Macron iç politikadan kaçıp Napolyonluğa soyunuyor

Dr. Ayşe Amine Tuğ Kızıltoprak / Yazar
18.12.2020

1894'te sadece Yahudi olduğu için suçlanan Albay A. Dreyfus Olayı ile Fransa'da zirve yapan anti-semitizm, Fransa tarihinin kara sayfalarından biridir. 1906 yılında Dreyfus beraat etse de Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra anti-semitizm dalgası Almanya'ya miras kalmış ve faşizm yenilip İsrail kurulunca yerini aşama aşama İslamofobiye bırakmıştır. Fransa'da nefret suçları yasası çağdaş hukuk ilkeleri bakımından kayda değerdir. Nefret söylemi bir suç olarak sayılmaktadır. Ama uygulamada Müslümanlar ve İslam dini bakımından çifte standart açıkça göze çarpmaktadır.


Macron iç politikadan kaçıp Napolyonluğa soyunuyor

Son günlerde Türkofobi ile eşanlamda kullanılan İslamofobi kavramı iki zıtlığı içinde barındırmaktadır. Barış anlamına gelen “İslam” kelimesi ile Yunan mitolojisinde korku tanrısı olan phobi/fobi kelimesi ile birleştirilerek İslam korkusu ve İslam nefreti anlamında kullanılmaktadır. SSCB dağılıp Soğuk Savaş bitince Batı dünyası komünizm yerine yeni bir öteki yaratmak amacıyla bu kavramın ortaya çıkmasına etki eden bir siyaset gütmekten kaçınmadı. Batı dünyasını bir araya getiren ideolojik kamplaşma, II. Dünya Savaşı öncesinde belirgin bir şekilde ortaya çıkarak faşizm tehlikesi karşısında olmuştu. Savaş sonucunda faşist yayılma kesin olarak kontrol altına alınınca bu sefer komünizme karşı birliktelik ortaya çıktı. Doğu Bloku ve SSCB’nin dağılmasıyla Batı, tehdit tanımlamalarını değiştirerek “Radikal İslam”, “İslam fundamentalizmi” vb. kavramlar üreterek daha önce komünizme karşı müttefiklik yaptığı ülke ve bağımsızlık direnişçilerini Afganistan’da olduğu gibi suçlamaya başlamıştır.

Basmakalıp inanışlar

Batı’nın Müslümanları ötekileştirmesinin kökeninde tarihten gelen basmakalıp inanış ve önyargılar bulunmaktadır. İslamofobinin kökenleri Haçlı seferlerine kadar geri gider. Ancak çağdaş anlamda İslamofobi, Batılı güçlerin 18. Yüzyılda Asya ülkeleri ve 19. Yüzyılda Afrika ve Ortadoğu’daki İslam ülkelerini işgal etmeleriyle ortaya çıkan modernite içerisinde “öteki”nin inşası ile üretilen bir geçmişe sahiptir.

Fakat İslamofobi kavramıyla ötekileştirilenler sadece İslam ülkelerinde yaşayan halklar olmadı. Batı ülkelerinde, yatırımcı, öğrenci, göçmen işçi olarak veya vatandaş olarak yaşayan Müslümanlar da bu ötekileştirmeden olumsuz olarak etkilenmeye başladı.

İslamofobi kavramı bir oyun hamuru gibi, dünyayı domine eden Batı’daki entelektüel ve çatışmacı siyasetçiler tarafından keyfi olarak şekillendirilmiş ve amacı sağlayacak surete dönüştürülerek değişik dönemlerde değişik suçlamalarla dünya kamuoyunun dikkatine ciddi bir tehdit olarak sunuldu.

Fransa ırkçılığının kökeni

1871 Alman yenilgisinin günah keçisi olarak düzmece kanıtlar ve mahkemeler ile 1894’te sadece Yahudi olduğu için suçlanan Albay A. Dreyfus Olayı ile Fransa’da zirve yapan anti-semitizm, Fransa tarihinin kara sayfalarından biridir. 1906 yılında Dreyfus beraat etse de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra anti-semitizm dalgası Almanya’ya miras kalmış ve faşizm yenilip İsrail kurulunca yerini aşama aşama İslamofobiye bırakmıştır. Bu bakımdan İslamofobi anti-İslamizm denilemediği için kullanılan ama apaçık Müslüman kişileri ve dinlerini hedef alan bir işleve dönüştürüldü.

İslam karşıtlığı Haçlı Seferlerinden Fransız sömürgeciliği başlayana dek büyük ölçüde dini karakter taşırken modern sömürgecilik sürecinde “yenilik”, “özgürlük”, “medeniyet”, “evrensel değerler” ve “çağdaşlık” gibi seküler kavramlar içinde sürdürüldü.

Fransa’nın son yıllardaki İslamofobik yaklaşımı Charlie Hebdo olayı ile belirginleşmiştir. İslam Peygamberi’ni küçümseyen karikatürlerin yayınlanmasını derginin editörü “ifade özgürlüğü” kapsamında savunmaktadır. Fransa Hükümeti de bu açıklamayı benimsemektedir. 1881 yılında çıkan “Fransız Basın Yasası”na göre dini karikatürler de dahil olmak üzere her türlü çizim, düşünce ve resmin yayınlanması serbest bırakıldı ve basın özgürlüğünü sınırlayan düzenlemeler yapıldı. 1972 tarihli bir yasa ile nefret, kötüleme, ırkçı aşağılama, ayrımcılık ve tahrik içeren öğeler yasaklandı. Yine 1990 tarihli yasa ile anti-semitik ifadeler ve Yahudi soykırımını inkar etmek suç sayıldı. 2004 yılında basın yasasında yapılan değişiklikle ırk, millet, etnik köken, din, dil, cinsiyet, cinsel yönelim ya da engelliliğe yönelik herhangi bir kişi ya da gruba karşı ayrımcılık, kine, nefrete ve şiddete teşvik edici ve aşağılayıcı ifade, çizim ve resimin kamu ve özel iletişimi yasaklandı. 2017 yılında yapılan değişiklikte ise söz konusu yasağı ihlal edenlere verilecek cezalar ağırlaştırıldı.

Aşırı sağcı söylem

7 Ocak 2015’te Paris’te meydana gelen trajik Charlie Hebdo katliamı karşısında Fransa’da halkın tepkisi kontrol edilemedi. O sırada Fransa Cumhurbaşkanı olan F. Hollande samimi olarak olay sebebiyle Fransa çapında ortaya çıkacak tepkilerin İslam ve Müslümanlar aleyhine bir linç kampanyasına evrilmemesi için endişelerini dile getirdi ve bir takım uyarılarda bulundu. Fransa’daki ırkçılık ve nefret söylemlerine karşı yasal düzenlemeler yapılması yanında Hollande’in soğukkanlı yaklaşımlar sergilemesine rağmen, Charlie Hebdo trajedisi “Fransa’nın 11 Eylül’ü” gibi değerlendirme yapanların seslerini yükseltmesi sonucunu doğurdu. İslamofobik kavramlar seti yazılı, görsel ve sosyal medya mecralarında ölçüsüz suçlamalarla yürürlüğe sokuldu. İslam’ın ve Müslümanların Batı değerlerine karşı olduğundan Batı ile dost değil düşman olduklarına kadar birçok mesnetsiz yorum ve suçlama yapıldı. Halbuki Avrupa Birliği’nde daha önce ortaya çıkan kültürlerarası hoşgörü ve işbirliği gibi ilkelerin öncüsü Fransa idi. Fransa’nın 19. Yüzyıldaki kahramanı General Bonapart cumhuriyet rejimini imparatorluk rejimine dönüştürmüştür. 20. Yüzyıldaki kahramanı ise General De Gaulle’dür. Fransa’nın II. Dünya Savaşı ve sonrasındaki kaderini şekillendiren De Gaulle ise 1958’de kurduğu 5. Cumhuriyet ile halen yürürlükte olan yarı başkanlık sistemini getirmiştir. O günden bugüne gelene kadar iki temel siyasi kanat sağ ve sol olarak Fransa idaresinde söz sahibi oldu. 2017 yılındaki başkanlık seçimlerinde Emmanuel Macron merkezde olduğunu iddia eden “Yürüyüş Hareketi”ni kurarak 60 yıllık geleneği bozdu. Fransız sağı ve solu tarihi bir hezimet yaşarken Macron tarihi zafer kazandı. Ancak Macron iktidara geldikten sonra zaman zaman aşırı sağın sloganlarını kullanarak Fransız solunun hoşuna gitmeyen bir yola girdi. Macron’un aşırı sağcı söylemleri ülkesinde ve Avrupa’da yaşayan Müslümanlar yanında zaman zaman Türkiye ve Türkiye Cumhurbaşkanı’nı da hedef almaktadır.

Tutarsız politika

Bugün AB ülkeleri ve Fransa ekonomik ve siyasal bir kriz yaşamaktayken Macron dikkatini dış dünyaya çevirmiştir. Adeta iç sorunlarını çözmekten kaçınıp dış politika alanında yapay yaklaşım ve tutarsız söylemlerle yeni bir Napolyon olmaya soyunmuştur. Dış politika söylemlerinde Türkiye’yi hedef alması gerçek sorunlarla yüzleşip çare üretemediğinden kaynaklanmaktadır. Doğu Akdeniz, Libya, Suriye ve Karabağ sorununda takındığı tavırlar bu tutarsız politikasını açığa vurmaktadır. Azerbaycan topraklarında 28 yıldır işgal ettiği alanları daha da genişletmek için saldıran ama beklenmedik tepki gören Ermenistan’a destek veren Macron’un temsil ettiği Fransa, de Gaulle’ün Cezayir’de sömürgeciliği bitiren görece hakkaniyete dayalı politikalarından sapmaktadır.

Özgürlükte çifte standart

Fransa’da çoğu Kuzey Afrika kökenli olan yaklaşık 6-7 milyon ve ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 10’u kadar olan Müslüman halkın cevabını aradığı soru: Özgürlükler konusunda neden çifte standart vardır? Fransız yasaları Müslüman vatandaşlar ile Yahudi ve Hristiyan vatandaşlara neden eşit uygulanmıyor?

Fransız yasalarını uygulayan yargıçlar eşcinsellere hakareti nefret ve ayrımcılık suçu kapsamında değerlendirmek yanında, Yahudilerle ilgili herhangi bir olumsuz ifade ve eleştiriyi “anti-semitizm” olarak cezalandırma yoluna giderken Müslümanlar hakkında benzer durumlar ortaya çıkınca neden yasaları eşit şekilde uygulamayıp “ifade ve düşünce özgürlüğü” diye geçiştirmektedir. Hatta, madur olduklarını iddia eden Müslüman halka “ifade ve düşünce özgürlüğü”ne saygı ve hoşgörü dersi vermeye kalkışmaktadır. Mesela, Fransız yargısı 2007 yılında “Lyon Capitale” gazetesindeki bir röportajda Yahudileri kastederek “dinci düzenbaz” ifadesini kullanan bir sanatçıyı hakaret etmekten dolayı cezalandırdı. 2008 yılında ise, Charlie Hebdo’da eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin oğlu Jean Sarkozy nişanlısının isteği üzerine Yahudi dinine gireceği haberini eleştiren karikatürist hakkında ceza davası açıldığı gibi dergideki işine de son verildi. Ancak Charlie Hebdo’da Hz. Muhammed’in saygısızca karikatürünün çizilmesi ifade özgürlüğü olarak değerlendirildiği için dava konusu dahi yapılmadı. Bu olaylar karşılaştırıldığında onbinlerce Müslümanın gösteriler yaparak dünyanın her tarafında Charlie Hebdo’yu prostesto etmesi söz konusu iken anti-semitizm suçlamasına muhatap olarak cezalandırılan vakalarda bu denli toplumsal tepkiler ortaya çıkmadı.

Fransa’da nefret suçları yasası çağdaş hukuk ilkeleri bakımından kayda değerdir. Nefret söylemi bir suç olarak sayılmaktadır. Ama uygulamada Müslümanlar ve İslam dini bakımından çifte standart açıkça göze çarpmaktadır. Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron eliyle nefret söylemi üretilmektedir. Bu yüzden Fransa’da nefret ile nefret söylemi üretilmesinin ve nefret suçunun işlenmesinin önüne geçilememektedir.

Fransız Cumhurbaşkanı’nın İslam dini ve Müslümanlar aleyhine kullandığı dil, ifade özgürlüğü kapsamında değil nefret suçları kapsamında değerlendirilecek bir çerçeveye sahiptir. Fransa gibi bir ülkenin lideri, ülkesindeki Müslüman vatandaşları ve devletinin yakın ilişkilerde bulunduğu Müslüman ülkeleri ötekileştiren nefret söylemi kapsamındaki ifadelerinden uzaklaşmazsa ülkesini izole etmekten kurtulamayacaktır. Fransa İslam dini ve Müslümanları hedef alarak AB içinde zayıflayan konumunun güçlendirmek için nefret siyaseti gütmekte olabilir. Alman hükümetinin Fransa’nın Doğu Akdeniz politikalarına tam destek vermekten uzak durması karşısında Macron’un ötekileştirici kimlik siyasetini izlemesi, ancak kısa vadede Paris’e çıkar sağlar. Çünkü Fransa’nın nefretçi, ötekileştirici ve düşmanlık söylemleri aklı selim yönetimler ve halklar nezdinde karşılık bulmakta güçlük çekmektedir.

[email protected]

Kaynaklar

Caner Övsan ÇAKAŞ, Avrupa’da İslam’ın Ötekı̇leştı̇rı̇lmesı̇ Ve Yükselen İslomofobı̇’nı̇n Analı̇zı̇, (Basılmamış Doktora Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi, 2018.

Fulya A. Durakçay- Asiye G.G. Gülal, “Fransa’da Yükselen Nefret Söylemi Ve Nefret Suçu: Tematik Bir Çözümleme”, Avrasya Sosyal Ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 6 (2017), S.126-145.

İbrahim Kalın, Ben, Öteki ve Ötesi: İslam-Batı İlişkileri Tarihine Giriş, İstanbul, 2016.

Deepa Kumar, İslamofobi: İmparatorluğun Siyaseti, çev. Işıl Alatlı, İstanbul, 2016.