Medeniyetlerin mayalanması

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
18.02.2022

Doğu varlığın kaynağına dönük 'O' dediğinde, kavrayamayacağı ancak her şeyi kavrayana yönelik, kendisinin ve tüm varlığın anlamına işaret olur. Evrene müdahale eden insan, onun varlığının kaynağını anlama çabasına girer ve bunun için kavramsal araçlar edinmeye, o araçlar yoluyla onunla temas kurmaya çalışır.


Medeniyetlerin mayalanması

Medeniyetlerin temelini oluşturan anlam ilişkileriyle sistemleşen dil, hak algısıyla normaline ulaşıp dengelenen anlam dünyasında ortaya çıkarak kendisiyle birlikte temas ettiği varlık ortamını biçimlendirir. Dilin merkezinde yer alarak onunla iç içe varlık bulan hak algısı dillerin ve o dille ifade bularak tezahür eden yaşam tarzlarının kodlarını taşır.

Kişilerin ve toplumların varoluşunu gerçekleştiren algılar doğrultusunda ortaya çıkan değerler, varlığa ve oradan kendine bakış açısı üzerinden elde edilen hak algısının sistemleştiği dil ve hukuk ile medeniyet havzalarını mayalar. Bu unsurlar, görüş açısına bağlı algıların mayaladığı dili ve bu dille kurulan değerler üzerinden medeniyetler olarak nitelediğimiz evrenleri üretir. Bu açıdan medeniyet havzaları hukuk sistemi üretebildiğinde varlık kazanır ve bu sistemi sürdürebildiği sürece hayatta kalır. Dilin ve hukuk sisteminin merkezinde yer alan hak algısı, neyin normal neyin anormal olduğuna ilişkin ölçüsüyle bu iki sistemin cari olduğu ortamda kendisini gerçekleştirir. Bu yüzden bir hukuk sistemi içinde yer alan her ortam o sistemi şekillendiren hakkı korumayı amaçlar.

Evrenin içinde varlık bulan insan, aynı zamanda ona dair bir görüş ve farkındalıkla ona müdahale edebilen yegane varlık olarak öne çıkıyor. İnsanın evreni görmesi, ona, algıları doğrultusunda ürettiği dille müdahalesine dönüşür. İşte bu müdahale insanı evrenden ayrıştırmıştır.

Evreni tanıma ve tanımlama

İnsanın evreni tanıma veya tanımlama seçeneği onun varoluş anlamı üzerinden kendisinin de varoluşunu belirleyen bir tercihtir. Bu tercihle şekillenecek yollar üzerinde ortaya çıkacak değerlerle, insanın kendisiyle ve evrenle diyaloğu biçimlenecektir. Onu tanımlamaya yönelen insan ona kendinde olan anlamlarla müdahalede bulunur. Bu müdahale öncelikle, evren ve insanın Ben ve O olarak ayrışmasına, insanın evreni karşısına almasına dönüşmüştür. Ancak insan, evreni O olarak tasavvur ederken bu tasavvurun biçimi, kendisine dair tasavvurdan yola çıktığından, kendisini de evrenle birlikte varlığın mutlak sebebini işaret eden 'O' olarak araçsallaştırma noktasına gelir. Bu araçlar kendilerine sebep olana yönelmiş, 'O' demektedir. Öyle ki "O" evrende her şeyin yerine ve bir bütün olarak evrenin tamamına yönelik kullanılabilen bir zamirdir. "O" her şeyin kendisi ile kendisine sebep olan arasında kurulan anlam bağdır. Bütün anlamlar, insanın kendisi ve tüm evrenin varlığı ile bunların kaynağına ilişkin kurduğu bağlar üzerinde şekillenir.

Her tanım insanın kendinde olanın ipuçlarından yola çıkar. Doğuda 'O' tanımlamaya değil tanımaya/tanışmaya dönüktür. Batı da insanın kendisinden yola çıkar, ancak burada evren 'O' kılınırken, Batılı kendisini cinsiyet üzerinden tasavvur eder ve buradan hareketle tarihte bilinen ilk sınıflandırmayı kendi üzerinden evren hakkında yapıp onu masculinium, feminium, neutrum (is,ea,id), temeline dayalı üçlü bir O olarak sınıflandırır. Doğu'nun kökü tek, Batı'nın kökü ise üç çekirdekli 'O' algısına dayanır. Bu tek ve üçlü merkeze dayalı kavramsal köken, Doğu'nun ve Batı'nın farklı medeniyetler olarak yeşermesine yol açan çekirdekleridir.

Ortak bir medeniyet içinde yer alan toplumların dillerini incelediğimizde onların her birinin 'O' tasavvuru hakkında benzer tasvirleri olduğunu ya da böyle bir tasvir üzerinde uzlaştıklarını görürüz. Burada Doğu medeniyetinin tek bir 'O' tasavvuru etrafında, Batı medeniyetinin de (is, ea,id) He, She, It ile biçimlenmiş üçlü bir 'O' etrafında uzlaşarak yoğunlaşmış oldukları görülür. Doğu varlığın kaynağına dönük 'O' dediğinde, kavrayamayacağı ancak her şeyi kavrayana yönelik, kendisinin ve tüm varlığın anlamına işaret olur. Evrene müdahale eden insan, onun varlığının kaynağını anlama çabasına girer ve bunun için kavramsal araçlar edinmeye ve o araçlar yoluyla onunla temas kurmaya çalışır. Her şey kendisinin sebebi olanı, varoluş öyküsünü dillendirir ve kendisini dili ile evrenden ayrıştıran veya bağ kuran insan da bu sebebe dair anlamın yönünü bulmadan bu dili kullanamaz. İnsanın bu anlamı araması da evrenin dili üzerinden olmuştur. O, sadece tanımlanamayan değil, tanımlanamayanın anlamını veya sebebini ima eden işarettir. Varlığın kaynağını ifade eden 'O' zamiri bambaşka içeriklere sahip olsa da her insan, varlığın kaynağına ilişkin bir tasavvur geliştirerek onu merkeze alan bir hak algısına ulaşan dille tüm yaşam biçimini şekillendiren değerler sistemi kurar. "Ben" ve "Sen", "O" olarak anlamın kaynağına yönelmiş varlıkların, bu yolculukta tanışıp, buradan kurulan kavramlar eliyle birbirine tutunarak "senli benli olmalarıyla" gerçekleşebilir. 'O' tanımlanamayanın işareti olarak kaldığı sürece senli benli olmaya elverişli değildir.

Ancak Batı'nın cinsiyet üzerinden tasnif edilmiş "O" algısı anlamın kaynağını bu doğrultuda tanımlayarak kavradığı araçlar arasına katmıştır. İnsan evreni ve kendisini bu işaret üzerinden kurduğu anlamla biçimlendirir. İnsanın evrene müdahalesi, ondaki görünümlerin kendisine, kendisindekilerin de ona izdüşümleri ile birbirini görme süreçlerine dönüşmüştür. İnsan kendi tasavvuru üzerinden kurduğu anlamlarla evreni, evren tasavvuru üzerinden kurduğu anlamlarla de kendini inşa eder. Kendisi ile evren arasında izdüşümler kuran insanın, bu karşılıklı etkileşimden çıkardığı sonuçlar bugün geldiğimiz seviyeyi gösteriyor.

Kendini görme eylemi

Kişi kendinde kendi anlamını, anlamı dil olarak üreten zihin olarak bulur. Ancak zihin kendine yöneleni dil olarak dışına atar ve böyle bir okumaya izin vermez. Ancak bu okuma dilin dışından, belki bir üst dille, yani inanca dair, zihnin tanım kalıplarına sığmayan anlamla gerçekleşebilir. Kendini görme eylemi zihne ilişkin yani neye, neden, ne anlam verdiğimize dair bir görmedir. Ancak zihnin anlam ilişkisi kurduğu her şeyi dil olarak dışına atarak onu nesneleştirmesinden kaçabilecek bir yol bulmadan onu görebilmek mümkün değildir. Bu durumun bir sözle gerçekleşebilmesi o sözün zihnin anlam verdiği dilden kaçabilen, bir bakıma dilin mekanı olan evrenin de dışına uzanabilen bir işaretle mümkün olabilir. Böyle bir işaret varsa o ancak zihnin tanım kalıplarına yakalanmayacak bir işaret olabilir. 'O', zihnin sınırlayıp tanımlayamadığını dil yoluyla ima ettiği bir işarettir. Bu sesle zihin, tanım kalıplarının dışında kalan, ancak dille, onu tanımlayamadığına has; "işte sınırlayamadığım odur" ile kendisini sınırlayarak içine girmeye ve kendisini göstermeye karşı koyamaz. Böyle bir yol bulamayan insan kendisiyle karşılaşamaz. Dil evrendeki varlıklar arası bir diyalog olarak evrenseldir. Evreni değil ancak oradaki varlıkları görmeye izin verir. Tüm varlığı anlam ilişkileri ile kavramış kavramlarla ona müdahale ederek nesneleştiren dil ile zihni görmek ve ona dair kavram mümkün olamaz.

Bütün diller, anlamın ve varlığın kaynağı olarak gördüğü ve zihne ilişkin 'O' işaretinin tasavvuru üzerinden biçim kazanır. Medeniyetlerinin ayrıştığı temel burasıdır. Çünkü, kavrayıp, kavramlarıyla kuşattıklarına sahiplik duygusu ile ben diyen ve 'O'yu da cinsiyet üzerinden tasnif/tarif ederek onu zihnin kavrayacağı nesnesi olarak "sen" kılar ve zihne ulaşmanın yolunu kapatır. İnsan, 'O'ya dair tasavvuru üzerinden edindiği anlamla kendi kimliğini ve bu kimlik üzerinde medeniyetini inşa eder. 'O' tasavvuru benzeşen insanlar, benzer medeniyetlerin unsurları olarak yakınlaşırken, bu tasavvurda farklı olandan ayrışırlar. Artık anlama yapılan müdahale ile 'O'nun analizinden resmedilmiş, bilindik "şu" veya "bu" diyebileceğimiz medeniyetler kurulmuş olur. Farklı tasnif edilen her medeniyetin ana unsuruna indiğimizde bu farkın 'O' tasavvuruna ilişkin hak algısıyla somutlaşmış bir fark olduğu görülecektir.

'O'nun farklı dillerde farklı anlam temelinde ayrışması, dili üreten zihnin 'O' ile hak tasavvuruna ulaşıp oradan kendisini görmesine ilişkindir. Eğer zihin bunu yapamazsa kendisini Tanrı ilan eder. İnsan formunda vücut bulan tanrıların 'yaratıcısı' da böyle bir zihindir.

[email protected]