varlığın dilini çözme ve onu anlayıp, anladığını insan diline dönüştürüp yorumlayabilme çabasıyla gerçekleşir. Anlam ilişkisi kurulamamış semboller üzerinden düşünce üretilemez ve çalışma sadece sembollerin anlamını bilmeden, seslen-dirme veya yazma seviyesinde kalır. Burada işlem doğru olsa bile bunu yapan kişinin bu doğruluğu değerlendirebilecek kriteri ve kapasitesi yoktur.

Anlam bilgisi

Bu değerlendirmeler üzerine, eğitim öğretim faaliyetinin istenen sonuçları verebilmesi, bu faaliyetin her aşamasında anlam bilgisinin öncelenme-sine bağlıdır. Her disiplinin kendine has bir dili vardır. Bu dilin araçları bilinip onlarla anlamlara dokunup kavranmadan o alanda bilimsel bir iş yapılamaz. Bu nedenle bilimsel çalışma o alana ilişkin dile hakim olmadan gerçekleşemez. Dili tanımak, araçların anlamlarını ve ne işe yaradıklarını öğrenmek, kavramak ise bizzat onlarla anlamlara dokunup yeni anlamlar üretmekle, onları tutup kavrayabilmekle gerçekleşir. Bu yüzden her insan kavramlarını ancak kendisi üretebilir. Sözlük bize kelime bilgisi verebilir, kavramları ise ancak o sözcüklerle anlamları tutup kavradığımızda edinebi-liriz. Tabii ki bunun için o sözcüklerin anlamını bilmek gerek. Eğitim kurumları planlanan alana ilişkin dilin öğrenilmesini ve öğrencilerin bu dille anlam ilişkilerini deneyimlemesini sağlayarak öğrencilerin kendi anlam ilişkilerini tutup kavrayabileceği kavramlar edinmesini amaçlamalı.  Örneğin pi sayısının 3,14 olduğu bilgisi bu haliyle bir malumat, kelime bilgisidir ve buna ulaşmak için kurumsal bir ortama ihtiyaç da yoktur. Bu o terimin anlam bilgisine ilişkin bir veri değildir. Pi’nin asıl anlamı çemberin çevre uzunluğunun, o çemberin çapına olan oranıdır. Yüzeysel de olsa bu anlaşıl-madan 3,14 verisinin ne, nasıl, niçin gibi sorulara ilişkin hiçbir anlamı olmayacaktır. Her öğrencinin bunu ölçümleyip bu sonuca ulaşması zor değil. Asıl zorluk bu bilginin ne anlama geldiğini bilmeden onu zihinde taşımak zorunda kalmak. Bugün en zor integral problemlerini çözebilecek yeterlilik-teki çok zeki öğrencilerin acaba kaçı onun ne anlama geldiği hakkında bir fikri vardır. Ne işe yaradığı hakkında hiçbir fikrimizin olmadığı bir konuda uzman olmak patolojik bir durum değil midir? Çünkü zihin anlam ilişkisi kurmadığı bilgiyi sindirip yorumlayamaz. Düşünmek, zihnin sahip olduğu kelimelerin anlam bilgisi ile yeni anlamlara varma eylemi, yolculuğudur. Anlam bilgisi yoksa düşünme de yoktur. Özellikle bugün bir şeyin bilgisine ulaşmak için eğitim kurumlarına ihtiyaç yoktur. Bu yüzden eğitim kurumları, bilginin anlamını tartışıp deneyimleyerek bugünün anlamını üretme mekanları olarak dizayn edilmek zorundadır. Verdiğimiz örnekte her öğrenciye çemberin çevre ve çap uzunluğunu bizzat ölçümleme imkanı veren ve ortaya çıkan sonucu kullanabilme yetisi kazandıran ortamı kurduğumuz zaman etkin eğitim kurumlarına kavuşmuş olacağız. Aksi takdirde zaten öğreticilerin malumatı olan bilgiyi hiçbir alamete dönüştürme yetisi olmadan, öğreniciler tarafından öğreticilere geri bildirmekten öte geçmeyen bir ortamın içine sıkışıp kalma tehlikesidir söz konusu olan. Elbette sahip olduğu kavramların içerikleri hakkında anlam ilişkisi kuramayan bir kişiden anlamlı ifadeler ve davranışlar beklemek abesle iştigal etmek olur. Bu nedenle eğitim öğretim faaliyetinin her aşamasında öncelikli konu, ele alınan konuya ilişkin bilginin, anlam ilişkisini kurmak, mümkünse öğrencinin bunu deneyimlemesine imkan sağlamaktır.   

Okumak, seslendirmek değil anlamaktır, düşünmek ise anlamlar arasında bağlamlar kurup yeni anlamlar üretebilme eylemidir. Bu eylemde or-taya çıkan emek ise meta değil öncelikle insanın yapıp ettikleri ile ürettiği kendisidir. Maarif meselesini, bizi biz yapan dilin ve inancın da temel kavramları olan okumak(anlamak), düşünmek(anlamlar arası bağlamlar kurmak) ve emek(akli bağlamlarla bilinçli oluşlar gerçekleştirmek) üzerinde sistemleştirmek zorundayız.     

[email protected]