Manevi entropi

Ufuk Batum/Yönetim Danışmanı ve Girişim Mentoru
1.08.2023

Küresel sermaye; yeme içmeden kültüre, sinemadan siyasete kadar hemen her şeyle ilgileniyor. Sen, ben tek başımıza veya toplu halde örgütlü bir şekilde ilgilenemediğimiz için o bizim adımıza(!) çok güzel ilgileniyor. Her ikisi de Hollywood yapımı olan ve aynı tarihte piyasaya sunulan, ‘Barbie' ve ‘Oppenheimer' filmlerinin ilk hafta istatistikleri bile bize bu konuda bir şeyler söylüyor.


Manevi entropi

Sanki temmuz ve ağustos ayları kuzey yarım kürede ve bizim ülkemizde hiç sıcak geçmezmiş gibi hem dünya hem de Türk basınında yaşanan bu sıcak günlere dair çok sık haberler duyar, okur olduk. Ana akımın en önemli silahı; oldurmak, kabullendirmek istediği bir konuyu, bir hususu sık ve abartılı bir şekilde ele almak ve işlemek kaydıyla kitlelerin zihnine kazımak değil mi zaten? Buna pandemi döneminden de biraz idmanlıyız sanki! Sahilde püfür püfür esen bir havada tek başına yürüyüş yapan birini kovalayan jandarmanın da, bulaşır kaygısıyla anne babasına sarılamayan gözü yaşlı çocukların da, okula gidemeden okuma yazma öğrenmeye çalışan küçük öğrencilerin de, tarlasında ekin ekmesi yasaklanan çiftçinin de görüntüsü halen hafızalarımızda. Tam bir çılgınlık hali, değil mi?

Küresel sermaye güdümlü ana akım medyanın şimdi de küresel ısınma ve iklim değişikliği, LGBT üzerinden cinsiyetsizleştirme, İslam karşıtlığı, mülkiyetsizleştirme, yabancı düşmanlığı gibi konuları pekiştirme peşinde olduğu anlaşılıyor. Bu çok net çünkü 'perşembe'nin gelişi 'çarşamba'dan belli. Aslında dünyada düzensizliğe karşı bir sürükleniş her zaman vardı ama kabul edelim ki son dönemde bu daha da arttı. Dünyadaki bu doğal kayış özellikle maddi varlıklar üzerinden gözlemlenmiş ve yaklaşık iki yüz yıl önce "Entropi Yasası" olarak formüle edilmişti.

Entropi nedir?

Fizik, matematik ve termodinamik gibi temel alanlara dokunan entropi yasası aslında diğer uçta felsefe ve din gibi konulara bile dokunabiliyor. Yaşamın dinamiğinde anlamlı bir yeri var. Farklı kitabi tanımlar verilebilir ama bunları uzun uzun yazmak sanırım yazıyı sıkıcı yapmaktan öteye gitmez. Onun yerine her okurun en kolay hatırlayabileceği şekilde "düzenin bozulması"dır diyelim ki yalınlaştırmak kaydıyla fikri tabana yaymış olalım. Zaman aktıkça maddeler, dizilimler ve düzen bozulur ve ilk düzene dönüştürmesi zor, hatta imkansız bir hal alır. Aslında büyük patlamadan (Big Bang) günümüze kadar sürekli bir düzen arayışı olsa da kazanan hep entropi olmuştur. Şimdi okuyucuyu daha da sıkmamak için termodinamik yasalarına, Clausius veya Boltmann gibi konuya kafa patlatmış bilim insanlarının çabalarına girmeyelim.

Önemli gördüğüm esas husus, hatta şaşkınlık verici durum; entropi yasası düzensizliğin (disorder) lehine akarken insanoğlunun asırlarca geliştirmeye ve yaymaya çalıştığı bilim, etik, insanı değerler ve medeniyet üzerinden manevi konularda entropiye direnmesinin artık bugün mümkün olamaması. Entropinin maddi varlıklar üzerindeki geridöndürülemez etkisi belki de yeni teknolojilerin yarattığı etkiyle çağımızda manevi konuları da önüne katıp sel gibi süpürüp götürüyor gibi. Bugün nereye baksanız çıplak gözle görebileceğimiz bir yok ediş, kalitesizliğe kayış, pespayelik, plansızlık, vandallık, kanama, çürüme, ilkesizlik bana "manevi entropi"yi anlatıyor. Maddi entropide bir sorun yok ama manevi entropi bana çok tehlikeli ve sürdürülemez geliyor.

Yeme içmeden sinemaya kadar

Yaz ayın sıcak günlerinde İstiklal Caddesi'nde yürürken bir insan kalabalığı dikkatimi çekti. Caddede başka bir yerde görmediğim bu kuyruğa yaklaştığımda fark ettim ki yabancı menşeili bir "hızlı ye kalk" (fast food) markalarından birinin çok da sağlıklı olmayan menüsünde bir kampanya varmış. Oysa 1888'den beri bir geleneği sürdüren Hacı Abdullah Lokantası veya yüz yılı aşkın bir süredir Osmanlı mutfağı geleneğini sürdüren Yanyalı Fehmi gibi yerlere talep aynı düzede değil. Kaldı ki fiyatlar da; tabii ne yediğinize bağlı ama birbirinden çok farklı sayılmaz.

Küresel sermaye; yeme içmeden kültüre, sinemadan siyasete kadar hemen her şeyle ilgileniyor. Sen, ben tek başımıza veya toplu halde örgütlü bir şekilde ilgilenemediğimiz için o bizim adımıza(!) çok güzel ilgileniyor. Örneğin her ikisi de Hollywood yapımı olan ve aynı tarihte piyasaya sunulan iki filmin ilk hafta istatistikleri bile bize birşeyler söylüyor. Worlwide Box Office'in paylaştığı istatistiklere göre Greta Gerwig'in yönettiği ve Universal Pictures'ın dağıttığı "BARBIE" bir haftada 578 milyon dolar gişe yaparken, Christopher Nolan'ın yönettiği Warner Bros Pictures'ın dağıtımını yaptığı "OPPENHEIMER" aynı sürede sadece 253 milyon dolar kazandırmış. Yarısından bile az! Ne izleyeceğimize, ne tüketeceğimize, nasıl davranacağımıza acaba kim karar veriyor? Universal Pictures, Warner Bros ve diğerleri hangi sermaye gruplarının elinde? Umurumuzda mı?

Manevi erozyon

Sağlıklı ve geleneksel yeme içme kültürünü hızlı tüketime kaybeden insanlığın aktif yaşantısı, sokak yürüyüşü, komşu ziyareti, bayramları idrak etme anlayışı, geleneği yaşatma azmi ve insani ilişkileri işte bu manevi erozyondan etkileniyor. Koca koca binalarda birbirimizin ismini bile bilmediğimiz komşular edindik. Eceli gelse ancak bir hafta sonra ortaya çıkan kötü kokudan haberimiz olacak. Toplu taşımada seyahat ederken oturduğumuz koltuktan taşıp başkasının hakkını gasp edip etmemek bizi düşündürmüyor bile. Orman yangınlarından tutun da pikniğe gittiğimiz alanlara bıraktığımız çöpün sorumluluğunu ne kendimize karşı, ne de çocuklarımıza veya bir hafta sonra oraya gidecek piknikçilere karşı duyuyoruz.

Güzelim İstanbul Boğazı'nda dolaşan mezuniyet veya düğün teknelerinin müzik yayını kaç desibel acaba? Kalabalık bir ortamda akıllı telefonlarımızla konuşurken acaba kimlerin alanını ve zamanını işgal etmiş oluyoruz? Futbol maçlarında lehimize çalmayan hakeme hakaretten tutun da "Ölmeye ölmeye geldik!" tezahüratının getirdiği şiddetin anlamından bile koptuk. Hak etmeden elde edilen üç puanı, galibiyeti, faydayı, kazancı kabul etme hususunda fazla bir tereddüt duymuyoruz. Çaba, emek, zahmet gibi kavramların neredeyse hiçbir karşılığı yok artık.

Siyasi erozyon

Zannediyor musunuz ki bu sadece toplumsal olayları ve akımları etkiliyor. Spordan siyasete, akademiden bürokrasiye, sivil toplumdan mahalleye kadar hemen her kesim, her toplum, her ülke, her kültür nasibini alıyor. Gözümüzün önünde Ukrayna araçsallaştırılıyor ve Batı adına Rusya ile savaştırılıyor ama yapacak bir şeyimiz yok. Dünyada üç aşağı beş yukarı aynı tarım alanında her zamanki üretim yapılıyor ama yine de gıda fiyatları birkaç misline çıkıyor, söyleyecek pek bir sözümüz yok. Dünyanın gözü önünde sığınmacıları taşıyan plastik botlar Yunan veya İtalya karasularında kamu otoritesinin talimatıyla şişlenip batırılıyor ama biz akşamki futbol maçına hazırlanıyoruz. Büyük ekrana kimi çağırsak, ne atıştırsak diye dertlenerek.

Türkiye; 12 yıldır milyonlarca sığınmacı ve mülteciye kapısını açarken, ekmeğini bölüp verirken, ödenen vergilerle yapılan okul, hastane ve diğer kamu hizmetlerinden yararlandırırken öyle ciddi bir alkış, sırt sıvazlanması aldı mı acaba? Türkiye'nin bu çaresiz insanların yaşam hakkına saygı göstermesi, onları koruyup kollaması acaba uluslararası anlaşmalar ve angajmanlar açısından hiç mi bir yere oturmuyor? Cenevre konvansiyonları artık geçerli değil de bizim mi haberimiz yok? Türkiye özellikle son 10-15 yılda üstlendiği bu manevi yükten dolayı ciddi bir uluslararası taltif almalı, en azından Nobel Barış Ödülü'nü kazanmalı değil miydi? Sığınmacılar kimin umurunda ki?

Problem küresel

Çok net anlaşılıyor ki bahsi geçen bu sosyal problemler, etik ve vicdan erozyonu, vurdumduymaz tüketim çılgınlığı ve küreselci elitlerin kontrolünde yürüyen vahşi kapitalizm nereye gidersek gidelim karşımıza çıkıyor, çıkacak.

Örneğin 13 yılda girdiği 12 seçimin hepsini kaybetmesine rağmen istifa mekanizmasını aklına bile getirmeyen CHP lideri Kılıçdaroğlu da, Halk TV ile alenen sözleşme imzalayıp para aktardığı ancak fesihte ortaya çıkan garabet durum da toplumu çok rahatsız etmiyor olsa gerek ki yer yerinden oynamıyor. İstikrarın kalesi olan Birleşik Krallık'ta son 6-7 yılda kaç başbakan gelip gitti, bir düşünsenize. Ya da Kanada'da ortaya çıkan toplu çocuk mezarları çok mu ilgimizi çekti? Varsa yoksa indirim kuponlarını kovalamak, ucuz menüleri takip etmek, Black Friday gibi yüksek indirimli günlerde ne için satın aldığımızı bilmeden birbirimizi ezmek.

Maddi erozyon normaldi, şimdi manevi erozyon da normalleşti... Şimdi işler daha da kötüye gitmeden artık ilkeleri, vicdanı, aklı, iradeyi, maneviyatı konuşma zamanı...

[email protected]