Meçhul şair Hüseyin Sîret

Mustafa Çiftçi / Yazar
7.02.2020

Belki bir marazi haldir bilemem ama bizde sanatçıyı değerlendirirken taşıdığı kimliklerin yükünü eserlerine yükler de eserleri kimlikler altında ezdiririz. Bu sefer öyle olmasın bu sefer siyasi kimliğini ayrı değerlendirmek üzere bir tarafa bırakalım da eserlerine bakalım derim.


Meçhul şair Hüseyin Sîret

Unutulmak hüzünlüdür lakin şairlerin unutulması daha bir hüzün veriyor insana. Onları anmak, hayatından, eserinden bahsetmekle onları boğmak isteyen ve körlüğünü hızlı modern zamanlardan alan nisyan çukurundan kurtarmaya vesile olur belki...

Şair, siyasetçi ve derviş olan Hüseyin Sîret merhumu anmaktır niyetimiz bu yazıda. Ve hemen bir teşekkürle başlayalım isterim. Merhumu kendisine mesele etmiş ve önce tez, sonra kitap olarak ihatalı bir şekilde anmış olan ve yazımızda bu eserinden istifade ettiğimiz Turan Karataş Hocamıza da teşekkür edelim.

1872 İstanbul doğumlu olan Hüseyin Sîret Özsever uzun ömrüne nispetle az eser vermiş ve 27 Şubat 1959 tarihinde aramızdan ayrılmıştır. Esas ismi Hamdullah Sîret’tir. İlk eserlerini ‘H. Sîret’ imzasıyla neşrederken Servet-i Fünûn’a geldikten sonra ismindeki ‘H’ harfinin ne olduğunu soran Tevfik Fikret şairin ön adının ‘Hamdullah’ değil de ‘Hüseyin’ olmasını ister. Sîret de kabul eder. İbnülemin Mahmut Kemal merhum bu durumu pek doğru bulmaz ve “...bereket versin ki şair sözüne uyup da Sîret’i değiştirmemiş” der.

Sîret’in babası devrin “umur-ı kitabetine” vakıf olmuş bir devlet memurudur. Erken yaşta vefat eder. Bu durumu şairin hiç unutmadığı hep kanayan bir yarası olur ve “Ta çocuklukta açılmış, kanayan bir yarama/ Bakmadım, kimseye sardırmadım oğlum yarama” der bir şiirinde.

Annesine pek düşkündür

Annesi Fatma İclal Hanım ise uzun bir ömür sürer ve Sîret annesine pek düşkündür. Her insan annesini sever ama hem baba gölgesinden mahrum hem de şair olunca bu düşkünlük mısralara dökülür. “Sevgiyle, saygıyla bağlı birbirine/Ana seksenlik oğlu altmışlık.” demiştir Sîret. Onun anneye düşkünlüğü benim şaire olan muhabbetimin ilk sebebidir. Ben de rahmetli anama pek düşkün idim. Benim anneciğim uzun bir ömür süremedi. Takdir böyleymiş ama anneye düşkün olanlara karşı muhabbetim daimdir.

Tahsil hayatında ısrarla istediği tek bir yer vardır; “Mekteb-i Mülkiye-i Şahane” Araya hatırlı kişilerin girmesiyle “leyli ve meccani” yani parasız yatılı olarak başladığı mektepte Sîret lise kısmını bitirir ama hastalığı sebebiyle Âli kısmına devam edemez. Zatürre sebebiyle okuldan ayrılır Sîret. Benim şaire alakamın bir sebebi de bu hastalığıdır. Belki Kemalettin Tuğcu’dan kalma bir hissiyatla ben hasta olup da tahsiline devam edemeyenlere hep üzülürüm. Yarım kalmış tahsil hikayeleri bana hep ince bir sızı gibi gelmiştir. Sîret daha sonra başladığı Frerler mektebini de bitiremeden ayrılır. Ve daha sonra Hariciye Nezareti Mektubi Kalemi’ne girer ve memurluğu bu şekilde başlamış olur. Ama ilginçtir “leyli ve meccani “okumuş olan Sîret’in ilk memurluğu da “meccanen” olur. Yani karşılıksız çalışır. Ama maaşsız memuriyeti uzun sürmez ve Nafia Tercüme Kalemi’ne girer...

Çocuksu hal ile siyaset

İbnülemin’in, Siret ile alakalı olarak “....onun ileride değerli bir şair ve yazılarını okuduğu zatlar gibi siyasetle mütevaggil (siyasetle meşgul) olacağını daha o vakit anlamıştım” der. Dediği gibi de olur. Sîret’ son sürat siyasi faaliyetlere başlar. Buradan bakınca aldığı kararlar, tercihleri, kabulleri ve reddiyeleri tartışılır. Jöntürklerle bir olmuş, Abdulhamit Han’a muhalif bir çizgide siyaset gütmüş ve meşruti bir idare kurulmasını memleketin kurtuluşu için tek çare olarak gören bir yapıdadır. O dönem siyasetçi, ilim adamı ve sanatçılarında gördüğüm ve hep hayret ettiğim çocuksu bir hal ile siyaset yapmıştır. Saflık derecesinde kararları ve faaliyetleri vardır. Bu kararlardan biri de İngiliz elçiliğine yazdıkları ve İngiltere’nin Güney Afrika’daki marazi varlığına hiç değinmeden orada cereyan eden bir savaşta aldığı bir sözde zaferi kutlayan, böylelikle İngiltere’ye olan bağlılıklarını sözde ispatlayan bir mektup yazmaları da bu çocukça faaliyetlerden biridir. Mektup işi büyür, sonunda Sîret ve arkadaşları sürülür. Ama öncesinde saraydan teklif edilen Selanik Mektupçuluğunu yine çocuksu bir kararla kabul etmez. Güya Saray’dan gelen hiç bir teklifi kabul etmemektedir ama sonunda yine memurluğu kabul ederek o zamanlar ‘Hısnımansur” adıyla Malatya’ya bağlı olan Adıyaman’a sürülür.

Avare geçen Paris yılları

Sürgün hayatında hasret, gurbet ve acı ile yoğrulmuş şiirler yazar. Genç hanımının vefatı da bu gurbet hayatını daha bir zorlaştırır. Orada çok zaman kalmaz ve türlü badireler atlatarak Paris’e gider. Gidişinden hemen sonra Yıldız Sarayı’na dinamit koymak planı yaptığı gerekçesiyle gıyabında idama mahkum olur. Onun Paris’te geçen yıllarını Yahya Kemal şöyle tasvir eder; “Gençtürklüğün fikirlerinden ziyade entrikalı işlerinde koşuşturdu.” Avare geçen Paris yıllarından geriye 1904 ‘te bastırdığı “Leyal-i Girizan” serlevhalı şiirleri kalmıştır diyebiliriz.

Meşrutiyetin ilanıyla memlekete dönüş, çeşitli memuriyetlikler, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurucuları arasında yer alma, ikinci kez evlilik, ve genel bir hayal kırıklığı tablosu neticesinde İttihatçıların şerrinden emin olmak için ikinci gurbete çıkış ve acı dolu gurbet ve sefalet içinde yazılan şiirler; “İşte ben burada ölmeden gömülen/Bir garibim şu gördüğün servi/Bekliyor lahde benzeyen bu evi”

Hüseyin Sîret 1920 yılında İstanbul’a tekrar ayrılmamak üzere döner. Yine çeşitli vazifeler alır. Bir evlilik daha yapar. Ne çare ki sanatı adına en verimli yıllarını gurbette geçirmiştir. Cumhuriyet yıllarına gelindiğinde sakin bir hayat sürer. Eser vererek, memurluk yaparak yıllarını geçirir. Ve 27 Şubat 1959’da vefat eder.

Belki bir marazi haldir bilemem ama bizde sanatçıyı değerlendirirken taşıdığı kimliklerin yükünü eserlerine yükler de eserleri kimlikler altında ezdiririz. Bu sefer öyle olmasın bu sefer siyasi kimliğini ayrı değerlendirmek üzere bir tarafa bırakalım da eserlerine bakalım derim.

Edebiyatımızın meçhul kıymetlerinden olan Sîret’in vefatı sonrası bir yazı kaleme alan Peyami Safa’nın sözleriyle son verelim yazımıza.

“Edebiyat programlarının hala tamamlanmayan bir sürü eksiklikleri onu lise hatta üniversite öğrencilerine de meçhul bırakmıştır. Ümit edelim, dileyelim, hatta yalvaralım ki gerçek değerlerin birkaç vefalı okuyucusu birkaç edebiyat tarihçimiz kalmışsa onun değerini yıllardan beri içine battığı karanlıklardan kurtarsınlar ve onun adını diriltmek için ölümünü acı ve fakat müsait bir vesile saysınlar”

[email protected]