Merkel, Hitler’den fazlasını vaat ediyor mu?

Cafer Talha Şeker
11.06.2016

Merkel’in Ankara’ya yaptığı teklifler, Hitler’in tekliflerinin bugünkü şartlar içinde uyarlanmış halini andırıyor. Ancak Merkel’in Hitler’den çok daha az şey vaat ettiğine ve Erdoğan’ın İnönü’den çok daha güçlü olduğuna şüphe yok. Aynı olan, Almanya’nın Türkiye jeo-politiğine bir kez daha fazlasıyla muhtaç olması.


Merkel, Hitler’den fazlasını vaat ediyor mu?

Cafer Talha Şeker / Marmara Üniversitesi-ORDAF

Almanya, son birkaç yıldır ABD ve Rusya ile enerji ve ekonomi sahalarında gerilim yaşıyor. Bu esnada Fransa ve İngiltere’yi yanında görmek isteyen Berlin, Yakın Doğu’da Türkiye’nin konumundan da istifade etmeyi hedefliyor. Elbette bunu yaparken Ankara’yı kullanmak istiyor. Mülteciler bahanesiyle Türk ekonomisine birkaç milyar yardım sağlayıp Türk iç politikasında çok işe yaracak olan vize serbestliğini vaat etmekle bu işi halledeceğini düşündü. Eğer bunlara rağmen Reisicumhur R. Tayyip Erdoğan’ı ikna edemezlerse Ermeniler veya Kürtleri kullanarak baskı oluşturmayı hesapladılar. Tüm bu gelişmeler göstermektedir ki Almanya bir kez daha Avrupa’nın ve kendisinin geleceği için Türkiye ile stratejik işbirliği yapmanın elzem olduğuna karar vermiştir. Ancak maziye baktığımızda görüyoruz ki Türklerin Avrupa siyasetine dair Alman vaatlerine bağlı beklentilerinin geçmişi AB’nin kurulmasından öncesine dayanıyor.

Almanya, son yüz senelik emperyal-ekonomik yayılma siyasetinde jeo-politik konumu icabı tüm diğer büyük oyuncular gibi Küçük Asya coğrafyasına ihtiyaç duydu. Bu yüzden Almanların rakipleriyle mücadele ederken Türkler ile işbirliği geliştirme politikaları her zaman sürekliliğini korudu. 1. Dünya Savaşı’nda İttihatçıları kullanarak netice almaya çalışan Almanların 2. Dünya Savaşı’nda Kemalistleri kullanma hesapları yaptıkları görülmüştür. Almanya, her iki savaşı da kaybetmesine rağmen AB’nin liderlik konumunu ele geçirmiştir. Günümüzde bir kez daha Avrupa’nın Avrasya güzergâhında Türkiye’nin değeri artmıştır. Zira Fransa’daki karışıklıklar, İngiltere’nin AB’de daha güçlü olmak istemesi, Rusya ile yaşanan gerilimler, ABD’nin AB’ye baskı yapması ve mülteci krizi Alman ekonomisini hedef almaktadır. Almanya, Türkiye’yi ikna edip kullanmak mecburiyetinde kalsa da Erdoğan’ı geçememiştir. Diğer taraftan bu gelişmeleri izleyen Putin, vurulan uçakla birlikte düşürülen itibarını ve ettiği intikam yeminini unutarak Erdoğan’a yakınlaşma siyasetinin işaretlerini vermeye başladı. Zira Almanya - Türkiye zıtlaşmasında elini kuvvetlendirmek istemektedir. 2. Dünya Savaşı’nda Hitler Türkiye’yi ikna edemeyince Ruslara saldırmıştı. Bugün de çok benzer bir şekilde Türkiye’yi kullanamayan Almanya’nın Doğu Avrupa’da Rusya’ya karşı eli eksik kalacaktır. Burada akla gelen soru, Merkel Hükümeti’nin Ankara’ya vaat ettiklerinin 1941’de Hitler Hükümeti’nin vaat ettiklerinden daha ciddi olup olmadığıdır. Mamafih Almanların Türklere her iki dünya savaşında vaat ettikleri “Avrupa geleceğinde Türklerin yer alması” 1914’ten beri aynen devam etmektedir ancak Türkiye’ye hiçbir faydası yoktur.

Hitler’in Türkiye siyaseti

2. Dünya Savaşı esnasında Berlin’de tartışılan meselelerden birisi Türkiye’nin nasıl bir yol izlenerek Alman safında savaşa sokulacağıydı. Almanya, İngiltere’yi çökertmek için Britanya Adası’na yeteri kadar saldırı yapamadığından daha uzak bölgedeki Hazar Denizi ve İran’ı hedef almaya çalıştı. Bu bölgelerdeki petrol sahalarını işgal ederse Londra’nın kendiliğinden çökeceğini iyi biliyordu. Sovyetler, Bakü’den çıkardıkları petrolü Almanya’ya satıyordu. Ancak 1941’de İngiltere ve Fransa’nın baskıları sonucu Almanya’ya enerji satmaktan vazgeçti. Avrupa’nın büyük kısmını ele geçirmiş olan Hitler Hükümeti, Sovyetlerden enerji alamayınca zor duruma düştü. Enerjiye doğrudan ulaşmak mecburiyetinde kaldı ve bu güzergâhta ya Türkiye ile anlaşıp Küçük Asya üzerinden İran petrolüne uzanacaktı veyahut Sovyetler ile savaşacaktı. İran’daki Rıza Şah da İngiltere ve Rusya’ya karşı Almanlar ile işbirliğine başlamış ve Hitler Hükümeti’nin vaatlerine inanmıştı. Eğer İsmet İnönü de ikna edilebilirse Almanya - İran arasında oluşturulacak petrol akışına İngiltere ve Fransa’nın mani olması imkânsızlaşabilirdi. Berlin, Ankara’yı ikna edip safına çekmek için diplomasi başlattı ve vaatlerde bulunmaya başladı. Türkiye’den istediği, Alman Ordusu’nun İran’a uzanması için Anadolu’dan geçmesine izin vermesiydi.

Alman Hükümeti, İngiltere’yi devirerek savaşı kazanması halinde yeni kuracağı Avrupa düzeninde İngilizlerden boşalacak yeri müttefik İtalyanlar ile paylaşacağını düşünüyordu. Eğer Türkiye’yi de yanına alırsa savaş sonrası yeni dengeleri kurarken Türkleri Avrupa ile Yakın Şark arasında kendi çıkarlarına uygun bir şekilde konumlandırabilirdi. Hitler’in vaatleri şöyleydi:

1-Savaş sonrası oluşacak Yeni Avrupa Düzeni’nde Türkiye’ye büyük bir yer verilecek.

2-Ege’deki adalar ve sınırlar meselesi Türkiye’yi memnun edecek şekilde halledilecek.

3-Kafkaslarda Türkiye’ye bağlı nüfuz bölgeleri oluşturulacak.

4-Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırı Ankara’nın lehine değiştirilecek: Musul, Türkiye’ye iade edilecek. 1. Dünya Savaşı yüzünden inkıtaya uğrayan Bağdat Demiryolu Projesi yeniden hayata geçirilecek.

Almanlar, Ankara’daki siyasi mercilerin tamamını satın almanın hesabını yaptılar. Ancak İsmet İnönü’yü satın almanın çok zor olacağını düşünüyorlardı. İnönü, İngiltere’nin hala çok güçlü ve belirleyici bir emperyal güç olduğundan emindi ve savaş sonrası Lozan benzeri bir müzakereyi tekrar yaşamak istemiyordu.

Almanların savaş esnasında kullanmak istedikleri bir diğer vasıta da milliyetçilik olmuştur. Türk milliyetçiliğinin Turancılık anlayışını destekleyerek Türkiye üzerinden Asya’ya uzanmayı da hesaplıyorlardı. Ancak Kemalistler, İttihatçılar gibi Alman duasına “âmin” deyip İngilizlere karşı cephe almadılar. Bu yüzden Hitler Rusya’ya girmek mecburiyetinde kaldı. Almanya ile savaşan İngiltere ve Rusya, Hitlerin yardımını bekleyen İran Şahı’nı indirip yerine oğlunu geçirdi. Böylece İran Alman nüfuzuna kapatılmış oldu. Zamanla ABD’nin de savaşa girmesiyle Hitler Hükümeti çöktü. Almanlar, Ankara’yı kandıramamanın bedelini ağır bir mağlubiyetle ödediler ancak bu yenilgi onları ilerleyen yıllarda Avrupa’nın ve dünyanın ekonomik liderliğine oynamaktan alıkoymadı.

Merkel’in Türkiye siyaseti

2013’te yaşanan Gezi Vakası’nda Merkel Hükümeti’nin Erdoğan Hükümeti’ne karşı Türkiye’deki muhalif hareketlere destek verdiği görüldü. Bu yüzden Ankara’nın ve iktidara yakın medyanın hedeflerinden birisi Almanya oldu. Ancak Akdeniz’deki mülteci krizi, Ukrayna meselesi, Yunanistan, İtalya ve Portekiz gibi AB’nin ekonomik kriz yaşayan üyelerinin vaziyeti, Fransız ekonomisinin Almanya’yı korkutan sarsıntısı, İngiltere’nin AB’deki ağırlığını artırmak istemesi ve istediğini alamayınca birlikten ayrılmakla tehdit etmeye başlaması gibi gelişmeler AB’nin lideri Almanya’nın yükünü ağırlaştırdı.

Merkel Hükümeti, asgari ücretle yaşamaya razı olan yeni bir işçi sınıfına ihtiyaç duyuyor. Bunun için mülteciler arasından işine yarayanları alıp iskân ettirmeyi hesaplıyor. Ancak göçmen akışını durdurabilmek için Küçük Asya’daki siyasi iradeye muhtaç olduğunu görüyor ve Ankara ile rasyonel bir mantıkta buluşmayı hesaplıyor. Türkiye’nin mülteciler meselesinde Almanya ile ortak çalışması karşılığında Türklere vizeleri kaldırarak AB’nin Türkiye’de zihni bir uyanmaya yol açmasının hesabını yapıyor. Hatırlayacak olursak benzer bir siyaseti Erdoğan Hükümeti Esad Rejimi ile dost olduğu günlerde Suriye’ye karşı uygulamıştı. Suriyelilerin Türkiye’yi ziyaret etmeleri zamanla kendi ülkelerinde değişim talep edecek bir kitle zihniyetinin oluşumuna katkı sağlamıştı. Avrupa’yı sürekli olarak ziyaret edecek büyük kitleler de burada görecekleri düzeni Türkiye’ye döndükleri zaman hemen kendi ülkelerinde görmek isteyecekler ve Türkiye’deki müspet ve menfi her şeyi tenkit ederek daha fazla kalkınma talep edeceklerdi. Bu insanlar üçüncü havalimanı gibi dev projelerle bile tatmin olmayacaklar ve Türk halkının zihni AB yolunda nispeten kullanılabilir hale gelecekti. Keza Merkel Hükümeti’nin hesabına göre aynı zamanda zenginleşmiş Türk orta sınıfı tarafından istila edilecek Yunanistan, Portekiz, İtalya gibi ülkelere akacak Türk parası bu ülkelere turizm üzerinden taze para girişine yol açacaktı. Venedik, Lizbon ve Yunan Adaları Türk turistlerle dolduğunda senelik birkaç milyar doların AB’ye geçmesi sağlanacaktı. Bu para, AB Hazinesi’nden Ankara’ya mülteciler için verilen yardım parasının fazlasıyla geri alınmış hali olacaktı. AB, bunu yaparken hem Türkiye’yi mülteciler ile işbirliğinde kullanacak hem de AB üyesi ülkelerin turizm piyasalarına küçük de olsa yeni bir hareketlilik kazandıracaktı. İşine geldiği zaman da antlaşmayı feshedecekti.

Türkiye’nin ihtiyacı

Merkel, Türkiye-AB arasında geliştirmeye çalıştığı ortaklığı ABD’nin desteği olmadan gerçekleştirmenin zor olduğunu da biliyor. Bu yüzden kendisini gizlice dinleyen Obama ile son derece yakın bir diplomasi yürüterek Suriye’de güvenli bölge oluşturulması için ortak çıkarları gündeme getirdi. Bu noktada Türkiye’ye askeri destek sağlayarak ABD’nin Suriye’deki yükünü hafifletip karşılığında AB’nin sınırlarının güvenliğini sağlama almayı hedefliyor. Mamafih Merkel’in Ankara’ya yaptığı tekliflere baktığımız zaman yukarıda sıralanan Hitler’in tekliflerinin bugünkü şartlar içinde uyarlanmış halini görebiliriz. Ancak Merkel’in Hitler’den çok daha az şey vaat ettiğine ve Erdoğan’ın İnönü’den çok daha güçlü olduğuna şüphe yoktur. Tüm bu tespitler, varsayımlar ve değişkenler zamanla farklı bir hal alabilir. Değişmeyen gerçek Almanya’nın Türkiye jeo-politiğine bir kez daha fazlasıyla muhtaç olduğudur.

Almanya’nın teknolojisini ve sermayesini Anadolu’ya çekerek karşılığında Küçük Asya’nın jeo-politiğini satmak 2. Abdülhamid’den beri Türk dış politikasının değişmez fikirlerinden birisi olduğu gibi Şark yolunda Türklerden istifade etmek de 2.Wilhelm’den beri Alman dış politikasının da değişmezlerinden olmuştur. 2. Abdülhamid ile bazı benzer tarafları olan Erdoğan’ın dış politikası, dönemin süper gücü ile çatışmadan iş yapma siyaseti olmuştur. Sultan Abdülhamid, İngiltere ve Almanya arasındaki rekabetten menfaat çıkarıyor, birisine daha fazla yanaşıp diğerini terk etmeyerek güçlü konumunu sürdürüyordu. M. Kemal de 1936’da Türkiye’yi ziyaret eden İngiltere Kralı Edward’a fikir beyan ederken Almanlar ile ittifak edip İngilizlere karşı savaşan İttihatçıların yanlış yaptığını söylemiştir. Keza İnönü de Hitler’in tüm baskılarına rağmen İngiltere’ye karşı Alman safında yer almamıştır. İttihatçıların dış politikası ise “olmak ya da ölmek” anlayışıyla hareket etmiş ve Almanlar ile birlikte felakete sürüklenmiştir. Yakın gelecekte tarih tekerrür ederse Şark’ta sıkıntı yaşayan Almanya’nın Türkiye’yi kullanmaya çalışacağı, bunu başaramazsa Rusya ile arasındaki gerilimin yükseleceği öngörülmektedir. Batı’nın kendi içinde yaşadığı ihtilaflar ortamında Türkiye’nin dış politikası kendi ihtiyacına cevap veren herkes ile orta mesafede konumlanmayı gerektirmektedir. Çünkü Türkiye hala NATO’daki büyük müttefiklerinin kendisine ihtiyaç duymasına ihtiyaç duymaktadır.

 

[email protected]