Majidi üzerinde fırtına koparmak...

Abdülkadir Özkan / Yazar
5.11.2016

Son Peygamber; Hazreti Muhammed filmini eleştirilerin İranlı Majit Majidi’nin “inanç dünyasındaki” değerleri de dikkate almaları lazım. Hatta o “değerlerin” İslam medeniyetindeki karşılığını da göz ardı etmemek gerekiyor. Bu detaylar dikkate alınmadan yapılacak eleştiriler ancak mezhepsel ayrışmayı körükleyici, faydasız bir tartışma konusu olmaktan öteye geçmeyecektir.


Majidi üzerinde fırtına koparmak...

İranlı ünlü yönetmen Majit Majidi’nin beklenen filmi Son Peygamber; Hazreti Muhammed nihayet beyaz perdeyle buluştu. Vizyona girdiği ilk günden bu yana İslamî entelijansiyanın yoğun muhalefetiyle karşılaşan film önümüzdeki günlerde kendinden çokça söz ettirecek gibi duruyor. Her sinema filminde olduğu gibi Majidi’nin bu çalışması da sanatseverlerin haklı eleştirilerinden payını alacak. Ancak eleştirilerde emeğe saygı ve yapıcılık ilkesini gözden kaçırmamak lazım.

Devasa denebilecek bir bütçe ile beş yıllık bir çalışmanın ürünü olan film bir üçlemenin ilk bölümünü oluşturuyor. Bu bakımdan yapıcı eleştirilerin diğer bölümlere olumlu katkısını göz ardı etmemek lazım. Eleştirinin sınırını aşarak, mezhepsel ayrışmayı tetikleyici bir bağnazlıkla filmin yasaklanması gibi “abes” bir çağrının çığırtkanlığını yapanlar, tepkilerin filmin gelecek bölümlerine olumsuz katkı olarak yansıma ihtimalini unutmamalı. Eleştirinin dozunun kaçtığı coğrafyalarda sanatın nasıl siyasallaştığı unutulmaması gereken bir başka gerçek. Bu bağlamda sanat siyaset ilişkisini derinlemesine değerlendirmek başka bir yazının konusu olabilir.

Majidi filmini birkaç zaviyeden değerlendirmek gerekiyor. Öncelikle sinema tekniği ve senaryonun içeriği bakımından filmi ele almak lazım. Sinema tekniği açısından Majidi’nin önceki çalışmalarını da geride bırakan, adeta kendisini aşan bir film olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özel hazırlanmış platolardaki detaylar, ses ve ışık kalitesi, kostümler, makyaj ve müzik, sinema tekniği bakımından filmi kusursuza yakın bir yere konumlandırıyor. Bu başarısından dolayı Majidi’ye hakkını teslim etmek lazım. Ancak bu, her şeyin doğru olduğu manasına da gelmemeli. Senaryoya ilişkin eleştiriler getirilebilir. Zaten son günlerde film üzerinden fırtınalar koparılmasının sebebi filmin teknik noksanlığı değil, senaryosunda yer verilen tarihsel gerçeklikle örtüşmeyen bazı farklılıklar. Ancak bu eleştirileri dile getirenlerin İranlı Majidi’nin “inanç dünyasındaki” değerleri de dikkate almaları lazım. Hatta o “değerlerin” İslam medeniyetindeki karşılığını da göz ardı etmemek gerekiyor. Bu detaylar dikkate alınmadan yapılacak eleştiriler ancak mezhepsel ayrışmayı körükleyici, faydasız bir tartışma konusu olmaktan öteye geçmeyecektir.

Mistik bir peygamber

Film, ilk bölümünde Hazreti Peygamber’in 12 yaşına kadarki çocukluk dönemini konu ediniyor. Bu nedenle de filmin geneline insanî öğelerin ön planda olduğu duygusal sahneler hakim. Genel itibariyle filme hakim olan mistik hava hemen farkediliyor. Bu aşırı mistisizm bir Peygamberin hayatını filmleştirmenin ağırlığından yahut Majidi’nin aşırı mistik öğeler barındıran bir peygamber tasavvurundan kaynaklanmış olabilir. Filme yöneltilen en önemli eleştirilerden bir tanesi Şii propagandası yapıldığı yönünde. Bu nedenle sosyal medyada filmi bir tür “cinayet” şeklinde tanımlamayı tercih eden bir propaganda dili kullanılıyor. Baştan sona Hazreti Peygamber’in rahmet ve merhamet özelliklerinin işlendiği filmin satır aralarından bu sonucu çıkarmak iyi niyetli bir tavır olmasa gerek. Filmde, peygamberlik öncesi ve sonrasında Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasındaki siyasi politik gerilimi fazlasıyla hissettirecek çok sayıda kare olduğu bir gerçek. Hatta Majidi’nin Mekke’nin lideri olarak öne çıkardığı Ebu Süfyan üzerinden örtülü bir takım mesajlar vermiş olması da bir yere kadar makul karşılanabilir. Ancak tarihsel temelleri olan bu tür nüanslara bakarak filmin bir Şii propagandası olduğunu iddia etmek filme değilse bile sanata en büyük haksızlık olur. Kaldı ki dünyaca ünlü bir yönetmen olan Majidi’nin bugüne kadar her hangi bir filminde benzer propagandalara rastlamak neredeyse imkansız. Filmde Şia propagandası yapıldığı suçlamaları üzerinden Şiiliği tartışmaya açan, tek tipçi bir İslam tarihi anlayışını hakim kılmaya çalışanlara sormak lazım, bir sinema filmi üzerinden mezhepsel ayrışmayı körükleyecek, yeni bir çatışma ortamı yaratacak dil ve üslup kullanmak Ehli Sünnet’in geleneğinde var mı?

Filmde eleştiri alan konulardan bir diğeri ise Hazreti Peygamberin Rahip Bahira ile olan diyaloğu. Film tekniği açısından, oluşturulan senaryoları daha cazip kılmak için metinleri farklılaştırmak, eklemeler çıkarmalar yapmak içeriği zenginleştirmek için bir gereklilik. Aksi halde salt dini metinler ve kısıtlı tarihsel dokümanlar üzerinden bir sanat filmi inşa etmek imkansız. Ehli Sünnet kaynaklarında da teyit edilen, filmde biraz abartılı işlenen Rahip Bahira diyaloğundan bir dinlerarası diyalog tanısı koymak, eleştiri getirenlerin zihnî arka planlarının güncel tartışmaların etkisinde kaldığını gösteriyor. Bu bakımdan değerlendirmeleri olabildiğince tarafsız yapmakta büyük yarar var.

Filmde eleştiriyi hak eden en önemli nokta ise Hazreti Peygamber’in gösterildiği sahneler. Hazreti Peygamberin bir film aracılığıyla ilk kez mücessem hale getirilmiş olması gerçekten üzerinde tartışılması gereken ciddi bir sorun. Ancak burada da bir detayın altını çizmeden konuyu değerlendirmeye açmak yanıltıcı olabilir. İslam’ın tevhid akidesinde, Hazreti Peygamberin hiç resmedilmemiş olması pagan kültürünün, putperestliğin, tapınma kültünün hakim olduğu bir coğrafyada insanların “cahiliye dürtülerinin” harekete geçmesini engellemek amaçlıdır. Bu nedenle İslam medeniyetinde ortaya konan sanatsal çalışmaların hiçbirinde Hazreti Peygamber mücessem olarak işlenmemiştir. Majidi’nin bu konuya yeni bir açılım getirme çabası İslam sanatı açısından yeni bir dönemin işaretçisi olabilir. Ancak bu yeni dönemin türlü olumsuzluklara ve sorunlara gebe olduğu bir gerçek. Fıkhî problemlere kapı aralaması muhtemel bu bakış açısının gerçekten tartışmalı olduğunu kabul etmek lazım.

 

Bir diğer eleştiri de Hazreti Peygamber’in amcalarından, Hazreti Ali’nin babası Ebu Tâlib’in Müslüman gösterildiği iddiaları üzerine. Hazreti Peygamberi çocukluğundan itibaren himayesi altına almış, Mekke’nin ileri gelenlerine karşı her daim savunma görevini üstlenmiş, müşrikler arasında bile saygın kişiliği ile tanınan Ebu Tâlib karakterinin Ebu Leheb yahut Ebu Cehil ile aynı formda canlandırılmasını beklemek haksızlık değil mi? Kaldı ki senaryoda Ebu Tâlib’in Müslümanlığına ilişkin bir vurgu yokken Hazreti Peygamber’i ömrünün son anına kadar himaye etmiş bir ismin filmde “Müslümanmış” gibi gösterilmesi neden Müslümanları rahatsız eder? Ebu Tâlib’in iman edip etmediği meselesi geleneksel İslam kaynaklarında bile kesin bir yargıya varılamayacak kadar mûğlakken, mezhep taassubu içinde Ebu Tâlib’i “zındık” ilan etmenin kazandıracağı yarar nedir? Bu soruları son günlerde sosyal medya üzerinden “sakın filmi seyretmeyin” kampanyası yürütenlere yöneltmek doğru olur. Filmi seyretme zahmetinde bile bulunmamış bazı “dostların” muhalif bir kampanyanın başını çekmesi, sanattan korkumuzu güzel resmeden trajikomik bir durum.

Kitlelere ulaşmanın en etkili yolunun “sanat” olduğunu kavramak için hala geç kalmış sayılmayız. Batı’daki İslam karşıtlığıyla mücadelenin yolu da, Türkiye’nin son yıllarda içinden çıkmaya çalıştığı zor ve sıkıntılı süreçleri anlatmanın en doğru yolu da sanattan geçiyor. Sanat, toplumların geleceğe ilişkin kaygılarını azaltmaya yarayan önemli bir enstrümandır. İslam toplumlarının sanata ve sanatçıya “gavur icadı” muamelesi yapması İslam medeniyetinin tarihsel paradigmasıyla örtüşmüyor. Cemil Meriç, “irfan, önyargıların köleliğinden kurtulmaktır. İnsanı insan yapan vasıfların bütünüdür” der. İslam toplumlarının önyargılardan arınmış bir irfana her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğu aşikar. Önyargılardan sıyrılmış eleştiriye her daim evet, ancak emeğe ve sanata biraz daha saygı lütfen.

Son bir not: 1970’li yılların teknolojik imkanlarıyla bütün zamanların en iyi Hazreti Peygamber temalı filmine, Çağrı’ya (The Message) imza atıp, bombalı bir intihar saldırısı sonucu hayatını kaybeden ünlü yönetmen Mustafa Akkad’a bir kez daha rahmet olsun...

[email protected]