Bugün bilginin anlık olarak dolaşıma girmesi; doğruluk, tarafsızlık ve etik sorumluluk gibi temel ahlaki ilkelerin daha sık ihlal edilmesine yol açabilmektedir. Bu hızlı akış, yanlış veya manipülatif bilgilerin viral biçimde yayılmasını kolaylaştırarak medya etiğinin önemini bir kez daha öne çıkarmakta ve tarihsel tartışmaları güncel bağlamda canlı tutmaktadır.
Engin Özekinci/ Yazar
19. yüzyılda gazetelerin, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, siyaset ile medya arasındaki ilişkiyi kurumsal bir zemine taşımıştır.
Medya, hem siyasal iktidarın meşruiyetini pekiştiren bir araç olarak hem de kamuoyu oluşturma ve iktidarı denetleme işleviyle ön plana çıkmıştır.
Hiç şüphesiz bu ikili ve dengeleyici rol, basın özgürlüğünün demokratik toplumların temel taşlarından biri olmasını sağlamış, ancak manipülasyon risklerini, medya etiği ve ahlak ilkesi tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.
20. yüzyıla gelince bu kez radyo ve televizyonun ortaya çıkmasıyla birlikte medyanın toplumsal etkisi daha da büyümüştür. Haberin hızlanması ve geniş kitlelere ulaşması ahlaki sorumlulukları daha görünür ve talep edilir kılmıştır.
Örneğin savaş dönemlerinde radyo yayınlarının propaganda aracı olarak yoğun bir biçimde kullanılması, medyanın etik sınırlarını zorlayan somut örnekler olmuş, ahlaki sorgulamaları derinleştirmiştir.
Ancak günümüzde dijitalleşme ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla siyaset ve medya ilişkisi yeni bir boyut kazanmıştır.
Bugün bilginin anlık olarak dolaşıma girmesi; doğruluk, tarafsızlık ve etik sorumluluk gibi temel ahlaki ilkelerin daha sık ihlal edilmesine yol açabilmektedir.
Bu hızlı akış, yanlış veya manipülatif bilgilerin viral biçimde yayılmasını kolaylaştırarak medya etiğinin önemini bir kez daha öne çıkarmakta ve tarihsel tartışmaları güncel bağlamda canlı tutmaktadır.
Tarihsel süreklilik içerisinde siyaset ile medya arasındaki ilişkinin niteliği değişse de ahlak ilkesinin bu ilişkiyi dengeleyen temel unsur olma özelliği günümüze kadar varlığını korumuştur.
Bugün medya kuruluşlarının siyasal süreçler karşısındaki sorumluluğu değerlendirildiğinde, ahlak ilkesinin belirleyici rolü daha net ortaya çıkmaktadır.
Süreç devam ederken sonuç açıklamak
Medyanın asli görevi, kamuoyunu doğru ve tarafsız bir şekilde bilgilendirmektir.
Ne var ki bazı basın yayın organlarında siyasal ve hukuki süreçler daha tamamlanmadan kesinlik içeren ifadelerin kullanılması, ahlaki açıdan ciddi sorunlar doğurmaktadır.
Masumiyet karinesinin göz ardı edilmesi, yalnızca ahlaki ve hukuki bir ihlal değil, aynı zamanda medyanın etik sorumluluğunu zedeleyen bir tutumdur.
Ahlak ilkesi, medyanın "ilk veren" olma kaygısıyla değil, "doğru veren" olma bilinciyle hareket etmesini gerektirir.
Bu bilinç, yalnızca bireysel gazetecilik, habercilik ahlakıyla sınırlı kalmayıp uluslararası medya etik kodlarında ve meslek ilkelerinde de açıkça vurgulanmakta, evrensel bir standart niteliği taşımaktadır.
Tam da bu noktada ahlak ilkesi, medya kuruluşlarını toplumu tarafsız bilgilendirme görevini öncelemeye davet eder.
Zira seçici vurgular kamuoyu algısını yönlendirebilmekte, demokratik tartışma ortamını daraltmakta ve toplumsal uzlaşıyı zorlaştırmaktadır.
Güven sorunu
Ahlaki ilkelere dayanmayan medya pratikleri, toplumda adalet algısını ve medyaya duyulan güveni de olumsuz etkilemektedir. Yine bu tür medya süreçleri,kamuoyunu bilgilendirmek yerine yönlendiren ve manipüle eden bir yapıya dönüşür. Bu durum, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirirken, demokratik kültüre de zarar vermektedir.
Dahası, sosyal medya algoritmalarının kutuplaştırıcı etkisiyle birleştiğinde ise bu sorunlar daha da büyümekte ve etik müdahalelerin aciliyetini artırmaktadır.
Sonuç olarak tarih boyunca ve günümüzde karşılaştığımız çeşitli olaylar, ahlak ilkesinin siyaset ve medya ilişkisindeki vazgeçilmezliğini bir kez daha göstermektedir.
Bu vazgeçilmezlik, bireysel vicdanla sınırlı kalmamalı, kurumsal etik mekanizmalarının, bağımsız denetim organlarının ve sürekli eğitim programlarının güçlendirilmesiyle kalıcı hâle getirilmelidir.
Zira ahlaki ilkelere dayalı sağlıklı bir siyaset ve medya ilişkisi hem adalet duygusunun korunması hem de demokratik kamuoyunun oluşması açısından son derece hayati bir öneme sahiptir.