Macron'un neo-oryantalistik ‘aydınlatılmış İslâm' projesi

Prof. Dr. Özcan Hıdır / İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
10.10.2020

Macron'un “Fransa İslam'ı” projesine dair yaptığı açıklamaları, Türkiye'de Yahudiler veya Hristiyanlarla ilgili Cumhurbaşkanımız Erdoğan yapmış olsaydı, Avrupa başta olmak üzere, dünya siyaseti ve medyasının nasıl tepki verirdi, düşünmek gerekir.


Macron'un neo-oryantalistik ‘aydınlatılmış İslâm' projesi

Asimilasyoncu “Fransa İslam’ı” projesinin sahibi Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “İslam bugün dünyanın her yerinde krizde” açıklaması ve “Fransa’da aydınlatılmış bir İslam oluşturmaya” dair projesi doğrultusunda 9 Aralık’ta meclise sunacağını açıkladığı “separatizm/ayrılıkçılık yasası”, genelde Avrupa özelde ise Fransa’daki Müslümanlar açısından önemle üzerinde durmayı gerektiren bir gelişmedir. Bu bağlamda Macron’un, hedefi daha ziyade Türkiye ve Diyanet imamları olan “Türkiye, Fas ve Cezayir’in imamlarını eğitmesine son vereceğiz” açıklamasının da özellikle altını çizmek gerekir.

Cumhurbaşkanımız Erdoğan tarafından “saygısızlıktan öte açık bir provokasyon, hadsizlik ve edepsizlik” olarak nitelenen Macron’un bu açıklamaları, genel oryantalistik projelerle bağlantısını paralelinde son dönemde “Avrupa İslam’ı” üst projesinin Fransa’daki pilot uygulaması olarak görülebilir. Zira özellikle Almanya, Avusturya, İsviçre, Danimarka gibi ülkeler başta olmak üzere, Batı Avrupa’da bu tür projeler şu veya bu şekilde devam ediyor. Bu versiyonlar arasında, ilgili ülkelerin yerel şartlarına bağlı bazı nüanslar olsa da, bu durum meselenin özünü değiştirmiyor. Zira temel paradigmalar hemen her bir versiyonda aynı kalıyor.

11 Eylül ve yeni düşman

Macron ise, içsel ve dışsal bazı saiklerle, son dönemde Fransa İslam’ı oluşturmayı adeta kendisine misyon edinmiş durumda. Dolayısıyla onun İslam-Müslümanlarla ilgili yeni olmayan bu çıkışlarını ülkede aşırı sağa kayan oyları 2022 seçimlerinde geri almaya çalışma veya “sarı yelekliler”in gösterileri, rekor kovid-19 vakaları, ekonomik kriz, işsizlik ve bütçe açığının giderek artması gibi içsel problemlerle açıklayanlar varsa da, kanaatimizce onun bu projesinin başka önemli dinamikleri ve sebepleri olmalıdır. En önemlisi, özellikle 11 Eylül 2001 hadisesi sonrasında, Avrupa-Batı’da –ve belki de dünyada- İslam’ı “yeni düşman” olarak niteleyen siyasi paradigmalar olsa gerektir. Zira Avrupa-Batı’da İslâm ve Müslümanlarla ilgili günümüzde atılan her yeni adım, tarihi geçmişi bir yana, aslında Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra “Batı’nın yeni düşmanı İslâm”dır” şeklindeki dönemin NATO Genel Sekreteri Willy Claes ve İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’in dillendirdiği paradigmal değişim ile ilişkilidir. Nitekim bu paradigma değişiminin ardından Avrupa ülkelerinde “lokal 11 Eylüller” yaşanmış, İslam karşıtlığı mahiyet değiştirerek artış göstermiş; neticede ise bazı ülkelerde iktidar, diğer bazılarında ise ana muhalefet noktasına gelen aşırı sağ partiler güçlenmiş; merkez sağ-sol partilerin de kraldan çok kralcı tutumla İslâm-Müslümanlarla alakalı negatif kararlara-politikalara yönelmesine yol açmıştır. “Fransa’nın 11 Eylül’ü” bu anlamda Charlie Hebdo saldırısı ve onu izleyen diğer artçı saldırılar olmuş ve İslam’a dair bir dizi karar ve proje devreye sokulmaya başlanmıştır.

Bu noktada temel hedef, Müslümanların İslâmî kimlikleri ile çelişse bile, Avrupa norm ve değerlerini benimsemeleri, kamusal alanda görünürlüğü olmayan, Avrupa’nın seküler toplumları ile uyumlu bir İslâm anlayışının oluşturulmasıdır. Buna dair şarkiyatçılar başta olmak üzere, sosyal bilimcilerce (siyaset bilimci, sosyolog, antropolog) önemli sayıda çalışma da yapılmış, yapılmaktadır. Bu meyanda Avrupa-Batı’da İslâm ve Müslümanlara dair her önemli tartışmanın, “Avrupa İslâm’ı” ve onun alt versiyonları olan “ülkesel-yerel İslam” projeleriyle bir şekilde bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu proje ve tartışmalarda da son dönemde Avusturya ve Fransa başı çekiyor. Bazı ülkelerde pilot olarak uygulanmaya başlayan bu projelerin daha sonra Avrupa’nın başka ülkelerinde de bir şekilde yaygınlaştığı biliniyor.

Separatizm yasası

Macron’un 9 Aralık’ta meclise sunacağı “separatizm” yasasını temel hedef, hazırlanış süreci/arka planı ve muhtevası bakımından irdelemek gerekiyor. Zira seçildikten belli bir süre sonra Macron’un, bu yasanın zeminini hazırlayan açıklama ve hazırlıklara başladığı görülüyor. Dolayısıyla son açıklamaları aslında yeni değil. Takip edenlerin hatırlayacağı üzere, Temmuz 2018’de Versailles Sarayı’nda “Fransa’daki İslâmî kurumlar yeniden yapılandırılacak, İslâm’a cumhuriyetin ruhuna uygun bir çerçeve sunacağız” demişti.

Orada ayrıca laikliğin önemine vurgu yapmış ve laikliğin cumhuriyetin İslâm ile sorunu olmamasını sağladığını da söylemişti. 2018 Şubat’ındaki mülâkatında da “Fransa İslam’ı” oluşturmak istediğine dair açıklaması biliniyor. Hatta Türkiye’de de tartışmalara yol açan, Haziran 2018’de 300 sözde-aydının imzaladığı, Kur’an’ın ve İslâm’ın reforme edilmesini talep eden bildiri de Macron’un “Fransız İslâm’ı” projesinden bağımsız addedilmemelidir. O dönemde Macron’un düşünce kuruluşu Montaigne Enstitüsü’nden Hakim el-Karoui başkanlığında “İslamcılık Fabrikası” adıyla bir rapor yayımlattığı da biliniyor. El-Karoui’nin bu raporunda Vahabiler, Müslüman Kardeşler ve Türklerin hâkim olduğu üç ana İslami akımın fotoğrafı çekiliyor; Fransa’da İslâm’ın finansmanından, imamların eğitimi ve maaşlarına, camilerin yenilenmesinden, internet denetimine ve Müslüman toplumun temsiline kadar birçok radikal değişiklik yer alıyordu.

Şu halde Macron’un son açıklamaları ile 9 Aralık’ta meclise sunacağı “separatizm yasası” ve dolayısıyla “Fransa İslâmı” projesi, 2018’de hazırlattığı bu raporla belli oranda ete kemiğe bürünen çalışmanın somutlaşmış halidir. “Aydınlatılmış (!) Fransa İslam’ı” oluşturma amacı taşıyan bu yasaya göre, Türkiye, Cezayir ve Fas başta olmak üzere, yurt dışından imam getirilmesi yaklaşık dört yıl içerisinde yasaklanıp imamların Fransa’da yetiştirilmesi, Türkiye’nin de dâhil olduğu azınlıklara yönelik “yabancı dil ve kültür dersleri” anlaşmasına son verilmesi, STK’ların laiklik sözleşmesi imzalayıp uymayanların kapatılması, “politik İslam” ile mücadele, camilerin daha sıkı kontrol edilmesi ve “İslami ayrılıkçılık” yapanların kapatılması, yurtdışı finans kaynaklarının yasaklanması, bazı belediyelerin laikliğe aykırı olarak okul kantinlerinde dini-helâl menüler sunması gibi hususlar içeriyor.

Doğrudan müdahale

Bu maddeleri ihtiva eden söz konusu yasanın, son tahlilde İslam’a doğrudan müdahale, Müslümanları asimile etme amacı taşıyan, Fransa ve Avrupa Müslümanları için etkileri uzun vadede ortaya çıkacak, teo-politik ve psikolojik bir operasyon olduğu söylenebilir. Ayrıca bu yasayla Fransa’da “fundemantalist/radikal İslam”, “politik İslam” evresinden “ayrılıkçı/separatist İslam-Müslümanlar” propagandası aşamasına geçildiğini belirtmek gerekir ki, bu durum, özelde Fransa, genelde ise Avrupa-Batı için yeni bir paradigma değişimdir.

Teo-politik hedef

Burada esas teo-politik hedef, Müslümanların Fransız değerleri içinde asimile etme hedefidir. Buna göre Müslümanlardan İslâmî anlayışlarına ters düşse bile, Fransa-Avrupa’da hâkim norm- değerleri benimsemeleri bekleniyor. Bunun ise aslında kamusal alanda görünürlüğü en aza inmiş, hayata dair temel iddialarından mümkün olduğunca arınmış ve Fransa-Avrupa’nın seküler toplum yapısına uygun hale getirilmiş, İslam’ı yaşamayı özel alanlara hapsedip büyük oranda dünyevileşmiş-sekülerleşmiş Müslüman prototipini ifade ediyor. Bu meyanda Fransa’daki Müslümanlar “medenîleşecekler”dir. Avrupa’daki “dinsiz dindarlık” tartışmalarındaki gibi, Müslümanlar için de hayata müdahale etmeyen, tabir yerinde ise deistik anlamda “pasif bir Tanrı” anlayışına sahip, Avrupa normlarına uymayan ayetlerin Kur’an’dan çıkarılmasına ses çıkarmayan Müslüman tipi arzulanmaktadır. Burada da aslında kültürel ırkçı, benmerkezci, “kültüralist”-“kültürel ırkçı” ve belki de öjenik bir bakışla merkeze alınan Avrupa norm ve değerlerine İslâm ve Müslümanların uydurulup –uymayanlar ayrılıkçı kabul edilecek- modern, “ıslah edilmiş”, “ehlîleştirilmiş” bir İslâm inşa etme çabası alabildiğine öne çıkıyor.

Özel olarak yetiştirilip Müslümanlarla ilgili belli kürsü ve projelerin başına getirilen, kök ülkesine yabancılaşmış, “İslam’ın Luther’leri” olarak lanse edilen self-oryantalist devşirmelerin bu konuda en önemli katkıyı sağlayan grup olduğunu da belirtmek gerekir. Müslümanları temsilden uzak, aidiyetleri olmayan bu kişilere, son yıllarda Müslümanları “ehlîleştirme” ve “Avrupa İslâm’ı” projelerini hayata geçirmede öncü rol verilmekte; Müslümanlarla ilgili kurumların başına genelde bu tür kimseler getirilmektedir.

“Aydınlatılmış bir İslam oluşturacağız” iddiası başta olmak üzere, Macron’un açıklamaları ve neo-oryantalistik projesinin arka planını da irdelemek gerekiyor. “İslâm’ın aslında Yahudi-Hıristiyan kültürünün anlamsız bir yorumu ve ilkel insan toplulukları için üretilmiş terakkîye mani ikinci sınıf inanç” olduğunu ileri süren klasik oryantalistik arka planın burada alabildiğine rolü vardır. Fransız oryantalizmi de bu meyanda yeterli birikim ve arka plana sahiptir. Zira Avrupa’da İslam’a dair ilk önemli projeler, Fransa’da ortaya konmuş; Batı düşüncesinde “ilk ansiklopedi” olarak kabul edilen Bibliotek Orientaile’de D’Herbelot (ö. 1695) ve ilk “arabistik-oryantalistik” kürsülerin açılmasına öncülük eden Sivestre de Sacy’nin temellerini attığı çalışmalar, bu manada öncü role sahiptir. Fransız şarkiyatçılığına şekil veren d’Herbelot, İslâm, Hz. Peygamber ve Kur’an hakkında, o devir Hıristiyanlarının sergilediği İslâm’a “din” sıfatını dahi lâyık görmeyen küçültücü sıfatlar kullanıp hakaretler etmiştir. Bu birikim sayesinde Fransa İslam ve Müslümanlarla ilgili çalışma ve kurumları oryantalistik temelde yürütmüş, yürütmektedir. Ancak gel gör ki, İslam’ın özüne yönelik bu müdahale girişimlerinin 1905’te kabul edilen “kilise-devlet” ayırımına (laiklik) ilişkin yasaya aykırılığı gündeme bile getirilmemektedir. Zira laiklik ilkesi İslam-Müslümanlar söz konusu olduğunda çifte standartlı uygulandığının en bariz örneği aslında Fransa’dır.

Aslında Macron’un zihin dünyasını da besleyen İslam ile ilgili klasik oryantalistik bu arka plan, ateist, deist, agnostik ve nihilist gibi kategorilerle dinden uzaklaşmanın yüzde 60-70’lere vardığı bugünün Avrupa toplumlarında, “tüm dinler anlamsızdır; ama en anlamsız ve ilkel olanı İslâm’dır” anlayışıyla öne çıkıyor. Buna göre İslâm, Yahudi-Hıristiyan arka plana sahip oryantalistlerin gözünde “Yahudilik-Hıristiyanlığın kötü bir taklidi”, seküler-oryantalist söylemde ise “çağın gerekleriyle uyuşmayan”, “arkaik” ve “aydınlanmaya ihtiyacı olan bir din” olarak görülüyor.

Çatışma potansiyeli

Öte yandan Macron’un projesinin Fransa’da katı laiklik ile artan Müslüman nüfusun kamusal alandaki talepleri arasındaki çatışmayı besleyecek potansiyel taşıyor. Nitekim bu tür katı söylem-politikaların da etkisiyle mühtedilerin önemli bir kısmı ile Avrupa’daki Arap asıllı Müslümanlarda daha ziyade görüldüğü üzere, protest, radikal-entegrist Selefiliği benimseyen gençlerin arttığı söylenebilir. Tabiatıyla bu radikalliği sadece Macron’un politikalarıyla açıklamak doğru olmaz. Zira bunda oldukça farklı dinamikler rol oynuyor. Mesela Suud ve Körfez ülkelerindeki bir kısım hocaların sosyal medya kanalıyla yaydıkları görüş-fetvalarını (import fetvalar) birebir olarak uygulamaya çalışıp literal-zahirî yorumlara meylettiklerini de belirtmek gerekir.

Ancak Macron’un katı laik, jakoben, asimilasyoncu söylemlerinin ötesinde parlamentodan geçirmeye çalıştığı yeni yasa, son tahlilde özellikle Müslüman gençlerin radikalleşmesini arttırma potansiyeli taşıyor. Kim bilir, belki de Macron’un isteği de budur. Zira Avrupa’da bir yandan en yetkili ağızlardan radikal Müslümanlara yönelik açıklamalar yapılırken, diğer yandan da el altından radikal-entegrist selefi şahıs ve grupların desteklendiğine dair duyumlar alınmıyor değil. DEAŞ’a Avrupa’dan katılan radikal selefilerin aslında teşvik edildiğine dair medyaya da yansıyan bazı bilgiler buna işaret eder. Hatta zaman zaman medyaya da genelde bu radikal kimselerin Müslümanları temsilen çıkarıldığı görülüyor.

Çifte standart

Burada “Acaba Macron benzer açıklamaları Yahudilik ve Hıristiyanlık hakkında da yapabilir miydi? sorusu anlamlıdır.

Buna “evet” diyebilmemiz oldukça zor. Zira bu dinlerin güçlü kurumları buna izin vermeyeceği gibi, zaten Macron da buna cesaret edemezdi. Hatırlanacağı üzere, 2017’de AB’nin temeli olarak kabul edilen Roma Anlaşması’nın 60. yıl dönümü törenleri dolayısıyla AB liderleri ile 27 üye ülkenin devlet ve hükümet başkanlarını Vatikan’daki Apostolik Kilise-Saray’da Papa tarafından kabul edilmişti. O tarihte Macron henüz cumhurbaşkanı seçilmemişti; ancak o tarihte cumhurbaşkanı olsaydı, nüfusunun önemli kısmı Katolik olan Fransa’yı temsilen büyük ihtimalle Papa’nın huzurunda olacaktı.

Öte yandan Fransa başta olmak üzere, Avrupa-Batı’da İslam ve Müslümanlarla ilgili bütün bu tartışmaların, aslında Yahudi ve Hıristiyanlar ile ilgili benzer tartışmalar bağlamında ele alınıp yürütülmesi beklenirken pratikte hiç de öyle olmuyor; İslam ve Müslümanlarla ilgili projeler ve tartışmalar, bilhassa 11 Eylül sonrasında, genellikle “güvenlik”, “entegrasyon” ve daha doğru bir tabirle “kültürel asimilasyon” bağlamında, iyi niyetten yoksun, doğru kavram ve yöntemden uzak, ön yargılı, “revizyonist-indirgemeci”, neo-oryantalistik ve teo-politik saiklerle tartışılıp yürürlüğe konuyor. Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgili tartışmalar ise, ilgili kurumların temsilcileriyle birlikte, “fenomenolojik-teolojik” temelde ele alınıp uygulanıyor; hatta teklifler ve içerik bu dinlerin temsilcilerine bırakılıyor; Müslümanlardan ayrı olarak onlar istisna tutulabiliyor. Tabiatıyla İslam ve Müslümanların, Yahudi ve Hıristiyanların olduğu gibi, güçlü kurumlara sahip olamamalarının yanı sıra, etnik/sekter bölünmüşlük, liyakatsizlik ve İslam’ı temsilde yetersizlik, kurban psikolojisi, reaksiyoner/radikal anlayışlar, Avrupa/Batı bağlamını iyi tanımama ve gettolar oluşturma olarak ifade edebileceğimiz önemli içsel problemlerinin, bu durumun ortaya çıkmasında önemli etkisi vardır.

[email protected]