Macron'un Fransa İslâm’ı projesi

Prof. Dr. Özcan Hıdır / İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
29.09.2018

Macron’un Fransa İslâm’ı projesinin içeriğini henüz net bilemiyorsak da El Karoui’nin projeye zemin hazırlayacak raporundaki bilgilerden hareketle, Avrupa’da en kalabalık Müslüman nüfusa sahip Fransa’da projenin nasıl ve kimler eliyle uygulanacağının ipuçlarını anlamış oluyoruz. Şayet proje Fransa’da kendilerince başarılı olursa, bazı revizyonlarla, bunun diğer AB ülkelerine de model oluşturacağı muhakkak.


Macron'un Fransa İslâm’ı projesi

Fransa’daki İslâmî kurumlar yeniden yapılandırılacak, İslâm’a cumhuriyetin ruhuna uygun bir çerçeve sunacağız.” Bu mealdeki ifadeler Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a ait. Temmuz ayında Versailles Sarayı’nda yapmıştı bu açıklamayı. Orada ayrıca laikliğin önemine vurgu yapmış ve laikliğin cumhuriyetin İslâm ile sorunu olmamasını sağladığını söylemişti. 

Aslında Macron bunun ipuçlarını 2018 Şubat’ındaki bir mülâkatında vermişti. Bu anlamda bir “Fransa İslam’ı” oluşturmak istediğini belirtmiş, bunun için üzerinde çalışılan planı da 2018 yılının ilk çeyreğinde açıklayacağını bildirmişti. Ancak Macron konunun karmaşık olması nedeniyle planı açıklamak için önce Ramazan ayının bitmesini bekleyeceğini belirtmişti. Konuyla ilgili Müslüman kurumlardan gelen eleştirilerin de etkisiyle daha sonra projenin sonbaharda açıklanacağı duyurulmuştu. Bu anlamda, Türkiye’de de tartışmalara yol açan, Haziran ayında 300 sözde aydının imzaladığı, Kur’an’ın ve İslâm’ın reforme edilmesini talep eden bildirinin de Macron’un “Fransız İslâm’ı” projesinden bağımsız olmadığı söylenebilir.

Böylece “Almanya İslâm’ı”, “Hollanda İslâm’ı”, “Avusturya İslâm’ı” gibi bazı örneklerini gördüğümüz ve üzerine bir hayli literatür de oluş(turul)an Avrupa’da “ulusal İslâmlar” inşa etme yönündeki pilot projelerin en somut-son örneği Fransa’da ortaya çıkmış oldu. Bu versiyonlar arasında, ilgili ülkelerin şartlarına bağlı olarak nüanslar olmakla beraber, temel paradigmalarda bir değişim söz konusu değildir. Zira hemen hepsindeki temel paradigma, “İslâm ve Müslümanların Avrupalılaşması-Batılılaşması”, İslâmî kimlik-kişilikleri ile çelişse bile, Avrupa norm ve değerlerini “sözde” değil “özde” benimsemeleri, içselleştirmeleri beklentisidir.

Macron’un “Fransa İslam’ı” projesi ile ilgili Fransız düşünce kuruluşu Montaigne Enstitüsü’nden Hakim El Karoui başkanlığında “İslamcılık Fabrikası” adıyla bir rapor yayımladı. El Karoui’nin raporunda Vahabiler, Müslüman Kardeşler ve Türklerin hakim olduğu üç ana İslami akımın fotoğrafı çekiliyor. Macron’a yakınlığıyla bilinen ve proje üzerinde çalışan Hâkim El Karoui’nin hazırladığı bu rapor aslında Macron’un projesinin de ipuçlarını veriyor. Hatta Avrupa’da yaşayıp bu işleri takip edenlerin bileceği üzere, bu tür kurumlar eliyle yayımlanan söz konusu raporlar devletin finansmanı ve yönlendirmesiyle ilgili düşünülen projelere zemin hazırlamak için yaptırılır. Geçtiğimiz günlerde Arzu Çakır’a verdiği bir röportajda ise El Karoui, raporunun ayrıntıları, arka planına dair de yeni bazı ipuçları verdi.

Projede neler var?

Raporda Fransa’da İslâm’ın finansmanından, imamların eğitimi ve maaşlarına, camilerin yenilenmesinden, internet denetimine ve Müslüman toplumun yönetimine kadar birçok radikal değişiklik yer alıyor. Raporda okullarda Arapça ve Türkçe gibi derslerin okutulmasına imkân tanınması vb. Müslümanların yararına öneriler de getiriliyor. Raporda en önemli önerilerden biri, Fransa’daki daha önce var olan Müslümanları temsilen kurulmuş üst çatı kurumlarının tamamen devre dışı bırakılması. Kısa adı AMIF olan yeni bir kurum öneriliyor. Görünürde bu kurumun Müslüman toplumun saygın ve etkili isimleri tarafından yönetilmesi öngörülüyor. AMIF aracılığıyla toplanacak yardım, bağış ve vergi payları sayesinde, imamların maaşları, cami yapımı ve tamiri gibi İslâmî faaliyetlerinin giderlerinin bu dernek tarafından ödeneceği belirtiliyor.

Konuya en sert tepkiyi ortaya koymuş olan Fransız İslam Konseyi’nin (CFCM) Fas, Cezayir, Türkiye gibi kök ülkelerin etkisinde kaldığını ileri süren rapor, ayrıca hâlihazırdaki kurumların pek çok üyesinin, Müslümanlar üzerinden çıkar elde ettiğini, hac-umre ve helal ürünler gibi alanlarda yüksek miktarlara varan paranın döndüğünü de iddia ediyor. Bu doğrultuda beş kişilik yönetimle yeni kurulacak olan AMIF’in, vergiden muaf olarak bağış da kabul etmesi, şeffaf-profesyonel olarak bütün bu faaliyetleri “tek üst yetkili” olarak yürütmesi gerektiği vurgulanıyor. Bu meyanda “Mevcut durumun sürmesi, Müslümanların entegre olmalarına engel oluyor” diyen El Karoui’nin bu ifadesi aslında raporun asıl amacını da ele veriyor. Zira rapor, Fransa’daki Müslümanlarla ilgili bütün çalışmalar, kararlar ve atamaların sadece bu kurum yoluyla olmasını istiyor. Dolayısıyla ordu, hastane, cezaevinde görev yapacak manevi rehberler ile camilerdeki imamların formasyon ve atamalarının da bu kurumca yapılıp maaşlarının da oradan ödenmesi öngörülüyor. Özellikle bu tavsiyenin Diyanet imamlarının geleceğini yakından ilgilendirdiği söylenebilir.

Ne var ki benzer amaçlarla daha önce başka ülkelerde kurulan bu tür kurumların esasen Müslümanları temsilden uzak kişilerden seçildiğini ve büyük oranda ilgili ülkedeki siyasi yönlendirmelerle iş yaptığını biliyoruz. Raporda da ilgili üst çatı kurumunun yönetimini oluşturacak kişilerin Müslüman kurumların iç dinamikleriyle oluşturulmasından değil de,(devletçe) seçilmesi-atanmasından söz ediliyor. Bu tür seçimlerde de genelde Müslüman kurumları temsilden uzak, aidiyetleri olmayan “self-oryantalist” devşirmelerin seçilmesi akla geliyor. Almanya ve Avusturya tecrübeleri bunu gösteriyor. Bu raporu hazırlayan ve –belki de söz konusu kurumun başına atanacak olan- Hâkim El-Karoui’nin de devşirme emareleri yok değil. Bu durumun ise son dönemde Avrupa-Batı’da İslam ve Müslümanların en temel problemlerinden biri olduğu açıktır. Hatta kendilerine “ex-Müslümanlar” diyen ve İslam karşıtlığında öncü rol oynayan şahıs-grupların da bu devşirmelerle kesişen yönlerinin olduğunu söyleyebiliriz.       

Self-oryantalistler

Burada şunu ifade etmeliyiz ki, bütün bu öneriler içinde, belirttiğimiz üzere esasen Müslümanların yararına olacak bazı değişiklikler de yok değil. Zira Fransa’daki Müslümanlar başta olmak üzere Avrupa’daki Müslümanların önemli iç problemlerinin varlığı aşikâr. Bunlardan bazılarını etnik-sekter bölünmüşlük-koordinasyonsuzluk, kurumlarda şeffaf olmayan çıkar ilişkileri, liyakatsizlik ve İslâm’ı temsilde yetersizlik, kurban psikolojisi, reaksiyoner-radikal anlayışlar, Avrupa-Batı konteksini iyi tanımama ve gettolar oluşturma olarak ifade edebiliriz.

Bununla birlikte Müslümanlarla ilgili bu sorunların yaşadıkları ülkelerin –konumuz bağlamında Fransa’nın- İslam ve Müslümanlara yönelik oryantalistik-neo-oryantalistik geçmişleri ve politikalarıyla da birebir ilişkili olduğu belirtilmelidir. Bu ise esasında Avrupa-Fransa’nın İslam’a ve Müslümanlara yönelik bakışının “revizyonist-indirgemeci” mi yoksa “fenomenolojik” temelli mi olduğu sorusuyla da yakın irtibatlıdır. Fransa söz konusu olduğunda “revizyonist” tutumun çok daha öne çıktığı söylenebilir. Dolayısıyla Macron’un projesinin görünür amaçlarının ötesinde daha “üst bir hedef”inin olduğu düşünülmeli. Bu ise temelde, “İslâm’ın Lutherleri” olarak lanse edilen “self-oryantalist” kişilerce reforme edilmiş, içi boşaltılmış, kamusal alanda görünürlüğü minimize edilmiş, hayata dair temel iddialarından mümkün olduğunca arınmış, Avrupa norm ve değerlerine uydurulup ehlileştirilmiş, bunu da gerekirse devletin kararlarıyla gerçekleştirmiş bir İslâm anlayışına veya “dinsiz dindarlık-İslamsız Müslümanlığa” karşılık geldiği söylenmelidir. Burada da genelde “kültürel ırkçı” ve “benmerkezci” bir tutum öne çıkıyor. Avrupa-Batı’daki İslâm ve Müslümanlar ile alakalı hemen her önemli tartışma ve projenin bu üst hedefle doğrudan veya dolaylı ilişkisi vardır. Dolayısıyla buradaki asıl amacın, Fransa-Avrupa’daki Müslümanların kendi olarak yaşamalarını, kimliklerini koruyarak “sağlıklı bir entegrasyon” ile bulundukları ülkelere sosyo-kültürel, siyasî ve ekonomik (insanî-İslâmî) katkı yapmalarına zemin hazırlama olmadığı açıktır. Bu anlamda raporun hazırlayıcısı olan El Karoui’nin “İslam bir din, ülkeye göre değişmez” demesi de, bir perdelemeden ibaret olsa gerektir.  

Şayet öyle olmuş olsaydı, cinsel taciz suçlamalarıyla aylardır Fransa’da gözaltında olan ve aslında özelde Fransa genelde de Avrupa-Batı’daki Müslümanların sağlıklı entegrasyonu için önemli entelektüel ve aksiyoner çabanın sahibi Tarık Ramazan’ın düşünceleri Fransa’da teşvik görür, öne çıkarılırdı.

Fransa öncü olmak istiyor

Öte yandan şunu ifade etmek gerekir ki, Avrupa-Batı’da İslâm ve Müslümanlarla ilgili günümüzde atılan her yeni adım, tarihi geçmişi-bağı bir yana, aslında Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra “Batı’nın yeni düşmanı İslâm”dır” şeklindeki paradigmal değişim ile birebir ilişkilidir. Ancak bu değişimin hızlandığı ve neo-oryantalistik yeni yöntem-argümanlarla detaylandırıldığı olay ise, 11 Eylül 2001 hadisesidir. Bu tarihten itibaren önde gelen Avrupa ülkelerinde “yerel-lokal 11 Eylüller” yaşanmış, İslam karşıtlığı mahiyet değiştirerek artış göstermiş; neticede ise bazı ülkelerde iktidar, diğer bazılarında ise ana muhalefet noktasına gelen aşırı sağ partilerin güçlenmesi durumu ortaya çıkmıştır. Bu durum merkez sağ-sol partilerin de kraldan çok kralcı tutumla İslâm-Müslümanlarla alakalı negatif kararlara-politikalara yönelmesine yol açmıştır. “Fransa’nın 11 Eylül’ü” bu anlamda Charlie Hebdo saldırısı ve onu izleyen diğer artçı saldırılar olmuş ve bu durum Fransa’yı İslam ve Müslümanlara dair bir dizi karar ve projeyi devreye sokmaya itmiştir. Bunun en son-güncel örneği ise, söz konusu ettiğimiz Macron’un “Fransa İslâm’ı” projesidir.

Bu anlamda sonbaharda somut proje olarak ortaya çıkacak Avrupa İslam’ı projesinin temel koordinatlarının oluşması öyle görülüyor ki, Fransa’ya verilmiş gibi duruyor. Geçtiğimiz aylarda Avusturya’da cami kapatma ve bazı Türk imamların oturumlarını iptal gibi girişimler olsa da, esasen bu rol için Fransa daha uygun gibi duruyor. Zira Fransa bu konuda uzun bir geçmişe de sahip. Reformasyon sonrası ve Aydınlanma öncesi dönemde Avrupa’da İslam’a dair ilk önemli projeler Fransa’da ortaya konmuştu. Batı düşüncesinde “ilk ansiklopedi” olarak kabul edilen Bibliotek Orientaile’de D’Herbelot (ö. 1695) ve ilk Arabistik-Oryantalistik kürsülerin açılmasına öncülük eden Sivestre de Sacy’nin temellerini attığı çalışmalar bu manada öncü role ve birikime sahiptir. Bu birikim sayesinde Fransa İslam ve Müslümanlarla ilgili çalışma ve kurumları oryantalistik temelde kurgulamış ve yürütmüştür. Hatta esasen 1905’te kabul edilen “kilise-devlet” ayırımına (laiklik) ilişkin yasaya aykırılığı gündeme bile gelmemektedir. Zira laiklik ilkesi İslam-Müslümanlar söz konusu olduğunda çifte standartlı uygulandığının en bariz örneği Fransa’dır. Günümüzde ise Fransa’nın bu meyanda öncü rolü almasının, son senelerde maruz kaldığı terör saldırıları gibi, konjonktürel sebepleri olsa da, esasen Fransa’da yaşayan Müslümanların durumuyla ilgilidir. Zira Avrupa’nın en fazla Müslüman nüfus Fransa’da olup bunların büyük çoğunluğu Arap asıllı (Fas-Cezayir-Tunus) olanlardır. Bu Müslümanlar arasında önemli sayıda mühtedi de yer alır. Hatta günde ortalama 3-4 kişinin Fransa’da Müslüman olduğundan söz edilir. Bu mühtedilerin de önemli bir kısmının, tıpkı Avrupa’daki Arap asıllı Müslümanlarda daha ziyade görüldüğü üzere, protest bir tutumla selefiliği benimsediği, literal-zahirî yorumlara meylettiği, Suud ve Körfez ülkelerindeki bir kısım hocaların sosyal medya kanalıyla yaydıkları görüş-fetvalarını (import fetvalar) birebir olarak uygulamaya çalıştıkları gözlemlenmektedir. Bütün bunların da Macron’un planı-projesinde etkisinin olduğu izahtan varestedir. Dolayısıyla planın en temel hedeflerinden birinin,  Fransa’daki Cezayir, Fas, Tunus ve Türkiye kökenli Müslümanlar üzerindeki dinî, siyasî, ekonomik ve sosyo-kültürel dışsal etkileri sona erdirmeye çalışmaktır, denebilir.

Macron’un Fransa İslâm’ı projesinin içeriğini henüz net bilemiyorsak da, El Karoui’nin hazırladığı ve projeye zemin hazırlayacak olan rapordaki bilgilerden hareketle, Avrupa’da en kalabalık Müslüman nüfusa sahip Fransa’da projenin nasıl ve kimler eliyle uygulanacağının ipuçlarını anlamış oluyoruz. Şayet proje Fransa’da kendilerince başarılı olursa, bazı revizyonlarla, bunun diğer AB ülkelerine de model oluşturacağı muhakkak. Genelde Avrupa özelde ise Fransa’daki Müslümanlar açısından ise söz dönüp dolaşıp şu noktaya geliyor:

Kendileri ile ilgili bütün bu projelerin önce farkına varmaları, esas hedefleri açısından analiz etmeleri ve sonrada da uygun –gerekirse alternatif- projeler-tepkiler geliştirip kimliklerini muhafaza ve Müslüman kalabilmelerinin sahih-etkin yollarını birlik içinde aramaları gerekmektedir.

[email protected]