Mahalle güç ve eleştiri

İsmet Süreyya / Yazar
8.12.2018

Günümüz muhafazakar entelektüellerinin bir kısmının oldukça etkisinde kaldıkları, temel kabullerini bir amentü gibi benimsedikleri liberal paradigma bu satırların yazarının veya üzerinden bir tutumu eleştirmeye gayret ettiğimiz yaklaşımın değil Atasoy Müftüoğlu gibi ‘kıymetli, büyük, otorite, değer’ kabul edilen kişilerin eleştirilebilmesini kutsar. Eleştirel düşünce her şartta değerlidir ancak güçlü, dokunulmaz, saygıdeğer olanı hedef aldığında kendisinden murat edilen çıktıları doğurur.


Mahalle güç ve eleştiri

Türkiye’de İslamcılığın seyrini kayıt altına almak için yürütülen önemli bir arşiv projesi bağlamında yapılan mülakatta Atasoy Müftüoğlu’nun 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi’nde canı pahasına darbeci Semih Terzioğlu’nu öldürerek şehit olan Ömer Halisdemir hakkında söyledikleri bir süredir gündemde. Müftüoğlu mealen Halisdemir’in bir komutanın emri ile bir başka ‘komutan’ı öldürdüğünü, bu anlamda yaptığının askerlik mesleğine dair teknik bir eylem olduğunu ve bu yönüyle gençlerin önüne rol model olarak konulacak katma değeri barındırmadığını ileri sürüyor. Müftüoğlu’nun sözleri beklenildiği üzere büyük bir tepki ile karşılandı. Dahası açıklamalar hakkında bir suç duyurusunda bulunularak mesele yargıya taşındı. Tepkiler üzerine projeyi yürüten derneğin yetkilisi sosyal medya aracılığı ile yaptığı bir açıklamayla ‘farklı hassasiyetler gözetilerek’ videonun yayından kaldırıldığını açıkladı. 

Meselenin yargıya taşınmış olması üzerine konuşmayı güçleştirse de Müftüoğlu’nun açıklamaları ve tepkiler Türkiye’de muhafazakar mahallenin bir kısmının güçten, iktidardan, eleştiriden ve muhalefetten ne anladığına/ anlamadığına/ yanlış anladığına yakından bakma imkanı veriyor. Görüntü kaydının kaldırılma gerekçesinden başlayalım; “A. Müftüoğlu’nun fikirlerini beğenmeyebilir ve eleştirebilirsiniz. Ama sözlerini cımbızlıyarak saldırmak linçtir. Tam da Türkiye’deki fikri düşüşün bir göstergesidir”. Bu açıklama ister istemez içerisinde ‘ama’ barındıran cümlelerle ilgili o klişe fakat doğruluk payı yüksek genellemeyi aklımıza getiriyor; cümlenin ‘ama’dan önceki kısmı hükümsüzdür. Esas söylenmek istenen ‘ama’dan sonrakidir. 

Açıklama Atasoy Müftüoğlu’nu eleştirmememizi istiyor. ‘Ama’dan önce gelen ‘Müfüoğlu’nun fikirlerini beğenmeyebilir ve eleştirebilirsiniz’ kısmı hükümsüz kalınca elimizde kala kala Müftüoğlu’nun dokunulmazlığı kalıyor. Zaten açıklamada yer alan bir başka ‘ama’lı cümle ile alt metin çok daha görünür hale getiriyor; ‘Ama A. Müftüoğlu mücadelesi ve hayatı bilinen birisi. Onun hoyratça yıpratılması doğru değil’. Açık bir şekilde Müftüoğlu’nu eleştirmemeye bir davet var. ‘Ama’lı cümlelerin hepsinin anlattığı şey Müftüoğlu’nun değerli bir figür olduğu, camia/mahalle için çaba sarf ettiği, birileri yokken onun var olduğu, üstat/hoca/büyük olduğu ve tüm bunlardan dolayı eleştirilmemesi gerektiği. Eleştirilerin ‘linç’ ve ‘hoyratça yıpratılmak’ olarak nitelendirilmesi ve Müftüoğlu’nun ‘mücadelesi ve hayatı’na yapılan vurgu lafzen olmasa da anlam olarak Müftüoğlu’na dokunmamaya ve sorgulamamaya davet ediyor. Çünkü o büyük, abi, üstat, mücadele vermiş, mütefekkir, önder... 

Meselemiz tabii ki şahıslar değil. Müftüoğlu için yapılan dokunulmazlık çağrısı muhafazakar mahallenin eli kalem tutanlarının bir kısmında yaygın olarak gördüğümüz bir yaklaşım olduğu için bahse konu ediliyor. Herkes, her şey, gelenek, modernite, değerler, siyaset (ve tabii siyasetçiler), ülkenin gidişatı, muhafazakar kadınlar, muhafazakarlığın kendisi bir bütün olarak toplum, makro ve mikro düzlemdeki her varlık muhafazakar mahallenin elikalem tutanları tarafından eleştirilirken sıra mahallenin ‘ağır abi’lerine gelince ‘ama’, ‘dava’, ‘mücadele’, ‘emek’, ‘geçmiş’ gibi kavramlarla kalkanlar inşa ediliyor. Üstelik bu iki tutumun bir çırpıda aynı cümle içerisinde sergilendiğine rastlamak hiç de zor değil. Tıpkı Müftüoğlu’nu eleştirmeyin çağrısı yapan açıklamanın Müftüoğlu’nu eleştirmeyi Türkiye’deki fikri düşüşün bir göstergesi olarak nitelemesi gibi. 

Hangi iktidarın eleştirisi? 

Müftüoğlu’nun eleştirilemediği bir vasatta ülkede fikri bir düşüş olduğuna hükmedebilirsiniz. Müftüoğlu’nu eleştirmek mahalle açısından bazı riskleri barındıran bir eylemdir. Onu seven, düşüncelerinden etkilenmiş, mücadelesinde omuz vermiş birilerini rahatsız etme ihtimaliniz vardır. Rahatsız ettikleriniz daha sonra başka mecralarda ve fırsatlarla sizi rahatsız edebilir. Öte yandan ülkede fikri bir düşüş olduğunu söylemek Müfütoğlu’nu eleştirmeye kıyasla oldukça konforlu bir eleştiridir, maliyet doğurmaz. Çünkü ülkedeki hakim söylemle, üstelik mahalle dışında üretilip mahalleye dayatılan hakim söylemle, aynı hatta yer alırsınız. Önceleri dinci, irticacı, gerici olmakla itham edilen AK Parti iktidarı ve temsil ettiği toplumsal kesimler 2010’den 2013’e kadar kademeli olarak, 2013’den günümüze kadar da daha hakim bir şekilde niteliksiz, kalitesiz, yüzeysel olmakla eleştirilmiştir. ‘Muhafazakarlar iktidar olurlar ama muktedir olamazlar’ küçümsemesi, muhafazakarlar siyasi alanda muktedir olunca ‘siyasi alanda muktedir olurlar ama kültürel, fikri, akademik vb. gibi sahalarda muktedir’ olamazlar söylemiyle yer değiştirmiştir. Özelde AK Parti iktidarına genelde ise onun temsil ettiği kimlik dünyasına karşıtlıkla olgunlaştırılan bu söylem seküler-Batıcı kültürel iktidarla çatışmak maliyetini göze alamayan muhafazakarlarca da benimsenmiştir. Neticede mahalle içerisinde başınızı ağrıtabileceği için Müftüoğlu eleştirilemez ama hem mahallede hem de mahalle dışında oldukça konforlu olduğu için ülkedeki muhafazakar siyasetin neden olduğu fikri düşüşe hükmedilebilir. 

Hangi iktidarı eleştirdiğimizle alakalı bir perdeyi daha kaldıralım. AK Parti iktidarının bugün geldiği noktada ülkede entelektüel bir fakirleşme, fikri bir düşüş olduğunu iddia edenler pek tabii ki bundan siyasi iktidarı sorumlu tutuyor. Eleştiriye tahammülsüzlük olduğu ve eleştiri kültürünün yerini tek adam kültürü aldığı için fikri bir düşüşe, entelektüel bir fakirleşmeye sürüklendiğimizi söylüyorlar. Tenakuzun büyüğü ise burada cereyan ediyor. Yaptığı işin tabiatı gereği siyasetçinin entelektüel, akademisyen, fikir adamına kıyasla eleştiriye tahammülsüz olması anlaşılabilir bir durum. Pekala siyasetçinin eleştiriye tahammülsüz olmasını -eğer öyleyse- maruz görmez fakat anlayabiliriz. Günün sonunda sandığa gidecek, seçmenlerin takdirini celbederek oylarını almaya çalışan siyasetçinin bu amacının tersi yönde seyreden eleştiriye tahammül edememesi anlaşılabilecek bir hatadır. Lakin siyasetçiyi eleştiriye tahammülsüz olmakla eleştiren fikir ve kalem erbabının eleştiriye siyasetçiden daha tahammülsüz olması hepsi bir yana kendi iddiası ile çelişmektir ve tutarsızlıktır. 

Kaldı ki günümüz muhafazakar entelektüellerinin bir kısmının oldukça etkisinde kaldıkları, temel kabullerini bir amentü gibi benimsedikleri liberal paradigma bu satırların yazarının veya üzerinden bir tutumu eleştirmeye gayret ettiğimiz yaklaşımın değil Atasoy Müftüoğlu gibi ‘kıymetli, büyük, otorite, değer’ kabul edilen kişilerin eleştirilebilmesini kutsar. Eleştirel düşünce her şartta değerlidir ancak güçlü, dokunulmaz, saygıdeğer olanı hedef aldığında kendisinden murat edilen çıktıları doğurur. Siyasetçi elindeki siyasi gücü kullanarak eleştirilmesini engelliyorsa siyasetçi eleştirisi kıymetlidir. Ancak siyasi bir amaçla üretilmiş hakim söyleme dayanarak siyasetçiyi eleştirmek -evet bir haktır- ancak eleştiriden murat edilen faydayı doğurmaz. Öte yandan kontrol ettiği fikri, toplumsal, sembolik güç dolayısıyla eleştiriden muaf tutulmak/tutulmayı talep etmek iktidarın bir formudur. Eleştirel düşünce diğer alanların yanında bu alanda da aktif olduğunda kıymetlidir, faydalıdır. Öbür türlüsü abalıya vurmaktan öteye gitmeyen bir tatmin arayışı olur. 

Müftüoğlu’nun sözleri 

Son olarak Atasoy Müftüoğlu’nun açıklamalarının içeriği hakkında da birkaç söz söylemek gerekiyor. Öncelikle Müftüoğlu’nun Ömer Halisdemir’in şehit olduğu gerçeğini kasıtlı veya kasıtsız göz ardı ettiğini tespit etmek gerekiyor. Adlarını Halisdemir kadar sık anmadığımız hatta vefasızlık edip bilmediğimiz binlerce 15 Temmuz kahramanı var. Halisdemir’inkini diğer kahramanlıklardan ayıran özelliği can pahasına yapmış olması. Şüphesiz 15 Temmuz’da sokağa çıkan herkes canını riske ettiğinin bilincindeydi. Bir daha evlerine, ailelerine, arkadaşlarına dönememe ihtimalini bilerek sokağa çıktılar. Ancak Halisdemir’in eylemi bu türden bir belirsizlik barındırmıyordu. Halisdemir Semih Terzi’yi etkisiz hale getiren kurşunu sıktığında artık geri dönüşü olmadığını, hayatının üzerinde bir belirsizlik kalmayarak şehitlikten başka bir ihtimalin mevcut olmadığını bilerek hareket etti. Halisdemir’in özel durumu bu şekildeyken, şehitliğin bu veya başka türlüsünün toplum, insanlar, siyaset veya medyadan önce İslam dini tarafından övüldüğü, örnek ve hedef olarak gösterildiği izahtan varestedir. İslamcılık, eleştiri ve tefekkür namına İslam’ın kendisine bu kadar yabancılaşabilmenin ise izahı mümkün değildir.

[email protected]