Meclis’e Ecevit darbesi!

Halime Kökce / [email protected]
20.10.2012

Açık Görüş’ün değişmeyen konu başlıklarından biri darbeler tarihimiz.


Meclis’e  Ecevit darbesi!

27 Nisan e-muhtırasını, siyasetin mukavemeti dolayısıyla ayrı tutarsak, gerçekleşmiş son darbe olan 28 Şubat’ta medyanın rolü son günlerde en çok konuştuğumuz konulardan. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu dönemin medya aktörlerini dinliyor. İlginç açıklamalar duyuyoruz. Demirel’in “28 Şubat ne darbedir ne muhtıra. Anayasa’nın 118. maddesi çerçevesinde MGK görevini yapmıştır. Başbakan Erbakan da uygulamıştır” sözleri kadar olmasa da onu aratmayacak türden açıklamalar... Demirel “ben olmasaydım 28 Şubat darbesi post değil düpedüz darbe olurdu” demek istiyordu herhalde. “28 Şubat’ın post’u bana ait, ben o posta oturmasaydım, 12 Eylül’ün bir tekrarı olur, çok kan dökülürdü.” 28 Şubat’ın öncesinde de benzer şeyler söylüyordu, “ben askeri idare etmesem darbe yapacak” falan. Refah Partisi’ne kapatma davası açarak kendini ‘unutulmaz’ kılan 28 Şubat’ın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş da “Demirel, İsmail Hakkı Karadayı ve ben olmasaydım darbe olacaktı” demişti. Gördüğünüz gibi herkes iyi niyetli, herkes darbe olmasın diye canla başla çalışmış. Zaten onlara kalsa darbe de olmamış, ufak bir balans ayarı, hepsi bu!

Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu misafirlerinden biri de Zaman Gazetesi Yazarı Hüseyin Gülerce’ydi. Geçen gün komisyona bilgi verdi. Söyledikleri 28 Şubat’ın postu’nun sahibi Süleyman Demirel’inkileri hatırlatıyordu. Refah Partisi kapatıldıktan sonra açılan Fazilet Partisi’nden milletvekili seçilerek Meclis’e giren Merve Kavakçı’ya sert tutumuyla Ecevit’in muhtemel bir darbeyi önlediğini ifade etti, Gülerce.

‘Lütfen haddini bildirin’

Oysa 28 Şubat darbesi devam ediyor, Bülent Ecevit ise darbenin gereklerini yerine getiriyordu. O gün Meclis’te yaşanan, 28 Şubat soruşturmasında mağdur sıfatıyla ifade veren Merve Kavakçı’nın dediği gibi “vekillerin Meclis’e darbesiydi” ve bir fazlası, bizzat Başbakan’ın Meclis’e darbesiydi.

O günler hafızalarda hala çok canlı; Ecevit’in parmağını sallayarak bir jakoben kibarlığıyla “Burası devlete meydan okunacak yer değildir, lütfen bu hanıma haddini bildiriniz” dediği o meşum konuşma da youtube’da, dileyen tekrar seyredebilir. Koca koca adamların, kadınların masaları döverek, el şaklatarak Kavakçı’ya “çık dışarı, çık dışarı” diye avazları çıktığı kadar bağırmalarını ve yuhalamalarını da. Tam bir cezbe hali; bir tek giyotin eksik.

O günler geride kaldı mı acaba, çok da emin değilim. Meclis’e ilk seçimde başörtülü vekillerin de girmesi lazım ki deneyip görelim.

Ama şöyle bir değişiklik oldu: Bir kısım zevat, kamu binalarını, Meclisi, hatta devletin kendisini bir bütün olarak özel malı zannediyordu. O yüzden de çiti geçeni alnından aşağı indiriyor, kovalıyor, hiç olmadı bazı yönetmelikleri devlet kapısının önüne korkuluk niyetine asıyordu. Zaman içinde kendileri birer korkuluğa döndüler, kargaların bile artık tanıdığı ve ciddiye almadığı birer korkuluğa.

Cumhuriyet korkulukları

Meclis’te başörtülü gördüğünde histeri nöbeti geçirecekler yok değil elbet ama, korkuluk hükmünde, işte.

Ne ki değişmeyen şeyler de var, tıpkı Demirel’in “ben olmasaydım darbe olacaktı” demesi gibi, Gülerce’nin “Ecevit, Kavakçı’ya haddini bildirtmeseydi darbe olurdu”, demesi gibi, pratiğe ayak uyduramayan zihinler... Bir tür “aşırı tedbir” ve “nemelazım demokratlığı”. Demirel engel mi oldu 28 Şubat’a. Ecevit yeni bir darbenin önüne geçmek için mi Kavakçı’yı ve dolayısıyla millet iradesini Meclis’ten kovdu. Demek ki “devleti kendi özel malı zanneden ve paylaşmak istemeyenler” gibi, biz de bu durumu kanıksıyoruz. Devlet halka açılmış hala ‘ama’lı cümleler kuruyoruz. 

Açık Görüş’ün manşetinde okuyacağınız “Darbede tuzu olanlar” başlıklı yazısında Murat Yılmaz da meseleye farklı bir yerden bakıyor: Gülerce’nin “aksi durumda darbe olurdu” sözlerinin, darbeyi meşrulaştırmanın yanında bir suç duyurusu niteliği de taşıdığını ifade ediyor.

İyi bayramlar...