Mecburi yalnızlık, gönüllü yalnızlık

Doç. Dr. Özkan Gözel / Medeniyet Üniversitesi
23.12.2017

Bugün bir dezenformasyon çağında yaşıyoruz. Üzerimize boca edilen her nelerse onları filtreden geçirmek üzere bir zihin hijyenine ihtiyacımız var. Gönüllü yalnızlığımız bir elekten-geçirme işlevi görmeli ki teemmülden muradımız neyse hâsıl olsun.


Mecburi yalnızlık, gönüllü yalnızlık
Yalnızlık var, yalnızlık var! Biz modern çağın insanları yalnızlıktan söz ederken çoğu zaman arzu edilmeyen ve ıstırap verici bir şeyden söz ediyoruz ki burada söz konusu olan mecburi bir yalnızlıktır esasında. Oysa yetiştirici-olgunlaştırıcı tipte bir yalnızlık daha var ki bu da gönüllü bir yalnızlıktır. Yalnızlığımızın türü, içinde bulunduğumuz toplumla olan ilişkimizin tarzıyla olduğu kadar kendimizle kurduğumuz ilişkinin tarzıyla da alakalıdır. Toplumun neresinde, kıyısında mı, merkezin-de mi yer aldığımız, hakeza kendimizle kurduğumuz ilişkinin mahiyeti yalnızlığımızı belirler. Sonuçta onu bela olarak da yaşayabiliriz atâ olarak da. Modern-şehirli insanın yalnızlığı daha ziyade birinci türde tecrübe ettiği bir vakıa. Bu insan için yalnızlık bir problem, hem de bazen vahamet boyutlarında bir problem. 
 
Kapitalizm sevinçlerle olduğu gibi acılarla da oynuyor ve en çok da yalnızlıklar üretiyor, birbirine benzeyen acılı yalnızlıklar. Modern-şehirli bireylerin tecrübe ettiği yalnızlıklar gönüllü yalnızlıklar değil hiçbir şekilde. Kendileri rağmına yalnızlar kervanına katılanlar, sanal âlemin müdavimleri arasında yer alıyor ekseriya. Orada kendilerini dağıtarak yalnızlıklarını kısa bir süreliğine de olsa unutuyorlar. Peki ama suni ve dolayımlı bir ilişkide yalnızlık aşılabilir mi? İmdi teknoloji kaynaklı iletişim imkanları yalnızlığımızı bir nebze unutmaya hizmet eder belki ama onu aşmamıza imkan vermez. Bu bir yana, yalnızlığı üreten bizatihi teknolojik araçlar. Bunu da hakiki ilişkileri ikame ederken yapıyorlar. Ama simüle ilişkiler ne yapılsa gerçek ilişkilerin yerini tutmuyor, öylesine ki bu “yerini tutmama” bir boşluk yaratıyor, hem de vahim bir boşluk. Bu boşluğun anaforunda da insanın kendisiyle ve başkalarıyla olan ilişkilerine arız türlü marazlar ürüyor. 
 
Yalnızlık teknolojik kültürün ürettiği ve/veya yaydığı marazlardan biridir, evet. Arzumuz hilafına kendi içimize gömülü, kendi kendimize yapışık olarak kalmak ıstırap verici bir solipsizm olarak tezahür ediyor: Kişi o zaman dünyayı sırf kendi noktai nazarından seyretmenin sıkıcı rutiniyle, keza dünyada yapayalnız kalma tarzındaki dayanılmaz hissiyatla bunaldıkça bunalıyor. Bu mecburi yalnızlık -kişi isterse gece gündüz iletişim araçlarıyla haşır neşir olsun- hakikatte “iletişimsiz kalma”yı ifade ediyor, öyle ki bu durumda kişi kendi ile de sahici bir iletişim kuramıyor bir türlü. Sonuç kendilikte bir “büzülme” olarak tecelli ediyor. Kişi, kalabalık şehir ortamının tam orta yerinde, aşırı-iletişim atmosferinde, kendinde mahsur kalmışçasına yalnız, yapayalnız buluyor kendini. Peki ama bu yalnızlığın çaresi yok mu hiç? 
 
Mecburiyet değil tercih
 
Istırap kaynağı olan yalnızlık sanal değil gerçektir. Şu halde, bu yalnızlık sanal ortamda değil de gerçek hayatta bir çözüme kavuşturulabilir ancak. Başka türlüsü nasıl tasavvur edilebilir?  Yalnızlıkla baş etmenin yolu hemcinslerimizle kurdu-ğumuz kanlı-canlı ve birebir ilişkilerden geçiyor. Başkalarının dertleriyle ilgilenmek, kendi dertlerimizle başa çıkmanın, onları unutmanın bir yolu, esaslı bir yoludur ayrıca. Başkalarıyla hemhal olduğumuzda yalnızlığımız hiç olmazsa hafifler ya da teskin olur bir parça. Bu surette dünyada tek acı çekenin biz olmadığını anlarız. Keza, başkalarının dünyasına nüfuz etmeye çalışmak, giderek onlarla duygudaşlık kurmak faydadan hali değildir hiçbir şekilde. Bu durumda başkaları yabancı olmaktan çıkar bizim için; öyle ki bir kader ortaklığı, duygusal bir dayanışma oluşur arada. Bunlar kişiye gark olduğu yal-nızlıktan kurtulmada yardımcı olabilir pekâlâ. Burada, evet, yüz yüze hemhallik büyük bir önem arz ediyor; zira bu surette hem kendimizin dışına çıkabilir ve kendimize dışarıdan bakmasını öğrenebiliriz, hem de kendimizi diğerleri ile birlikte bir bütünün parçası olarak hissederiz/buluruz. 
 
Gelelim gönüllü yalnızlığa. Kişi bu yalnızlık türünü bile isteye seçer. Kendisi rağmına yalnızlığa iteklenmiş değildir, ama şartlarını oluşturup ona bizzat dâhil olmuştur. Bu, hiçbir şekilde iletişimsiz kalma durumu değildir; ama kendiyle daha derin ve daha sahici bir iletişim kurma yönünde bilinçli bir arayıştır. Dolayısıyla burada mecburiyet değil, tercih söz konu-sudur. Yalnız kalmayı tercih eden kişinin işbu yalnızlıktan bir muradı vardır: İç âlemini zenginleştirmek, ruhunu yükseltmek, şahsiyetini olgunlaştırmak. Bir süreliğine, gönüllü olarak yalnızlığa bürünen kişi bunu aynı zamanda insanlarla düzleştirici bir ihtilattan kaçınmak için yapar. Bu yalnızlıktan tazelenerek çıktığında tekrar insan içine karışmasında bir mahzur yoktur artık. Gönüllü yalnızlık, mütemadiyen benzeştirici-düzleştirici bir işlev icra eden teknoloji destekli malayani kültürünün hâkimiyetindeki toplumda kendi olarak kalmak ve farkı/nı tebarüz ettirmek için bir imkândır. Oysa mecburi yalnızlık, mezkûr kültürün ürettiği ve/veya yaydığı çağın bir belasından başka bir şey değildir. 
 
Ehl-i teemmülün yokluğu
 
“Yalnızlığın dostu olan düşünce bu yalnızlığı sükûnetle kendi merkezine yani Tanrı’ya doğru çeker, der Henri Bretonneau (ö. 1892) ve hemen ekler: Yeryüzünde onca kargaşa varsa, bunun sebebi yalnız başına kalarak sıkça teemmül eden kimselerin yokluğudur.” Pascal (ö. 1662) da şunu söyler kendi cenahından: “İnsanlar olarak başımıza gelen felaketlerin çoğu bir odada sakince oturmayı bilemeyişimizden kaynaklanıyor.”
 
Bretonneau’nun bu sözlerinden ne anlamak gerekir? Burada yazar, ilk olarak, yalnızlıkla düşünce/teemmül arasında sıkı bir irtibat (bir dostluk) bulunduğunu, keza insanın Tanrı ile bağını teemmül edişinin yalnızlıkta, yalnızlığın verdiği sükûnette mümkün olduğu ifade ediliyor ki bu da ilk elde inzivanın dinlerdeki önemini getiriyor akla. Sonra, yeryüzünde hüküm süren kargaşayı kendilerini teemmüle vermiş kimselerin –ehl-i teemmülün– yokluğuna bağlıyor yazar. İmdi insanlar teemmülü itiyat haline getirmek suretiyle ona liyakat kesp etmiş olsalardı, yeryüzünde dirlik ve düzen hâkim olacaktı, yoksa kargaşa değil. Nihayet şu denebilir: Yeryüzünde ehl-i teemmül olarak adlandırabileceğimiz bir zümre yok, bu yüzden de dirlik ve düzen yok.   
 
Pascal’ın andığımız sözündense, “bir odada sakince oturma”nın muazzam önemini anlıyoruz kısaca. İlk elde mübalağalı bulabiliriz bu sözü. Aslında mecburi değil de gönüllü bir yalnızlığa evet deme tavrına bir vurgu var burada. Pascal’ın bun-dan maksadı da –Bretonneau’da olduğu gibi– dünya hayatının hergünkü gailelerinden uzaklaşıp kendini sükûnetle te-emmüle vermek olsa gerek. Beyinsizliklerimiz yüzünden dünya çeşitli felaketlerin uğrak yeri olmuş. Bir odada dinginlik içre ve yalnız başına kalmayı öğrenmiş, bilmiş, kanıksamış olsaydık, onca felaket, sıkıntı, bela başımıza gelmeyecekti. 
 
Mecburi yalnızlıkların değil de gönüllü yalnızlıkların genel geçer olduğu, bu yalnızlıklar yoluyla insanların zaman zaman da olsa içine massoldukları düzleyici rutinin üstüne çıkabildiği ve kendilerini teemmüle verebildiği dünya kargaşa ve felaket-ten uzak, güzel, sakin ve anlamlı bir dünya olurdu, evet. Ama dünyamız kargaşa ve felaketten masun olmadığı gibi insanımız da, genel anlamda konuşursak, teemmülden yoksun. 
 
Dünyayı kurtaramayız belki, ama en azından şahsi kurtuluşumuz uğruna (gönüllü) yalnızlık imkânından ve bu imkânda uç veren teemmül çabasından zinhar feragat etmeyelim. Hem bilmeliyiz ki teemmülden/düşünmeden el çekmeyen biri kendi kurtuluşunun başkalarının kurtuluşuna kayıtsız kalarak gerçekleşmeyeceğini de çok iyi bilir. Teemmül bencilce bir çaba değildir o halde. Dahası, bu çabaya girişen, gönüllü yalnızlığı daimi olarak sürdürülmesi gereken bir durum olarak değil de, –başka şeylerin yanı sıra– şu sefil gerçekliğe tahammül gösterebilmek üzere zaman zaman başvurulacak bir çare olarak görür. 
 
Zihin hijyeni ameliyesi
 
Böylesi bir yalnız-kalmada kişi olan biteni şuurla idrak etme ve sonra bu olan bitene dönüp yine şuurla müdahale etme imkânını elde eder, edebilir. Mesela güne boylu boyunca dağılmışlıktan sonra akşamları kendimize ayırdığımız zaman esnasında gün boyu olup biteni düşünme fırsatı buluruz ki bu bize yarın yapacaklarımız hususunda kendimize bir çeki-düzen verme imkânını sağlar. Başka bir planda ise, teemmülü mesela bütün bir ömrü ahret perspektifine yatırarak gözden ve elden geçirme imkânı olarak değerlendirebiliriz. Her halükarda teemmül bir derleniş-toparlanış, bir kendine-gelme imkânı sunar bize.      
 
Varoluşumuza içkin temel bir imkân olan teemmül; bize, biz insanlara tevdi edilmiş bir görevdir aynı zamanda. “Varolu-şumuza içkin” olması teemmülün ontolojik anlamına, bize “tevdi edilmiş bir görev” olması ise onun etik anlamına işaret eder. Öte yandan ontolojik-o etik bir anlama sahip olan teemmül son tahlilde bir imkânı ifade eder ki insan kendinde meknuz bu imkânı kuvveden fiile çıkarabilir de, çıkarmayabilir de. Teemmülün kuvveden fiile çıkarılması demek, insanın kendini-gerçekleştirmesi demektir.
 
Yukarıda, (bir süreliğine) tecerrüt yani soyutlanma çabasını teemmülün şartı olarak koymuştuk. Ama burada tecerrüdü illa bir odaya ya da bir mağaraya kapanmak gibi fiziksel bir düzenlemeyle mukayyet olarak anlamamak gerekir. Teemmül eden zihin/kalp için tecerrüt çabası, hakikatte bir şey ifade etmediği halde geniş halk yığınlarının teveccüh gösterdiği düşünce ve pratiklere karşı zihin hijyeni adını verdiğimiz bir ameliyeye başvurmakla alakalıdır evvelemirde. İmdi moda olsun, fuzuli olsun, lüks olsun genel geçer ne varsa onların bile isteye cahili kalmayı göze alalım ki esasa müteallik bazı şeylerin âlimi olabilelim. Bu, malayaniden uzak durmak ve kendimize zaman ayırmak demek olacaktır ki bu surette “kurtarılmış” zamanı iç âlemimizi tahkime yönelik olarak gönlümüzce değerlendirmek artık bize kalmış bir şeydir. 
 
Sonuç olarak, bugün bir dezenformasyon çağında yaşıyoruz. Üzerimize boca edilen her nelerse onları filtreden geçirmek üzere böyle bir zihin hijyenine ihtiyacımız var. Gönüllü yalnızlığımız bir elekten geçirme işlevi görmeli ki teemmülden muradımız neyse hâsıl olsun.