'Makbul vatandaş'tan 'makbul devlet'e…

Abdülhamit Gül / Hukukçu
12.10.2013

İlk defa devlet, vatandaşı var olan siyasal/kültürel/etnik/dinsel kimliği ile meşru ve makbul olarak tanımlamakta ve merkezde meşru ve makbul gördüğü kimlik ve sıfatları dayatmaktan vazgeçtiğini açıkça deklare etmektedir. Bu değişim devletin toplumu ve vatandaşı kabullenmesidir.


'Makbul vatandaş'tan 'makbul devlet'e…

Türkiye, Tanzimat’tan bu yana sürekli bir şekilde devletin yapı ve işleyişini modernize etme ve yaygın ifadesi ile “zamanın ruhuna ayak uydurma” çabası ile karşı karşıyadır. Tanzimat’tan 1950’ye kadar yapılan tüm tanzim, ıslahat ve reformların ortak özelliği devleti güçlendirme, kamu idaresinin işleyişini iyileştirme ve devletin yapı ve işleyişini modernize etme amacına matuf olduğu gibi söz konusu düzenlemelerin dış baskı, dayatma ve talepler neticesinde ortaya çıktığı da bilinen bir gerçektir. 

İlk defa Demokrat Parti iktidarı ile birlikte ahalinin, geniş halk kesimlerinin gündelik/pratik hayatını kolaylaştıran, devletin toplumla kurduğu ilişkiyi demokratikleştirmeye matuf düzenlemeler gündeme getirilmiştir. Özal reformları en genel anlamda devletin küresel rekabet gerçeklerine göre yeniden dizayn edilmesini amaçlamakla demokratikleşmeye yardımcı olmuşlarsa da kendi başına siyasal sistemi dönüştürme ve değiştirme açısında yeterli kapsam ve derinlikten uzaktır. Bu bağlamda Türkiye’de ilk defa 2010 Anayasa referandumu ile birlikte aşağıdan yukarıya, toplumun istek ve tercihlerine dayalı bir reform paketi gündeme gelmiştir. Bu yönüyle 2010 Anayasa değişikliği, son iki asırlık reform/tanzim/ıslah projeleri içinde kökü toplumsal taleplere dayanan ve devletin yapı ve işleyişini kesin bir şekilde değiştirmeye matuf ilk ve tek projedir. Dolayısıyla 2010 Anayasa referandumu eski tarz-ı siyasetin egemen olduğu Türkiye’nin tasfiye edildiği, yeni siyaset tarzının zorunlu olarak devreye girdiği Yeni Türkiye’nin miladıdır. Bu eşik, Kemalist modernleşme ve Tanzimatçı devlet/siyaset yaklaşımının sona ermesi ve post-kemalist inşa sürecinin başlaması olarak okunabilir.     

Devletin milleti devri

Kemalist siyaset ya da eski Türkiye, her şeyden önce mevcut anayasanın başlangıç kısmında açıkça ifade edildiği şekilde “Devletin milleti”ni esas alan bir durumdu. Devleti önceleyen ve milleti devletin bir unsuru olarak gören bu anlayışa göre devlet, toplumu ve milleti tanzim ve tanıma hakkını kendinde bulmaktaydı. Devlet milleti yönetilmesi, eğitilmesi, şekillendirilmesi ve istediği formda tanımlanması gereken bir nesne olarak gördüğü için siyaset de devletin bu tür etkinlik ve uğraşılarının icra edildiği hikmet-i hükümet yani yüksek devlet adamlarının uğraşısı olarak telakki edilmekteydi. Bu algı temsil mekanizmasını, seçimi, sandığı, parlamentoyu ve en genel anlamda modern anlamda siyaseti işlevsiz bırakmakta ve siyaset kurumunu teknik bir aygıta dönüştürmekteydi. Vesayetçi milli güvenlik sistemi ve merkezi bürokratik oligarşik yapı bu düşünce ve yapıdan türemekteydi. 

AK Parti, uzunca bir mücadele sürecinde; öncelikle zamanın ruhunu yani tarihin zorlu döngüsünü arkasına alarak değişim ve dönüşümü önce bir toplumsal tercih haline getirmeyi daha sonra da bu toplumsal tercihi siyasal karar ve politikalara dönüştürmeyi başardı. 2010 referandumu ile siyaset kurumu asli amaç ve fonksiyonuna dönüştürüldü. Bu referandumla bürokratik oligarşi gerilettirilirken, milli güvenlikçi vesayet sistemi de son buldu. Artık temsil mekanizmasına dayanan siyaset kurumu, devletin/ülkenin ve toplumun her türlü sorununa çözüm bulma ve vatandaşın gündelik/pratik sorunlarını çözme imkan ve araçlarına sahip olmuştur. Son açıklanan demokratikleşme paketi bu yönüyle 2010 anayasa referandumunun verdiği imkanla mümkün olduğu gibi, aslında bu referandumla kabul edilen yeni tarz-ı siyasetin somut bir sonucu ve gereğidir. 

Herkes için 'Yeni Türkiye' 

Demokratikleşme paketini 2010 anayasa referandumunun bir gereği ve sonucu olarak değerlendirmemizin temel nedeni; 2010 referandumundaki yaklaşım ve felsefesinin bu paket ile somutlaşması ve kurumsallaşmasıdır. Paketin içeriğinden bağımsız olarak denilebilir ki, bu paket siyaset kurumunun vatandaşın talep ve isteklerine zorunlu olarak kulak vermesinin sonucudur. Nitekim AK Parti bunun farkına varan tek parti olduğu için son Genel Kongresi’nde kapsamlı bir demokratikleşme paketini 2023 vizyonu olarak kamuoyuna açıklamıştı. Demokratikleşme paketi AK Parti Genel Kongresinde açıklanan 2023 Siyasi Vizyonu’nu ve öncesinde Ak Parti kuruluş beyannamesini, programını gerçekleştirmeye yönelik bir eylem planıdır. 2023 Siyasi Vizyonunda taahhüt edilen 63 başlığın 18’inin bu paket ile gerçekleştirileceğini görmekteyiz.  Bu yönüyle paketin içeriği ve kapsamından ziyade düşünsel arka planı, dayandığı felsefe ile yeni Türkiye’nin yeni siyasal vizyonunu ortaya koymaktadır.

Yeni Türkiye’nin yeni siyasal vizyonu dediğimiz hadise en genel ifadeyle “devletin milleti”nden “milletin devleti”ne geçmedir. Bu da devletin artık milletin hizmetinde olmasından öte milletin bir aygıtı ve aracı olmasıdır. Devlet bu kapsamda hiçbir vatandaşının dilini ve dinini tanımlama hak ve imkanına sahip olmayacağı gibi, her vatandaşın din ve dilini veri olarak kabul etme ve bu dini ve dili yaşayabilmesi için gerekli ortam ve şartları hazırlamakla yükümlü ve sorumlu kılınmaktadır. “Din” ve “Dil”e öncelik vermemizin nedeni, Cumhuriyet modernleşmesinin her şeyden önce devletin tanımladığı şekilde bir “din” ve “dil” inşasını esas almasıdır. Pakette yer alan düzenlemelerin önemli bir kısmının “dil” ve “din”le ilgili olması, birilerinin sandığı gibi belirli yerlerle yapılan müzakerelerin sonucu veya tabana selam gönderme amaçlı değildir. Bu pakette içeriğin önemli bir kısmının “dil” ve “din”le yani vatandaşın etnik ve dinsel kimliği ile yaşam tarzıyla ilgili olması paketin daha önceki tüm demokratikleşme paket ve reformlarından farklı ve üstün tarafına işaret etmektedir. Bu paketle ilk defa devlet, vatandaşına bir şeyler dikte etme, vatandaşına bir gömlek giydirme ya da isim verme alışkanlığından vazgeçmekte ve vatandaşı veri haliyle kabul ederek onun talep, tercih ve isteklerine boyun eğmektedir. Bu yeni tarz-ı siyaset, yeni devlet algısı ve yeni Türkiye’dir. 

Toplumu rehin alma geleneği

Tanımlayan, dayatan, şekillendiren, yön veren devlet artık sona ermiştir. Bu siyaseti doğal mecrasına çekecektir. Bundan sonra siyaset, topluma şekil verme, milleti evirip/çevirme ve “adam etme” ameliyesi olmaktan çıkacak ve en genel anlamda toplumsal talep ve tercihleri kamusal kararlara dönüştüren bir mekanizma haline gelecektir. Biz buna toplumun özgürleşmesi, siyasetin rasyonelleşmesi ve devletin demokratikleşmesi demekteyiz. 

İlkokuldaki öğrencilere zorla bir andı içirten, vatandaşın kılık ve kıyafetini belirleyen, vatandaşın günlük hayatta kullandığı ana dili ile eğitim almasını yasaklayan, köy isimlerini Ankara’da değiştiren bir devlet artık yoktur ve olmayacaktır. Bu değişim aslında devletin toplumu ve vatandaşı kabullenmesidir. Yani ilk defa devlet, vatandaşı var olan siyasal/kültürel/etnik/dinsel kimliği ile meşru ve makbul olarak tanımlamakta ve merkezde meşru ve makbul gördüğü kimlik ve sıfatları dayatmaktan vazgeçtiğini açıkça deklare etmektedir. Paketin felsefesi, düşünsel arka planı ve sembolik değeri ancak bu çerçevede irdelendiğinde ne kadar önemli ve hayati olduğu idrak edilebilir. Bu sebeple söz konusu paket Tanzimat’tan bu yana bir ilke işaret etmektedir. Tanzimat’la birlikte başlayan devlet eliyle ve aklıyla toplumu ve devleti değiştirme ve dönüştürme dönemi sona ermiştir. Demokratikleşme paketine Tanzimat geleneğini kapatan bir parantez olarak bakabiliriz. 

Türkiye toplumu iki asra yakın bir Tanzimat geleneğini ve alışkanlığını artık geride bırakırken bundan sonra hiçbir kişi ve kurumun toplumu rehin alma imkanı kalmayacaktır. En güçlü ve kurumsal yapı olan devlet dahi toplumu rehin alma alışkanlığından vazgeçtiğine göre, artık özgür bir toplum hayal olmaktan çıkmıştır. Organize güç odaklarının, illegal silahlı güçlerin ve zamanın ruhunu ıskalamış yapı ve kurumların bu değişime ayak uydurması zaman alsa da söz konusu değişim kaçınılmazdır. Devletteki bu yaklaşım ve algı değişimi, herkesi zorunlu olarak etkileyecektir. Pakete karşı çıkanlar en genel anlamda bunun farkında olanlardır. Yani devletin kötü alışkanlıklarını kendilerine emsal alanlar için artık örnek alacakları bir yapının ortadan kalkmış olması onlara endişe vericidir. Devlet vatandaşını veri kabul ettiğine göre, hiçbir grup, örgüt, kurum ve yapının vatandaşlara şekil vermesine de müsaade etmeyecektir. Hayat tarzlarının ve kimliklerin yasal güvence altına alınması ve bunlara yapılacak bir müdahalenin cezayı mültezim suç haline getirilecek olması bunu göstermektedir. Devlet sadece kimlikleri ve yaşam tarzlarını tanımakla kalmamakta bunların korunması için gerekli olan sorumluluğu da üstlenmiş bulunmaktadır.

Bundan sonra ne olacağına ilişkin söylenecek en genel söz şudur; siyaset doğal mecrasına ve asıl işlevine dönecektir. Pakette siyasal partiler ve seçim sistemiyle ilgili öngörülen düzenlemeler, siyasal katılımın önündeki engellerin kaldırılması ve siyasal temsilin güçlendirilmesini amaçlamaktadır. Ama bunlardan daha önemlisi paketin felsefesi siyaseti zorunlu olarak vatandaşların pratik/günlük talep ve ihtiyaçlarına duyarlı bir uğraş olmaya mecbur bırakmaktadır. Bu da kimlik siyasetinin sona ermesi ve değer temelli hizmet siyasetinin güçlenmesi demektir. Artık yaşam tarzları, etnik ve dini kimlikler ya da baskı ve dayatmalara karşı grup hak talepleri siyasetin uğraşısı ve ilgi alanı olmaktan çıkacaktır. Vatandaşın taleplerini siyaset kurumu kamusal kararlara dönüştürmek zorunda kaldığı zaman değerler ve hizmet kavramları öne çıkacaktır. Topluma vereceği bir hizmeti ve sunacağı tutarlı değerler sistemi olmayanların bundan sonra siyasette başarılı olma şansı olmayacaktır. 

Olacak olan; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti’nin kurulduğu günde varoluş felsefesini ifade eden ‘Türkiye’de artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak’  taahhüdünün gerçekleşmesi, ‘eski Türkiye’ tarz-ı siyasetinin sona ermesidir.

[email protected]