Meltem Şişli vakası ve kültürel faşizm

Murat Güzel / Yazar
7.02.2020

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Yeşim Meltem Şişli'nin toplantı yaptığı İSMEK kadın bölge sorumlularını başörtülü oluşlarından dolayı aşağılayıp taciz ettiği iddiaları Türkiye'de toplumsal ve kültürel farklılıklara ilişkin son 40-50 yıldır sürekli tartışılan meseleleri yeniden gündeme taşıdı.


Meltem Şişli vakası ve kültürel faşizm

Bu meselelere yönelik tartışmalar elbette toplumsal, kültürel farklılıkların bizatihi varlığına yönelik olmaktan, yani bu farklılıkların zaten, hali hazırda, toplumsal yaşamın kendiliğinden bir verisi olmasından çok, bu farklılıkları kabul etmede, onlara tahammül göstermede ya da en azından onların varlığıyla birlikte yaşamada hazımsızlık çeken çevrelerin tavırlarından kaynaklanıyordu. Birileri, ellerinde bulundurdukları birtakım avantaj ve imkanları bu avantaj ve imkanları kullanmak isteyen başka birilerine karşı, o başka birilerinin giyim kuşamları, benimsedikleri dini ve fikri inançlar, sahip oldukları siyasi görüşler başta olmak üzere birtakım farklılıkları bahane ederek paylaşmak istemiyor; bunun için de ellerinden gelen her türlü zorluğu çıkarmaya çaba sarf ediyorlardı. O başka birilerinin varlığında kendi hayat tarzlarının tehdit altında olduğunu öne sürmeleri çıkartılmaya çalışılan zorluklar arasında sıradandı belki de. Başkalarının talep ettiği özgürlüğün, kişinin kendi özgürlüğünü kısıtlamayacağını bilmez değillerdi elbette. Ama bunu ileri sürüyorlardı, çünkü oynadıkları sıfır toplam oyunu bunu icap ettiriyordu. Sadece biz her istediğimizi yaparız, başkaları da bizim istediğimizi yapmakla mükelleftir. Onların özgürlüğü bizim istediklerimizi yapmakla sınırlıdır. Bundan daha fazlası onlara züldü. “Başlarını açar, namaz kılmaz, çocuklarını Kur’an kursuna göndermezler ve bizim gibi içki içerlerse belki onlara istedikleri özgürlüğü bağışlarız” demenin başka bir şekliydi bu.

Nefret sürekli devrede

Başörtüsü yasağının sürdüğü bir zamanlar, toplum olmanın anlamını teşkil eden bu türden farklılıkları sözümona bir ‘çağdaş yaşam’ vb. içeriği son derece belirsiz birtakım retorik ve idealler uğruna ortadan kaldırmaya azimli çevreler; var olduğunu, var olmasını engelleyemeyeceklerini bildikleri bu farklılıkların en azından kamusal alanlarda boy göstermemesi için çaba sarf ediyor, kendi ‘hayat alanları’ arasında kabul ettikleri mekanlara bu türden farklılık işareti taşıyanların girmemesi için ellerinden geleni artlarına koymuyorlardı. Güç bela sağlanan siyasal ve toplumsal mutabakatlar neticesinde başörtüsü yasağının kalkmasının ardından bile zaman zaman kafe ve restoranlarda, zaman zaman seçkin ve mutena olduğu düşünülen semtlerde, hatta sokakta bile gördükleri farklılık işaretlerine (örneğimizde ‘başörtülüler’e) saldırdıklarını da biliyorduk bu çevrelerin. Toplumsal, kültürel ve siyasi farklılıkları temsil eden işaretleri üstünde taşıyanlara dönük bir nevi kin ve nefret sürekli devredeydi, en olmadık yerde bile bu çevrelerin kindar tavır ve davranışlarına muhatap oluyordunuz.İstediğiniz kadar bu çevrelere ‘çoğulculuk’, ‘birlikte yaşama kültürü’, ‘kültürel farklılıklara saygı’ vb. sodalar tavsiye etseniz de ya da bu çevreler bu sodaları kullandıklarını iddia etseler de kültürel, toplumsal farklılıklara ilişkin hazımsızlıktan kaynaklı birtakım ‘şişkinlik’lerin bir türlü giderilemediğine de şahit oluyorduk.

Acziyet ifadesi

‘Başörtüsü yasağı’nın savunulduğu dönemlerde eninde sonunda onun bir ‘siyasal bir simge’ olduğu ileri sürülür, böylelikle tartışma sona erdirilmeye, yasak bu saikle savunulmaya çalışılırdı. ‘Siyasal simgeler’in kamusal/siyasal alanlarda görünmesinin toplumsal bütünlüğe zarar verdiğini düşünmeye meyyal bu bakış açısının hemen bütün toplumsal katmanlarda taşındığına duyulan kör bir itimadın yanısıra, özellikle 1980’li, 90’lı yıllarda ‘siyaset’ deyişinin çağrıştırdığı olumsuz anlamları da sömürmeye yarayan bu bakış açısının taşıdığı birçok çelişkiye (Bu çelişkilerin başlıcası elbette kamusallığın kendiliğinden siyasal olduğudur; siyasal simgeler, siyasal alanlarda görünmeyecekse nerede görünecektir?) karşın yine de taşıdığı siyasal dozaj sebebiyle kaale alınıp tartışılmaya değer yanları vardı; lakin Şişli’ye atfedilen sözlerde bu türden bir saik keşfetmemizin imkânı yok, siyasi bir tartışma neticesi sarf edilmiş sözlerle karşı karşıya değiliz yani; doğrudan başörtülülerin toplumsal varlığına ilişkin bir aşağılama söz konusu olan.

Bir amirin zaten işten çıkaracağı emri altındakilere yönelik bu tahkir ve aşağılaması bu sebeple tamamen kişisel, tamamen ahlaki bir yetersizliğe işaret ediyor. Bu yetersizlik belediyede üst düzey bir bürokrat olan bir kişinin bu konumundan aldığı formel güçle birazdan işten çıkaracağı insanların - belki de işten çıkarmasına bahane teşkil edecek bir karşılık verirler umuduyla- kılık kıyafetlerini, medeni hallerini gerekçe seçerek aşağılamaya girişmesinde görülür. Bu durum nereden bakarsanız bakın bir acziyetin ifadesidir. Kendisine cevap veremeyecek pozisyonda olan insanları kılık kıyafetlerini, medeni hallerini bahane edinerek tahkir ve aşağılama aynı zamanda bir tür kendine güvensizliğin de bir göstergesidir.

‘Aynı’ arayışı

İşin en ilginç yanı ise hayat tarzları ve alanlarının tehdit altında olduğunu savlayanların ellerine geçen en küçük güç kırıntısında bile kendileri gibi olmayan, kendileri gibi yaşamayan (sözgelimi işe belediye otobüsü, minibüs vb. araçlarla gelip giden), dünyaya ve hayata kendileri gibi bakmayan insanların hayat alanlarını daraltmaya, hayat tarzlarını aşağılamaya yönelmelerinde ortaya çıkar. Bunun için bile, zihni bir çaba isteyen fikir eleştirisini değil, kılık kıyafeti, medeni hali, gelir seviyesini konu edinerek peşi sıra aşağılayıcı sözler sarf etmeleri kültürel ayrımcı bakış açılarının hazımsızlıklarını ifşa etmesinin yanısıra fikri fakirliklerini de ortaya çıkarır. Kendi hayat tarzını savunmanın yolunu başka hayatları, başka tarzları baskılamaktan geçtiğini el yordamıyla keşfetmiş olanların bununla ilgili en küçük şüphede bile ağızlarına geleni söylemelerine bu yüzden şaşmamak gerekir.

Bütün bu ‘olaya özel’ ayrıntılara karşın, meselenin elbette başka boyutları da vardır. Şişli’nin en berbat şekliyle temsil ettiği anlayışın daha iyi seviyelerinde bir tür kültürel faşizmin açığa çıktığına şahit oluruz. Olayımızda başörtüsü ile simgelenen toplumsal ve kültürel farklılıklara yönelik dışlama edimlerinin özünde kendine, kendi seçtiği hayat tarzının doğruluğuna güven problemlerinin yattığı açıktır. Ancak diğer hayat tarzlarının baskılanmasıyla kendi hayat tarzının korunabileceğine ilişkin ifade edilmemiş bir aksiyoma dayanır bu tavır ve tutumlar. Başkasının benimsediği hayat tarzı, varlığıyla bile tiksinti verir handiyse; içki kokusu taşımayan hayat tarzlarının kötü koktuğunu bile ileri sürebilirler. Bir ‘aynı’ arayışıdır ortada olan; hayat tarzı farklı olan, bu aynılığı ihlal etmekle kalmamakta, bir de üstüne tehdit ediyor sayılmaktadır.

@uzakkoku