Marx’a selam duran Şeyh Servet Efendi

Serkan Yorgancılar / Gazi Üniversitesi-Öğretim Görevlisi
29.09.2018

Marksizm’in dine karşı olumsuz ve katı bakış açısı üzerinde konuşmaya bile gerek yok. Katı olan her şey buharlaştı ama bu bakış açısı hala kaskatı yerinde duruyor. Marksistlerin dine yaklaşımı karşısında dindarların da Marksizm’e karşı aynı katılıkta olumsuz görüşleri var. Ancak kimi zaman dindarların Marksizm’e ve Marx’a karşı bu olumsuz bakış açıları yumuşamakta hatta bazı durumlarda hayranlık derecesine bile çıkmakta…


Marx’a selam duran Şeyh Servet Efendi

Karl Marx’ın 200. doğum yılında Marx ve Marksizm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yeniden gündeme geldi. Almanya’nın Trier kenti Marx’ın doğduğu ve 17 yılını geçirdiği bir şehir. 200. yaş günü kutlamalarında şehirde bulunan kafelerde “Dünyanın bütün kahve içenleri birleşin” yazılı kupalar satışa sunulurken, Marx baskılı 0 (sıfır) Euro banknotlar, adeta Marx’ın öğretileri ile dalga geçercesine açgözlü kapitalistler tarafından üç euro’dan yüzbinlerce satılıyor. Dünyada işçi haklarında en geri olan, işçilerin çalışma koşulları ve ücretleri de en kötüler arasında yer alan Çin’in Devlet Başkanı Şi Cinping de “Bugün Marx’ı anarken insanlık tarihinin en büyük düşünürüne saygı duruşunda bulunuyoruz ve Marksizm’in bilimsel gerçeğine kesin inancımızı ilan ediyoruz’’ diyerek işçilerin haklarını sömürmeye devam ediyor.

Birçoğu için Marx, toplumsal olaylar ve iktisadi sistemlerin karmaşık yapıları üzerine, anlaşılması yoğun bir çaba ve dikkat gerektiren eserler yazmış biri olmanın ötesinde tüketim toplumuna istemsizce hizmet ettirilen bir figür halindedir. Bunun en tipik örneğini Tesla ve SpaceX’in kurucusu olarak bilinen ABD’nin teknoloji devi Elon Musk’ın atmış olduğu bir twitter mesajında görebiliriz. Musk mesajında “Marx bir kapitalistti. Bunun hakkında bir kitap bile yazdı” diyerek ironi mi yaptı bilinmez ama sosyal medyada çok sayıda ironik mesajlar almasına rağmen geri adım atmaması dikkat çekiciydi. Oysa Marx bizzat kendisi kitaplarının, onları yazarken içtiği tütünün bile parasını karşılamadığını söylemişti. Zorlu ve mücadele dolu bir yaşam süren Marx, Cemil Meriç’in deyimiyle düşünce tarihine kapıları kırarak girmiştir. Bir fabrikatör oğlu olan dostu Engels olmasa yaşama tutunmakta çok daha fazla zorlanacaktı. 1883 yılında, en büyük dostu Engels, yaşayan en büyük düşünür düşünmeye son verdi diyerek, Marx’ın ölümünü ilan eden kişi olacaktı.

Marksizm ve din

Henüz Marx’ın kehanetleri tutmamış, dünyanın bütün işçileri birleşmemiş, kapitalizmin şimdilik sonu gelmemiş, bütün dünyada işçi sınıfı burjuva sınıfı karşısında ayaklanıp devrimler yapmamış, filozofların nihai amacı dünyayı değiştirmek olmamış olsa da düşünce tarihinde önemli bir yeri var. Sadece düşünce tarihinde değil gündelik yaşamın farklı içeriklerinde de Marx ile karşılaşmamız mümkün. Bu anlamda Marx sadece sosyalistleri değil sosyalizmin her türlüsünün toplum ve insanlık için son derece faydasız bir şey olduğunu düşünen insanları bile etkilemiştir. Örneğin Marx’ın doğumunun 200. yılında Tacikistan’ın güneyindeki Şahritus kentinde Müslüman din adamlarının camilerde topladıkları haftalık bağışlarla Lenin heykelini restore ettirdikleri ile ilgili haberler buna bir misaldir. Başta sosyalistler olmak üzere birçok kimse Lenin heykelinin camiden toplanan paralarla onarılmış olmasına bir anlam verememiş. Cami sözcüsü heykelin onarımı ile ilgili herhangi bir yorum yapmamış ancak toplanan paraların başka bir cami için harcandığını belirtmiş. Böylesi haberler hem Marksistler hem de inançlı dindar kesimler tarafından şaşkınlık içerisinde karşılanıyor olsa da böyle bir şey yapılmış ise bunun nedenleri üzerinde düşünmek gerekir.

Marksizm’in dine karşı olumsuz ve katı bakış açısı üzerinde konuşmaya bile gerek yok. Katı olan her şey buharlaştı ama bu bakış açısı hala kaskatı yerinde duruyor. Marksistlerin dine yaklaşımı karşısında dindarların da Marksizm’e karşı aynı katılıkta olumsuz görüşleri var. Ancak kimi zaman dindarların Marksizm’e ve Marx’a karşı bu olumsuz bakış açıları yumuşamakta hatta bazı durumlarda hayranlık derecesine bile çıkmaktadır. Örneğin Kurtuluş Savaşı yıllarında, Ekim Devrimi sonrasında Sovyetler Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti arasında sıcak rüzgârlar estiği, hatta genç Cumhuriyet’in Anadolu işgali karşısında işgalci devletlere karşı yürüttüğü mücadelenin Ruslar tarafından emperyalizme karşı yürütülen bir savaş olarak lanse edildiği yıllarda Nakşibendi şeyhi ve Bursa Milletvekili Şeyh Servet Efendi’nin Marx heykeli karşısında takındığı abartılı tavır bu hayranlığa bir örnektir.  Semyon İvanoviç Aralov pek çoğumuzun ismini bilmediği bir Sovyet diplomat. Ayrıca Kızıl Ordu’ya bağlı istihbarat teşkilatı GRU’nun da kurucularından. Önceleri Menşevik olan Aralov, Ekim Devrimi’nin ardından Bolşevik olur. 1922 yılında bizzat Lenin’den aldığı direktifler doğrultusunda Sovyet Rusya’nın Türkiye temsilciliğine atanır. İlk olarak, 31 Mart 1922 tarihinde, aralarında İsmet Paşa, Miralay Asım Bey, Ali İhsan Paşa ve Mustafa Kemal Paşa’nın da olduğu resimde görülür. Aralov, İstiklal Harbimizin en yoğun yaşandığı yıllarda Türkiye’de çok özel olayların ve görevlerin içerisinde bulunmuş ve anılarını da 1960 yılında kaleme almış. Kitabının adı da Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları.

İlk göreve başlayacağı zaman Rusya’dan yola çıkıyor ve Samsun’dan Ankara’ya iki haftalık bir yolculuk sonrasında ulaşıyor. Yol boyunca sürekli köylülerle konuşup sohbet ediyor, tabii ki Rusya’daki Ekim Devrimi sonrasında Lenin ve komünist devrimin Türk köylülerinde nasıl bir hava oluştuğunu anlamak için. Kitabına bakarsak, Samsun-Ankara arasında durduğu her köyde insanlar Lenin’i soruyor, komünistlerin yapmaya çalıştığı toprak reformu adı altındaki uygulamaları merak ediyor. Yani Anadolu insanı Rus ihtilalinden haberdar ve İtilaf Devletlerinin ve emperyalist güçlerin saldırıları altında kaldıklarından dolayı da Rusya onlar için umut.

Aralov’un anılarının belki de en ilginç öyküsü Komünist olduğunu iddia eden ve Marx’ın heykelini ayakta selamlayan Nakşibendi şeyhi ve Bursa Milletvekili Şeyh Servet Efendi. Safiye Ayla’yı evlatlık olarak alan ve onu Bursa Öğretmen Okulu’na kaydettirerek yaşamında olumlu bir sayfa da açılmasına ön ayak olan Servet Efendi, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın kurucuları arasında yer alıyor. 1920’li yılların son ayında kurulan Fırkanın, sadece iki aylık bir ömrü olmuş ve kapatılmış. Daha sonra Paris Komünü’nün kuruluşunun 51. yılı olan 1922 yılında tekrar kurulmuş. Fırka Yeni Hayat adında süreli bir dergi çıkartmış ve görüşlerini de Büyük Millet Meclisine Beyanname adlı yazıyla Marksizm çizgisinde Komünist Enternasyonal’in doğal üyesi olduklarını belirtmişti.

Şeyh Servet Efendi soyadı kanunu sonrasında Akdağ soyadını almıştır. Birinci meclis tutanaklarına baktığımız zaman çok fazla söz almadığını görüyoruz. Kısa süren vekilliği İstiklal Mahkemesi’nde kürek cezası ile tecziye edilmiş ama sonra affedilmiştir. 1939-1942 yılları arasında Hatay müftülüğü görevini yerine getiren Şeyh Servet Efendi buradan emekli olmuştur.

Yeşil sarıklı, ipek cübbeli

Aralov’un hatıralarında Servet Efendi kendisini komünist olarak tanımlıyor: “Ankara’ya gelişimden kısa bir süre sonra ziyaretime Bursa Milletvekili Şeyh Servet Efendi geldi. Beyaz yeşil sarıklı, kır kaba sakallı birisiydi. Sırtında ipek işi bir cübbe vardı. Şeyh kendisini inanmış bir komünist olarak takdim etti...”

Belli ki Şeyh Servet Efendi Marx’tan fazlasıyla etkilenmiş birisiydi. Marksizme dair görüşleri hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığımız Servet Efendi ile Rus elçisi Aralov Ankara’daki mütevazi elçilik konutunda bir müddet Türkiye’nin iç politikası hakkında konuşurlar. Elçi, Servet Efendi’nin konuşmalarında sık sık İngilizleri eleştirmiş olmasının altını ısrarla çizer. İngilizleri dönemin emperyalist egemen gücü olarak gören Servet Efendi emperyalistlerle savaşmak ve bunun için de Türklere yardım etme gereğinden söz eder. Türkiye’de güçlü bir komünist parti kurulması gerekliliğinden bahseder. Belli ki yeşil sarıklı, ipek işi cübbeli kır sakallı şeyh efendinin bu sözleri karşısında kısmi bir şaşkınlık duymuş olsa gerek kendisinin söylenilenleri dikkatle dinlediğini ve sustuğunu ifade eder. Aralov, Servet Efendi’yi dikkatle izledikten sonra şunları söyler: “Birden bire şeyh ayağa kalktı ve elini sarığına götürdü, şaşkın şaşkın ona bakıyordum, Şeyh “Büyük dünya lideri Marx’ı selamlıyorum. Marx’ın resmini şimdi gördüm, ona derin sayılarımı sunarım” dedi. Çalışma odamdaki Marks’ın küçük heykeli karşısında Şeyh Servet bir süre başı önüne eğik bir şekilde durdu ”

Elbette olayın herhangi başka bir tanığı olmadığı gibi bu olay sadece Aralov’un anılarında geçer. Servet Efendi’nin Marx heykeli karşısında böyle bir hayranlık ifadesi göstermiş olmasını bugün fazlasıyla yadırgayabiliriz. Bu olaydan yıllar sonra müftülük yapacak olan bir din adamı nasıl olur da Marx’ı hayranlıkla selamlar ve heykeli önünde kısa da olsa bir saygı merasiminde bulunmuş olur denilebilir. Ama zaman içerisinde de Marx’ın emek-sermaye ve anti-kapitalist tezlerinin dini hassasiyetleri yüksek olan sınırlı kesimlerden ilgi gördüğünü hatırlarsak, tarih içerisinde bu ve benzeri hadiselerin olması çok fazla ihtimal dışı değil.

Marx, günümüzde hala tartışılmaya ve okunmaya devam ediyor. Birçok tezi ve öngörüsü tutmamış, birçok tezi tarihsel önem ve anlamını yitirmiş olsa da önemini koruyan bir teorisyendir. Neo-liberal politikaların sonunun geldiğini ve Marx’a bir dönüş olduğunu iddia eden Wallerstein gibi düşünürler olsa da kapitalistlerin tezleri hala daha güçlü durumdadır. İslami ve muhafazakâr düşünürler ise ne kapitalizm ne de emperyalizm hakkında böylesine güçlü ve ayağı yere basan tezler üretememişlerdir. İslam dünyasının kapitalizme karşı yönelttiği eleştiriler sığ, sloganik, bilimsel tutarlılıktan yoksun, bir teori haline gelememiş yığın bilgiler halindedir. 

[email protected]