Macron hükümeti yıkılsa ne yazar?

Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar
6.07.2023

Fransa yangın yerine dönse bile hepimizi bir düzene mahkum eden -Byung-Chul Han'ın dediği gibi- “Demokrasi için üretilen şeffaflık bir neo-liberalizm aygıtı” olarak işlev görmeye devam edecektir. Fransa'da kan gövdeyi götürse de Batı düşüncesinin temelini oluşturan, insanı, sahip olduğu iman, ahlak ve erdem üzerinden değil, ten rengi üzerinden tasnif etme vahşiliği bitmeyecek.


Macron hükümeti yıkılsa ne yazar?

Bugün dünyada egemen olan sosyal ve siyasal paradigma esas olarak Fransız menşeilidir. Her ne kadar düşünce tarihi çalışmaları ve tezleri Alman Felsefesi, İngiliz Siyaseti ve ABD gücünü eşit ağırlıkta ansa da işin esasında, modernizmi oluşturan temel parametreler Fransız orjinlidir. Günümüzün içi boş ancak herkesin taptığı sihirli kavramı olan "demokratik cumhuriyetin" kurucusu Fransa değil midir? Kendi kendisinin sınırlarını ve kapasitesini belirleyen insan türünün doğum yeri burası değil midir? İnsanın hem hayatından hem de vicdanından tanrıyı kovan kim? Laisizm değil midir? İlahi içerikli "Adalet" kavramını eşya merkezli "eşitlik" ile çerçeveleyen düşüncenin kaynağı neresidir?

Bir sosyoloji hocası olarak elbette insanlığın bu dünyadaki tüm pratiklerini, kazanımlarını, düşünce sistemlerini, toplumsal değişim dinamiklerini ve metodolojik bilgisini tek bir merkez veya tek bir sosyoloji üzerinden okunmasının mümkün olmadığını, dahası bunun son derece de bağnazca bir tutum olduğunu biliyorum ve görüyorum.

Ancak bugün dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir akademisyenin, hiçbir dinin, hiçbir siyasi yapının, hiçbir ideolojinin ve hiçbir kişinin itiraz edemediği bazı kavramlar ve değerler vardır. Bunlar insanlığa sistematik olarak Fransız devrimi ile birlikte ikram edilmişler sanki: eşitlik, özgürlük ve kardeşlik.

Kavramların içerik ve imaları

Bu kavramların içerik ve imalarını çok genç yaşta, okuduğum medresedeki Seyda Molla Derviş'ten dinlemiştim. Molla Derviş, hem vaiz hem de müderristi. Kelimenin tam anlamıyla bir alim ve hikmet ehliydi. Çağdaş ifadesi ile söylemek gerekirse bizim idolümüzdü. Türkçe, Kürtçe, Arapça, Farsça ve Osmanlıca biliyor, bildiği her dilin en güzel edebi metinlerini ezberlemiş, beyitler okuyor şiir fısıldıyor, dini musikinin tüm inceliklerine vakıf... Hattat Hamit Aytaç'ın yolunda ve aynı zamanda kendisine ait özel bir tarz da geliştirmiş, her konuyu sizi hayran bırakan bir darb-ı mesel ile anlatıyor, son derece hoş bir Diyarbakır şivesine sahip, dünyadaki İslam coğrafyası ile son derece ilişkili, Osmanlı hayranı, müritleri var, sevenleri çok, hem alim hem zahit ve de çok zarif...

Bir gün derste, insanın iradesi ve özgürlüğü meselesi geçince "Bu kavramların günümüzdeki karşılığı ile size söylediklerimin birbirinden çok farklı olduğunu bilin", deyip bize Fransız ihtilalindeki bahse konu kavramların nasıl bir mantık üzerine oturduklarını çok detaylı bir şekilde anlatmıştı:

"İnsanların sahip oldukları irade, erdem ve değerlerin değil, biyolojik varlığının adalet için ortak payda haline getirilmesinin adıdır eşitlik. Üstün meziyetleri olanları aşağılayarak diğerleri ile eşitlemektir Fransız devriminin temelindeki "eşitlik" ilkesinin. Mümin ile kafirin eşitlenmesidir demişti. Bundan kast ettiğim şey kişinin bir iman sahip olup olmaması meselesi değildir, hakikat ile arasındaki ilişkidir esas olan. Evrensel hakikate yakın olan ile uzak olan asla eşit olamaz" demişti. "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" ayeti ile konuyu bitirip bu ifsadın İttihatçılar tarafından bize ithal edildiğini anlattı. Topluma bunun kabullendirilmesinin de aşağılık kompleksi oluşturulmak suretiyle yapıldığını anlattı: Önce Anadolu insanının sahip olduğu sosyoloji aşağılandı sonra da onlara bu aşağılık kategoriden çıkmaları için kendilerini takip etmeleri tavsiye edildi.

Özgürlük ise kişinin benliğini kuşatan zincirlerden kurtulması anlamında değildir, aksine onu yaratana başkaldırmasıdır, yaratıcıya meydan okumasıdır. Elbette kişi inanıp inanmamakta özgürdür, hatta herkesin dini kendisine aittir ve ötekinin kutsalına saygı göstermek ilahi bir emirdir. Klasik düşüncede "özün" gür olması, yaratanla savaşılarak elde edilen bir imkan değildir. Kişinin kendi nefsi ile verdiği mücadeledeki kazancıdır özgürlük. İşte Fransız devrimi ile sloganlaşan özgürlüğün asıl bağlamı budur. Bu konuya da İttihatçılar el attı; halkla padişah arasındaki deruni ilişkiyi "kulluk" ile kavramsallaştırıp karşısına özgür vatandaşlık söylemini oturtup halka benimsettiler. Kardeşlik ise, barışçıl bir dünya kurma amacıyla üretilen bir değer değildir, aksine aynı dinin mensupları arasındaki dayanışmayı ve güç birliğini güçlendiren bu kavramın dünyevileştirilmesi içindir. Hatta içinde uhrevi bir ima olmayan her birliktelik nihayetinde pratik bir (çıkara) amaca matuf olmak durumundadır. İttihatçılar için ise bu kavram, Batılı değerler ortak paydasında yeni bir "ulus kardeşliğinin" inşa edilmesinin anahtarıdır. Hepimiz aynı güneşin altındayız gibi parlak sözler ile dinin temel sosyolojik çatısı olan "ümmet" fikri dağıtıldı...

Dönüşüm beklentisi

Derviş hocanın o gün bize anlattığı bu tarihsel gerçekliğin bir başka özelliğini de Osmanlı Toplum Yapısı derslerinde fark ettim; Cumhuriyet Türkiye'sinin kurucu siyasi hareketi olan İttihat Terakki, bir başka dildeki Fransız Devrimi demektir.

Peki bu konunun son günlerdeki protestolarla nasıl bir ilişkisi var diye sorulabilir doğal olarak?

Birincisi bu protestoların Fransa'da herhangi bir dönüşümü doğuracağı beklenmesin. Çünkü toplumsal değişimin asıl dinamik faktörü olan düşünceye ve felsefeye yönelik bir talep ve itiraz yok, izlenen politikalara ve nihayetinde var olan siyasi iktidara bir itiraz var. İdarecinin değişimi talebi var. Macron gitsin yeter. Macron gitse ne yazar peki? Zaten ülkenin kurucu dinamiği de bu nümayiş geleneği değil midir?

Elbette on milyon Cezayirli Müslümanı sistematik olarak ve hunharca katleden bir ülkeye karşı birikmiş bir kinimiz var, ve elbette Afrika'daki gariban ve sevimli siyahilerin hayatını ve geleceğini karartan bir devlete karşı öfkemiz de büyük. Burada işlediği suçlardan dolayı yaşadığı sarsıntılar da içimize su serpecek biliyorum. Tabii ki de ülkemizin "kardeşliğini" zehirleyen mikrobun üretildiği ülkenin yangın yerine dönmesini keyifle izleyebiliriz ama bütün bunlar sadece bizim için anlık hoşluklar ve keyifli duygulardır.

Faşizm bitecek mi?

Şu anki hükümet devrilse, eminim ki din kardeşliğini buharlaştırıp yerine ulus kardeşliğini inşa eden faşizm bitmeyecek. Fransa yangın yerine dönse bile hepimizi bir düzene mahkum eden ve Byung-Chul Han'ın dediği gibi "Demokrasi için üretilen şeffaflık bir neo-liberalizm aygıtı olarak işlev görmeye" devam edecektir. Fransa'da kan gövdeyi götürse de Batı düşüncesinin temelini oluşturan, insanı sahip olduğu değer yüklü iman, ahlak ve erdem üzerinden değil, ten rengi üzerinden tasnif etme vahşiliği bitmeyecek. Macron bir sokak gösterisinde öldürülse bile insanlığın çekirdek kurumu olan aileyi tehdit eden sapık hareketler yok olmayacak.

Bütün Batı ülkelerinde hükümetler devrilse bile, peygamberlerin yaşadıkları coğrafyalara nakşettikleri mesajlarını ve adlarını çağrıştıran isimlendirmeleri yok eden fantastik mitolojik hikayeler bitmeyecek. Söz gelimi ne olursa Hz. Süleyman ile Belkıs'ın hikayesinin geçtiği mekânın adı Zeugma olmaktan kurtulup tekrar Belkıs olabilir?

Bilindiği gibi Hz. Süleyman, tüm mahlukata hükmedecek bir ilim sahibiydi. Zira o adalet ile hükmetme buyruğunun canlı timsali idi. Yeryüzünde adalet ile yönetecek arz (yer) aramaya çıkarken ona hep Hüthüt kuşu eşlik ederdi. Çünkü Hüthüt, yeraltı su kaynaklarını biliyor ve gelip Hz. Süleyman'a haber verdikten sonra ordu su kaynağına yakın konuşlanıyordu.

Bir gün Hüthüt gelip ona çok mamur ve güzel bir ülkenin varlığından, bilgili ve zarif bir Melikesi olduğundan bahsetti. Hüthütün getirdiği bilgiler üzerine Hz. Süleyman yine hüthüt ile o ülkenin Melikesini tevhit dinine davet eden bir mektup gönderdi.

Mektubu alan Belkıs ülkesinin ileri gelenleri ile bu durumu istişare etti. Sonunda Hz Süleyman'ı görmek, onun peygamberliğinin gerçekliğini bilmek istedi. İşte bu hikayenin detaylarının imgelerini içeren antik kentin adı halk arasında Belkıs'tır. Binlerce yıllık Belkıs ismi bir günde sosyal evrimci bir antropolog ve kadim medeniyetleri "ilkel" olarak tanımlayan bağnaz bir arkeolog tarafından Zeugma oldu.

Bu bozgunculuğun telafisi, bir Batı ülkesindeki hükümetin yıkılması veya bir ülkenin dağılması ile mümkün değildir. Paradigma yıkıldığında ancak sevinebiliriz bence. Mesela bugün hiç kimse ve hiçbir din veya medeniyet, Fransa'dan veya Fransızlardan başka "özgürlük, demokrasi ve hukuk" kavramlarının içeriğine müdahale edecek bir güce sahip değildir. İnsanlığın ortak mirası olan bu değerlerin içeriğini tüm insanlık adına onlar üretiyorlar ve tedavüle sokuyorlar.

Bir sosyoloji profesörü olarak, bir Müslüman olarak ve bir yazar olarak "insan eşrefi mahlukattır" demekten ürküyorum: "Andolsun ki biz Ademoğullarını üstün ettik, karada suda taşıdık onları tertemiz şeylerle rızıklandırdık onları ve yarattıklarımızın çoğundan üstün ettik onları" diye buyurulan evrensel/doğal hakikati dillendirmek için ayrıca bir beşere referansta bulunmaya zorlanıyorum.

Ez cümle günümüzde egemen olan siyasal paradigmanın kurucu babası Fransa'dır. Ülkemizdeki paradigmanın da kurucu babası İttihatçılardır. İttihatçıların Fransız ihtilalinden aldıkları fikirlerle bu ülkenin siyasetini ve sosyolojisini nasıl tahrip ettiklerini bir başka yazıda ele alıp konuyu son birkaç soru ile bitirelim:

Fransa'daki mevcut hükümet dağılsa ve her krizle birlikte yeniden inşa ettikleri cumhuriyetin bilmem kaçıncısı ilan edilse insanlığı zehirleyen çaresiz hastalık faşizm bitecek mi? Kutsal aileyi yok eden toplumsal cinsiyet saçmalıkları sona erecek mi? Ümmet fikrini yok eden ulusçuluk unutulacak mı? Devletin temeli olan adaletin yerini alan demokrasi bir toplumsal değer olmaktan çıkıp bir yönetim tekniği olacak mı? Bu kozmosta en yüce varlık olan insanı hayvanlarla eşitleyen saçmalıklar son bulacak mı? Aşkın, inancın, fedakarlığın ve dahi diğerkamlığın yerine ikame edilen egoizm yok olacak mı? Bence hayır.

O halde boş heveslere kapılmaya gerek yok. Fransa, sistematik nümayiş ülkesidir. Dünyaya ihraç edilen bozguncu fikirlerin idealleştirilmesi için malzeme üretilmesinden başka bir işe yaramayacak olan eylemlerdir bunlar.

[email protected]