Masa mı menü mü?

Dr. Hülya Bulut / Marmara Üniversitesi
19.11.2022

ABD bize çizdiği rolü icra etmekten vazgeçip kendimize tam bağımsız vazifeler çıkartmamızdan fazlaca muzdarip. "Sana Patriot vermem" dedi, sonra Rusya'dan S-400 almamızı sindiremedi. Gaz ve petrol aramamızdan, dünyanın en iyi İHA ve SİHA'larını üretmemizden, Suriye, Libya, Ukrayna ve Azerbaycan'da coğrafyaların kaderini değiştirmemizden, "artık masada ben de varım" dememizden rahatsız. Çünkü Erdoğan her defasında belirtiyor: "Eğer masada değilsen, menüdesin demektir."


Masa mı menü mü?

Türkiye, Rusya-Ukrayna Savaşı'nda diplomasi tarihine iz bırakacak düzeyde başarılı bir dış politika uyguluyor. Üzerine bir de Tahıl Koridoru'nu hayata geçiriyor, hem de ABD'nin bütün dünyaya yaptığı "Rusya'ya ambargo" çağrısına rağmen. Batı'nın istihbarat teşkilatları hemen gizli operasyonlarla Karadeniz'deki bu insani girişimi sabote ediyor. Çünkü başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri kendileri dışındaki coğrafyalarda belirsizlik ve istikrarsızlıktan beslenmekte. Ancak Erdoğan durmuyor, Batı'nın diliyle "uslanmıyor", askıya alınan anlaşmayı "Liderler Siyaseti" ile tekrar işler hale getiriyor. Yüzyılın lideri konumunda olan Erdoğan şimdi de "Gübre Koridoru"nu inşa etme peşinde. Tahıl da gübre de açlıkla mücadele için, insanlık için.

Bu yazıda hemen her şeyin ortak paydasını oluşturan, refah toplumuna dair fikir veren turizm, sanayi ve dış ticaretteki duruma bakmak istesem de girişte güncel konulara dair birkaç şey söylemem gerektiğini düşündüm:

Arka planda kim var?

Bir kesim İstiklal Caddesi'nde patlayan bombayı hangi teröristin patlattığını eni konu araştıra ve tartışadursun, biz biraz daha arka plandaki sihirli ellere bakalım. Türkiye son 15 yıldır; Afrika'nın birçok merkezine THY ile uçmaya başladı değil mi? Ticaret köprülerini desteklemek amacıyla Afrika'daki 12 olan büyükelçilik sayısını 43'e yükseltti değil mi? TİKA, AFAD, KIZILAY ve Yunus Emre Enstitüsü ile kültür, dil, sosyal sorumluluk ve insani yardımlara girişmedi mi? Yine, Afrika'da eşitler diplomasisi ve siyaseti yürütülmedi mi? İşte sırf bu yüzden ağırlıklı olarak Fransa ve kısmen de İngiltere, Türkiye'nin Afrika açılımından rahatsız değil mi? Ancak, öyle bir döneme şahitlik ediyoruz ki uluslararası arenada büyüyen Erdoğan; Sarkozy-Holland-Macron üçlüsünü, bu siyasi cüceleri her fırsatta harcıyor.

Teröre destek verenler

İsveç ve Finlandiya NATO'ya girmek istiyor; Türkiye bugüne kadar PKK terörüne verdiği desteklerden ötürü bu ülkeleri inim inim inletiyor. Özellikle de İsveç'i! Onlara zaman tanıyor, zor ev ödevleri veriyor. Sadece Fransa ve İngiltere değil Türkiye'den rahatsız olan; İsveç ve Finlandiya da NATO mührü için bizden rahatsız! Yunanistan ve Güney Kıbrıs da savunma sanayimizden, üretim gücümüzden, stratejik yatırımlarımızdan rahatsız. ABD ise bize çizdiği rolü icra etmekten vazgeçip kendimize tam bağımsız vazifeler çıkartmamızdan fazlaca muzdarip. "Sana Patriot vermem!" dedi, sonra anında Rusya'dan S-400 almamızı sindiremedi. Gaz ve petrol aramamızdan, dünyanın en iyi İHA ve SİHA'larını üretmemizden, Suriye, Libya, Ukrayna ve Azerbaycan'da coğrafyaların kaderini değiştirmemizden, "artık masada ben de varım" dememizden rahatsız. Çünkü Erdoğan her defasında belirtiyor: "Eğer masada değilsen, menüdesin demektir."

Korkmayın, saklanmayın!

Demem o ki; Türkiye geçen hafta İstiklal Caddesi'ndeki terör eylemini yapanları da yaptıranları da gayet iyi biliyor. Nokta atışı denecek kadar biliyor! Ancak her şeyin bir yeri ve zamanı var. Türk devletinin güçlü bir birikimi ve geleneği var, hiçbir şeyi unutmayacak kadar tecrübesi var. Bu iş kenarda yürürken toplum olarak bize düşen bir görev var: Terör saldırısına teslim olmamak, korkmamak, sinmemek, kaçıp saklanmamak! O yüzden işimize gücümüze bakmaya devam ediyoruz, sokaklarımıza gidip geliyoruz, planlarımızı bozmadan yaşamı icra etmeye, gelişmeye ve üretmeye, ihracata devam ediyoruz, edeceğiz.

Hatırlarsanız, Türkiye yıllar önce 2000'lerin başında 35 milyar dolar ihracat yapan bir ülkeydi. Bugün 250 milyar dolar ihracat ile bu tutarı neredeyse 8 katına yükseltmiş durumda. İhracat bir ülkenin dış geliri demek, gelir oldukça giderini karşılayabilmesi demek. Şüphesiz ki yeni yatırım ve nitelikli istihdam demek. Kur saldırısı, pandemi ve emtia piyasalarında dünya çapında yaşanan zamlar, enerji maliyetlerinde aşırı pahalılaşmaya rağmen Türk sanayisi müthiş bir sınav veriyor.

İnovasyon üssü

Özal ile başlayan dışa açılmayı, Erdoğan sanayi ve ticaret politikaları ile tam anlamıyla tabana yaymayı başardı. Bugün sadece İstanbul, Bursa, İzmir, Kocaeli ve Gaziantep gibi merkezler değil; Denizli, Trabzon, Rize, Malatya, Manisa, Bolu, Konya, Samsun, Şanlıurfa, Karaman gibi daha birçok ilimiz de ihracat merkezi gibi çalışıyor. Kaldı ki bir de iddialı ilçelerimiz var; İnegöl, Tarsus, Turgutlu, Gebze gibi. Örneğin Turgutlu kalıpçılığın önemli merkezlerinden biri, İnegöl ise mobilyada almış başını gitmiş. Gebze en çok sanayisi ve ihracatı olan ilçemiz. Hatta en fazla sayıda teknoparkı olan bir yazılım ve inovasyon üssü.

Bazen yapılanları anlamaktan, kendimize ve birbirimize değer vermekten uzaklaş(tırıl)ıyoruz. Batıcı bir dil, toplumda nifak yaratma noktasında tahminlerimizden bile daha başarılı! Örneğin "Türkiye güvenli değil! Gitmeyin! Yatırım yapmayın!" diyen önemli bir siyasi partinin genel başkanına tepki verebilmiş miydik ki New York Times'ın geçen hafta yaşanan terörü yorumlamasına, Türkiye'nin turizm momentumuna ket vurmak istercesine "Turistlerin en çok ziyaret ettiği İstiklal Caddesi vuruldu!" ifadesine tepki verebilelim! Kabul edelim ki doğru zamanda, güçlü ve anlamlı tepki verme hususunda pek başarılı değiliz. Eğilmeden, bükülmeden, savrulmadan, tamah etmeden, küfretmeden, saldırganlaşmadan, hakaret ve tehdit etmeden toplumsal huzurumuzu ve ekonomik momentumumuzu korumak amacıyla bir araya gelmek ve ulusal çıkarlarımızın baltalanmaması için güçlü bir karşı duruşu sergilemek zorundayız.

Pozitif ayrışma

İsterseniz, gelin ekonomik momentumdan devam edelim. Tam da göstergeler işsizlik oranının yüzde 10 seviyesine düştüğünü ve eğer koşullarda kayda değer bir bozulma olmazsa daha da düşeceğini işaret ederken. Çok önemli göstergelerden biri tabii turizmdeki gelişmeler. Türkiye teröre teslim olmazsa 2022 yılını 50 milyon turist ve 40 milyar dolar gelirle kapatacak. Bu turizmde son derece başarılı bir yıl olarak yorumlanmalı. Yani, demek ki 2019 yılı neredeyse yakalanmış durumda. O yıl büyük bir rekorla 51,3 milyon turisti ülkemizde ağırlamıştık. Demek ki sanayide ve tekno girişimcilikte olduğu gibi Türkiye hizmet sektöründe, bankacılık ve finans sektöründe, turizmde de pandemi öncesini yakalamış durumda. Ekonomi literatüründe buna "pozitif ayrışma" deniyor. Bugün dünyada birçok ülkede ve sektörde rakamlar pandemi öncesine dönmekten oldukça uzakta.

Eşiği aşmaya ramak kaldı. Örneğin 600 milyar dolarlık dış ticaretin 350 milyar doları ithalat, 250 milyar doları ihracat olduğu gerçeğinden hareketle 100 milyar dolarlık açığı nasıl kapatacağımızı öngörüyoruz. Çünkü bu açık neredeyse tamamen petrol ve doğalgaz ithalatından kaynaklanmakta. İşte bu bağlamda Türkiye Karadeniz'de Sakarya açıklarında bulduğu doğalgazın altyapı çalışmalarını tamamlamak üzere. Bulunan gaz piyasalaştırıldığında bunun ne anlama geldiği, bağımlılığın düşürülmesi ve bütçelere olumlu yansıması çok daha iyi anlaşılacak.

Bu TOGG için de geçerli; Türkiye'de üretilen elektrikli araçları sokaklarda gördükçe kendimize olan güvenimiz artacak, içimiz ısınacak. Ne demişler: "İnsanın aklı gözündedir!" Akkuyu, TOGG, Karadeniz gazı, lityum pillerinin üretimi, rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılacak yeni yatırımlar ve sanayide katma değerli ürünlere imkan verecek her türlü kapasite artışı Türkiye'nin geleceğine yapılan yatırımdır, yarınlarımızın teminatıdır.

Biz 85 milyonluk bir ülkeyiz, ancak hepimiz aynı istikamete beraberce kenetlendiğimizde Türkiye'yi ileriye taşıyabileceğiz. Bunu sadece Erdoğan'ın güçlü liderliğinden veya sanayideki olumlu gelişmelerden bekleyemeyiz. Bu haksızlık olur. Öğrencisinden tüccarına, sporcusundan sanatçısına, esnafından emeklisine kadar her kesime ve her bireye önemli görevler düşüyor.

Bindiğimiz dalı kesiyoruz

Eğer fırsatçı spekülatörler enflasyonu coşturacak şekilde haksız bir kazanca yol açıyorsa, bürokrasinin çok hızlı bir şekilde önlem almasını bekleriz. Eğer turistleri kandırmaya meyilli lokantalar, mağazalar, dükkanlar varsa bunları ortaya çıkartmak, uyarmak, gerekiyorsa cezalandırmak yine önemli bir gereklilik. Örneğin İstanbul'a hiç yakışmayan berbat taksi ve dolmuş sistemimiz. Dökük, kirli, tehlikeli, nezaketsiz ve seviyesiz bir şekilde bu gidişe dur diyemiyorsak, az veya çok hepimizin bu suça ortak olduğu söylenebilir. İstanbul taksileri medeniyet seviyemizi yakalayamıyorsa, Türk müşteriyi gideceği yere göre alıyor veya almıyorsa, turistten misliyle para talep ediyorsa en açık ifade ile "bindiğimiz dalı kesiyoruz" demektir.

Bir oryantalistin bize, Doğu toplumlarına dair bakışı sanki tehlike çanlarını çalıyor: "Müslümanlar pek çok şey için dertlenir, üzülür. Ama değiştirmek için pek fazla bir şey yapmazlar." Haydi o zaman, bize atfedilen bu yorgunluktan, yılgınlıktan çıkalım, yüksek bir enerji ve iştahla hemen her konuda fark yaratmaya, titiz olmaya, değer üretmeye koyulalım.

[email protected]