Mahalle baskısının öznesi yoksa FETÖ mü?

Ercan Şen / Sosyolog-Siyaset bilimci
18.10.2025

Şerif Mardin analizinin ilginç bir özelliği vardır ve bu durum mahalle baskısı kavramında da ortaya çıkmıştır. Vardığı sonuçlar veya tezler genel olarak sahada ortaya çıktığı haliyle kendi ait olduğu Batıcı-liberal-sol seküler çevrelerin önyargılarını desteklemekten ziyade onların ideolojik tercihleriyle çelişik durumdadır.


Mahalle baskısının öznesi yoksa FETÖ mü?

Ercan Şen / Sosyolog-Siyaset bilimci

Şerif Mardin'in zengin teorik perspektifi ve bulguları üzerinde çalışmak, sosyal bilimciler için müspet olsun menfi olsun her açıdan uyarıcıdır. Çünkü onun düşünce/yöntem akışını, analize sürekli yeni ögelerin katıldığı ve ana düşünceyi oluşturmaya devam ettiği agonistik bir süreç veya programatik bir yaklaşım olarak nitelendirebiliriz. Ve bu anlamda onun analizine katılmak da eleştirmek de her zaman verimli olmuştur.

Anglo-Sakson bilim çevrelerinden ve daha sonraları Max Weber'den oldukça etkilenen ve haliyle vakti zamanındaki Türkiye'deki Jakoben Fransız etkisindeki normatif bilimcilikten kendini kurtarmış olan Şerif Mardin'in temel yönelimi, Osmanlı-Türk modernleşmesi analizlerinde ve din sosyolojisindeki metodolojik tercihlerinde kendini göstermektedir. Bu çalışmaların ayırt edici özelliği olarak öne çıkan husus: Din, toplum-siyaset-kültür ilişkilerinin; psikolojik, sosyolojik ve tarihsel temellere dayalı çok katmanlı bir okuma biçimiyle analiz edilmeye çalışılmasıdır.

Şerif Mardin, Türkiye'de günümüze kadar dahi etkisi gittikce azalsa da hakim olan 'normatif düşüncenin ezici hakimiyetine' dayalı sosyal bilim paradigmasının yerine din olgusunu, aktörlerin eylemleri dolayısıyla tezahür ettiği toplumsallıkları, siyasallıkları üzerinden analiz etmek konusunda yeni bir sayfa açmıştır. Özellikle 'Din ve İdeoloji'(1969) ve devamındaki "Bediüzzaman Said Nursi Olayı"(1992) çalışmalarında sosyal bir olguyu aktörleri üzerinden ideolojik/kültürel bağlamı içerisinde analiz etmeye çalışarak Türkiye için o yıllarda nispeten yeni bir metodun öncülüğünü yapmıştır.

Şerif Mardin'in FETÖ gözlemi

Keza Türkiye'nin başına bela olan FG hareketini ideolojik/kültürel bağlamı içinde incelemek için de girişimlerde bulunmuş fakat bu konunun enteresan bir şekilde sosyolojik incelemeye müsait olmamasını da tarihe bir kayıt olarak düşmüştür. "Çünkü ona göre Gülen hareketini incelemek, onların, kendilerini sosyal bilimciye istedikleri gibi yansıtma konusundaki çabaları dolayısıyla, arkada hep karanlık bir alan bırakacak, dolayısıyla hiç mümkün olamayacaktı." Takiyyeyle gizlenen bu karanlık alandan neyin ima edildiği o dönem için açık olmasa da bugünkü bilgilerimizle bu alanın, cemaatin kendi hiyerarşik iç yapısının tepesinde bulunan ve tamamı 15 Temmuz darbe girişiminden çok önce yurtdışına kaçmış (öncelikle ABD, Almanya ve İngiltere) yönetici kadronun ve onların ilişkileriyle örülü bir network'ün ta kendisi olduğu ortaya çıkmıştır.

Şerif Mardin kendi ifadeleriyle örgütü şöyle anlatmaktadır:

Cemaatleri yapıştırıcı bir tutkal vardır. Bunun bir iç organizasyona bağlı olması lazım. Amerika'da 4 ay kadar Türk öğrencilerin yüzde 80'inin Gülen cemaatine bağlı olduğu bir yerde kaldım. İç teşkilatlanmasını hiç çözemedim. Bu iç teşkilatlanma aslında tutkal şekli, bizim tanıdığımız bir tutkal şekli değil. O bir inanç, bir yakınlaşma, bir yardımla birlikte cemaatin çeperini kurma, bütün onların birlikte olduğu bir tutkal. Bu, yeni üzerinde durulması gereken ve iç teşkilatın yerini almış olan hakiki, yeni bir toplumsal tutkalın ortaya çıkmış olması meselesi. Ve dinîn nasıl bu fonksiyonu ifade ettiği veya dine benzer inançların böyle bir tutkalı ortaya çıkarttığını biliyoruz. Onun ben esrarını çözemedim. ...Fethullah cemaatine bakıldığı zaman iç organizasyonuna bakmamak lazım onu bulamazsınız. Şimdiye kadar kullandığımız metotlarla araştırılmaya müsait bir tutkal değil. Bir taraftan da Hoca'nın ağlaması bence Türkiye'de çok tesirli olmuş bir şeydir. Çünkü samimiyetini gösteriyor. Türkiye'de yaptığınız bir şeyin samimiyetini gösterdiğiniz zaman karşılık alırsınız. Cemaatin içindekilerin ne dereceye kadar ideolojik bir eksen etrafında birleştirildiklerini çok iyi çıkaramıyorum. Bizim aletlerimiz, sosyolojik yaklaşımlarımız orada bir teşkilat arar. Cemaatin yapıştırıcısı olan şey neyse, ne sonuç vereceği, kimleri atacağı, kimlerin sonradan peşinden gidip 'sen bizim adamımızdın, çıktın' deyip kimleri araştıracağı şey değil. Cemaatin bulut gibi çalıştığını fakat bulutun içine giren uçakların da kolay çıkmadığını görüyoruz.

Tedbir adıyla takıyye

Prof. Dr.Yüksel Taşkın da 2016 yılında 15 Temmuz darbe girişiminden hemen önce yazdığı bir makalede aynı probleme değinerek, Gülen'le ve Gülen Cemaati'yle veya kendilerinin uygun gördüğü ifadeyle 'Hizmet Hareketiyle' ilgili akademik çalışmalarda nesnellik ölçütünün çoğunlukla ıskalandığını belirterek, "Söz konusu dinî cemaatin, kendi algısına dair abartılı bir titizlik göstermesi ve halkla ilişkilere büyük enerji harcaması da, yapılan çalışmaların nesnelliğini zedeleyebiliyor." demektedir.

Şerif Mardin'in, FETÖ'yü niçin inceleyemediğini bugünden geriye doğru retroperspektif bakarak söyleyebilmek, birçok olayı ve en önemlisi 15-16 Temmuz gününü ve bugüne kadar olan gelişmeleri yakînen yaşamış bizler için artık nispeten kolaylaşmış durumdadır. Çünkü bilinçli bir yönlendirme çabasının FETÖ tarafından bir strateji olarak yapıldığı ve özellikle takıyye(tedbir) kavramının, davranışının tüm pratik sonuçlarıyla da uygulandığı defalarca görülmüştür. FETÖ'nün uyguladığı temel taktiklerinden biri tedbir adıyla takiyye yapmak olmuştur. İronik bir biçimde Şia'nın yerleşmiş bir kavramı olan 'takıyye' yerine 'tedbir' kavramını kullanmaları da ayrıca bir takıyye olmuştur. Gerçek niyetlerini sürekli gizleyerek gayelerine ulaşmak için pekçok şeyi mubah addetmişler, bizzat FG tarafından belirtilen "hizmetin bekası ümmetin bekasıdır, bundan dolayı hizmetin bekası için haramlar helaldir" prensibine göre hizmetin devamını sağlamak için haram olan alkol almak, zina yapmak, kılık kıyafette değişiklikler, lüks yaşam gibi sıradan insanın kabul edemeyeceği her türlü davranışı müntesipler rahatlıkla işlemişlerdir. Burada amaç, örgüt mensubu bürokratların, memurların, subayların kısaca mahrem hizmetler olarak adlandırılan üyelerinin deşifre olmasının önüne geçmektir. Fakat hem ahlakın hem de dinin araçsal kullanımı; aynı zamanda din ile ahlak arasındaki mesafenin de büyümesine sebep olmakta ve böylece her ikisinin de doğasına aykırı bir araçsal davranış setinin oluşmasına sebep olmaktadır.

Mahalle baskısının öznesi yoksa FETÖ mü?

FETÖ'nün zaman zaman açık/demokratik örgüt izlenimi veren fakat kapalı, kurgusal özelliğinin geleneksel/organik bir dinî/sosyal yapıya ait olmadığını daha sonraları birçok gözlemci saptamıştır. Bu hareketin zaman içerisinde birçok karakteristik dönüm noktaları olmuştur. Türkiye'deki İslâmi cemaatlerin, grupların hemen hemen hepsi Batı ve İsrail siyasasına karşı ortak tutumlar geliştirmişken, FETÖ Batı ve İsrail siyasası doğrultusunda tavırlar göstermiştir. Atlantik paktının/Amerika'nın siyasal hegemonyasına Türkiye'nin lehine olmasa dahi rıza veren ve üreten FETÖ bu özelliğini defalarca açık olarak göstermiştir. Türkiye merkezli değil ABD ve İsrail merkezli bir tavır ve tutum alış bütün sosyal ve siyasi olaylarda FETÖ'nün ayırdedici bir özelliği olmuştur. Dinî karakterli olduğunu iddia eden bu hareketin zaman içerisinde gösterdiği dönüşüm çok hızlı ve ilginçtir. Düşünce bazında saptadığımız bu dönüşümün beklenmedik şekilde bir saha araştırmasında karşımıza çıkışı ise bizzat araştırmacılarının dahi beklemediği bir biçimde gerçekleşmiştir.

Fakat önce Şerif Mardin'in şu önemli tespitini vurgulamalıyız:

Türkiye'de dine dönüşün iki şekli vardır biri Ortodoks, Sünni, Ulema-yı rusumun fikirlerini devam ettirenler. Bunlar İslâm dininin icaplarına toplum içinde daha geniş bir anlam tanımak istemişlerdir. İkinci dincilik, geniş halk tabakalarının 'hurafelere', 'volk İslâm'a dönüşü istemesidir. Bu ikiliğin farkına varmayan veya laikler kadar küçümseyen, ilerici dindarlar, durumun karşısında laikler kadar şaşırmışlardır. Zira zaman zaman karşılarına hiç tanımadıkları bir İslâm'ın şekilleri çıkmıştır.

Tarihin ironik cilvesi olarak bu ifadeler bir kehanet gibi, yıllar sonra yine Şerif Mardin'in Ruşen Çakır ile yaptığı bir söyleşide kullandığı "Mahalle Baskısı" kavramı üzerine Binnaz Toprak ve ekibinin Açık Toplum Enstitüsü adına gerçekleştirdiği saha araştırmasında ortaya çıkmıştır. Araştırmanın alt başlığı "Mahalle Baskısı Araştırma Raporudur". Araştırmanın amacı, Anadolu kentlerinde farklı kimlik ya da yaşam tercihleri olan kişilerin din ve muhafazakârlıktan kaynaklanan baskı ve ötekileştirme ile karşı karşıya kalıp kalmadıklarını saptamaya çalışmaktı. Fakat saha araştırmasında FETÖ'nün tahmin edilemeyecek ölçüde baskı kuran cemaat olarak tanımlanması araştırmacılar tarafından da beklenmeyen bir sonuç olarak hayretle karşılanmıştır. Örgüt, sahada yapılan bir sosyal araştırmada ilk defa beklenmedik şekilde ifşa olmuştur: İktisadi hayatın, halk İslâmı'nın ve sosyal ağların iç içe geçtiği FETÖ muhafazakâr toplum içerisinde yerleşmiş, büyümüş ve hakimiyetini baskı ve dışlama yoluyla tesis etmişti. Araştırmanın sponsoru olan Açık Toplum Enstitüsü bu tahmin edilemeyen araştırma sonuçlarını yayımlamak istemese de araştırmacılar bu sonuçları paylaşmıştır. Bu konu aslında daha önce değindiğimiz PR ve takıyye kavramlarının kullanımına da örnektir. Demokrat ve şeffaf olduğuna dair PR çalışmaları yürüten FETÖ bu saha çalışmasında kötü yakalanmıştır, üstelik dinî söylemle alakası olmayan ve muhafazakâr Ak Parti hükümetine antipatileri olan araştırmacılar tarafından yakalanmıştır. Hatırlayacak olursak Şerif Mardin'in mahalle baskısı kavramını kullandığı 2007 yılında gündemi meşgul eden tartışma konusu 'Türkiye'nin Malezyalılaşacağı' idi. Ak Parti iktidarının İslâmî bir yöntemle Malezya tipi bir İslâmî demokrasiyi hakim kılacağı konusunda laik çevrelerin endişesi vardı. Fakat bu endişenin kaynağı Ak Parti olarak kabul edilmişken söz konusu araştırmanın beklenmeyen sonucu Fethullah Gülen cemaatini göstermişti. Büyük bir ihtimalle araştırma ekibinin içinde olan gazeteci Nedim Şener'in grubun geri kalanından farklı olarak bugüne kadar taşıdığı cemaat hakkındaki keskin kanaatleri; bu dönemde belirginlik kazanmıştı.

Şerif Mardin analizinin ilginç bir özelliği vardır ve bu durum mahalle baskısı kavramında da ortaya çıkmıştır. Vardığı sonuçlar veya tezler genel olarak sahada ortaya çıktığı haliyle kendi ait olduğu Batıcı-liberal-sol seküler çevrelerin önyargılarını desteklemekten ziyade onların ideolojik tercihleriyle çelişik durumdadır. Örneğin İslamî söylemin Türkiye serüvenindeki genel gidişatının Batı tarzı bir renge bürüneceğini söylerken, 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte aslında bu söylemin Türkiye'deki genel İslami söyleme değil sadece FETÖ'ye mündemiç olduğu görülmüştür: Batı ile dolayısıyla İsrail ile (Siyonizmle) ittifak içerisinde ve onunla uyumlu fakat İslâmî olan diğer cemaat ve gruplarla çatışma içerisinde olan bu söylemin genel sosyolojik bünyeden ayrı bir kurgusal STK olduğu şimdi çok daha iyi anlaşılmıştır.

'Din ve İdeoloji' isimli eserinin sonuç paragrafında, şöyle der Şerif Mardin: "Toplumun sorunları, hiçbir yerde entelektüel seviyede vazedilmiş soyut problemler olarak ortaya çıkmaz. Halk bu sorunları ihtiyaçlarının tatmini olarak görür. Türk aydınları bu hakikatlerden hareket etmedikçe bir taraftan toplumdan uzaklıklarını sürdürecekler, diğer taraftan da sürprizlerle karşılaşmaya devam edeceklerdir." 1960'lı yıllarda yazılan bu satırların üzerinden yaklaşık 60 yıl geçti. Bu altmış yılın 40 yılına ise O'da şahitlik yaptı. 1989 yılında İngilizce yayımladığı 1992 yılında ise Türkçeye çevrilen 'Bediüzzaman Said Nursi Olayı' isimli eserinde 'Din ve İdeoloji' isimli eserine nazaran daha sofistike bir sonuç ortaya çıkmakta ve yeni koşullara geleneğin yanısıra yeni cevaplar üretmiş Müslüman bireylerin varlığını şaşkınlıkla keşfetmektedir. Bu aslında 'Din ve İdeoloji'de ortaya koyduğu bir çok yargının yanında daha kâmil bir safhayı işaret etmektedir ki kendisi de yeni baskıya yazdığı önsözde Amerikan davranışçı ekol aleyhine olacak şekilde ifadelerini tashih etmişti. Şerif Mardin'e göre daha da enteresan olan bulgu şudurki merkez-çevre ayrımına dayalı çatışma, Osmanlı'da merkez ile çevre arasına giren unsurların (din, cemaatler, tarikatler gibi) ortadan kalktığı oranda ve bürokrasinin merkezileştiği ölçüde daha bir sarsıntı ile hissedilir olmuştur. Bu düşünceden ve bulgudan devam ederek şunu diyebiliriz ki bu ara mekanizmaların, tampon mekanizmaların 1950'li yıllardan sonra Türk siyasi hayatında tekrar görünürlük kazandığı bir vakıadır ve Şerif Mardin'in, Said Nursi incelemesi aslında bu vakıanın sosyal bilimler yönünden bir vaka kaydıdır.

Türkiye'yi bekleyen gelecek

Osmanlı'dan Cumhuriyete geçişin jakoben yönü hakkındaki eleştirilerin sofistike bir öncüsü olan Mardin, Batılı kavramlar ve Osmanlı toplumu hakkında bilgiler arttıkça ve çalışmalar ilerledikçe 'sivil toplum' kavramının Osmanlı'yı anlamada ancak bir dereceye kadar elverişli bir analitik araç olduğunu da vurgulamıştır. O, modern dünyanın getirdiği örüntülerin bu topraklarda yol açtığı sarsıntıları doğru analiz etmede Cumhuriyet dönemi sosyal bilimlerinin aklî sayfalarından biri olarak temayüz ederken kanaatini de izhar ederek kendisinin modern dünyaya ait bir figür olduğunu da bilmekte ve siyasi tercihini de belirtmektedir. 2003 yılınlda yazdığı bir makalede Şerif Mardin uzun vadede Cumhuriyetin tüzel kişiliğe verdiği meşruiyet ve ona yarattığı alanda, 'din' de ancak dernekler statüsünde bir meşguliyet halini alacaktır demektedir ki bu yargısını 'Din ve İdeoloji' eserinin sonuç bölümünde eserin ilk baskısı olan 1969'da da ve 2021 yılındaki 28. baskısında da söylemektedir. Nihayetinde dinin artık devletin dışında gelişmek imkanlarını kazandığını belirterek Türkiye'yi Batılı manada bir geleceğin beklediğini öngörmektedir. Son tahlilde bu cümleyi Şerif Mardin'in Batıcı modernleşme lehine olan pozitivist yargılarından biri olarak görmekle birlikte şu sonuç daha da önemlidir: Sosyolojik manada Türk kültürü ve ideolojisine içkin, devlet ile din arasında varolan zımni ilişkinin de koparılacağının ve tam da kendisinin tarihimizde olmadığını söylediği gibi ve fakat Batılı anlamda bir sivil toplumun icadı ve dinin de ancak orada yerini alacağının teyidi anlamına gelmektedir.

Lakin yakın tarih bize göstermektedir ki bu kopuşun ilk denemesini Jakoben Kemalistler tek parti döneminde (1923-1950) bir süreliğine denemiş ama başarılı olamamıştı. İkinci ve fakat daha kısa süreli bir denemeyi ise dinî bir STK görünümündeki Anglo-Sakson FETÖ'nün denediğini ve yine başaramadığını 15 Temmuz 2016 tarihinde beraberce görmüş bulunmaktayız.

Sonuçta Şerif Mardin'in önermelerine katılma durumunda olmadığımız gibi desteklemek durumunda da değiliz fakat bu hal, ironisiyle meşhur merhum Şerif Mardin'in muhteşem birikiminden ve çelişkilerinden yararlanmamızı da engellememelidir vesselam. Ölümünün 8.yılında Şerif Mardin'in dinince dinlenmesini niyaz ederiz.