Mesele eleştiriyi değiştirmektir

Asım Öz/ Yazar
23.12.2018

Rita Felski, kendini savaşçı gibi gören hınçla yüklü eleştirinin egemenliğini ilan ettiğini bundan dolayı da muhalif değil, zorunlu ve baskıcı bir paradigma hâline geldiğini hatırlatıyor. Soru ve sorgulamalarıyla eleştirinin kıdemli ve genç mensuplarının yeni metotlarla ne gibi alternatifler tahayyül edebileceklerine odaklanıyor.


Mesele eleştiriyi değiştirmektir

Türkiye’de düşünce ve edebiyat sahasında öyle ya da böyle olumsuz bir faaliyetin adı olan eleştirinin yokluğuna dair duygusal coşkunluğun şekillendirdiği bir memnuniyetsizlik hâli vardır. Bilhassa bu alanları yakından takip etmeyen “üstat” diye de tanımlanabilecek isimlerin vuku bulan muhtelif ihtilaflara dair zihni bulanık bir amatörlükle izlenimci hükümler verdiklerinin tespiti zor değildir. Onların cari gidişata karşı koymak niyetiyle siyasetten ahlak lehine feragat ettikleri intibaını uyandıran yaklaşımlarını kültürcü bir zemine yerleştirmeleri de ithamları sebebiyle oldukça sorunludur. Oysa nicedir belli mahfillerde eleştiri pratiğini yeniden anlamlandırmak; onu şimdiye kadar canlı tutan şartlardan çıkararak eleştiri için başka bir geleceği açmak lüzumunun gerekliliği üzerinde duruluyor. 

Ne var ki bunlardan habersizlik hâkim dünya görüşleri ve argüman biçimlerinin eşlik ettiği konum muharebeleri eşliğinde iç karartıcı tahminlerin tekrar tekrar onanmasını beraberinde getirir. Aşikâr olan başka bir ilginç değişim de şu: “Büyük rahatsızlık” vasatında otuz yıldır kanaat teknisyenliğiyle meşgul isimlerin, adını veya eserini hiçbir surette hatırlamadıkları müellifleri “ahlaki yükümlülük” kaygısıyla gündeme getirmeleri. Düşünce hayatımızın gelgitleri bakımından önem arz eden gelişmelerin izinin sürülmesi aynı zamanda günümüzde eleştirinin neye dönüştüğünü de belirgin kılmaya katkı sunacaktır.  Gelgelelim bu durum baskın olduğundan eleştirinin kutsal statüsünü, siyasi ve fikri vaatlerini sorgulama noktasına bir türlü gelinemiyor. Hiç şüphesiz bir dünya görüşüne mensubiyetini yitirenlerin bile muteber eleştiri kıskacından kurtulamamalarının payı hayli yüksek bunda. 

Elbette değiştirilmesi arzulanan olumsuzluklara karşı çıkmak için daima bir sebep bulunacaktır ama eleştirel ve teorik çerçeveler arasındaki farklardan dolayı eleştirinin düşünümsel arka planı hiçbir zaman tek tip olmayacaktır. Bu bakımdan eleştiri üzerine bir tartışma başlatmanın hem zamanının geldiğini hem de buna ayrıca vakit ayırmanın gerekli olduğunu söyleyebiliriz. 

İhtirasları dizginlemek

Eleştirinin imtiyazlı bakış açısını sorgulamanın, muhafazakâr güçler karşısında bir mağlubiyeti yahut onlara bir teslimiyeti içermediğini belirten Rita Felski Eleştirinin Sınırları kitabında eleştirinin her daim yüceltilen mevcut durumunu tartışarak kendi disiplininin ufuklarının ötesine geçmeyi denemektedir. Eleştiriye ilişkin bilme çerçevemizi dönüştürmek için hazırlanan kitabın konusu, “edebiyat araştırmaları, beşeri bilimler ve genel olarak sosyal bilimlerdeki şüpheci okumanın retoriği” şeklinde özetlenebilir. Ama çok daha genel bir bağlamda kendi ifadesiyle “Sen neoliberal iktidarın maşalığını yaparken, ben iktidara karşı dosdoğru konuşuyorum” diyenlerin önermeleriyle de hesaplaşma imkânı sunuyor. 

Her şeyden daha önemlisi Felski, kendini savaşçı gibi gören hınçla yüklü eleştirinin egemenliğini ilan ettiğini bundan dolayı da muhalif değil, zorunlu ve baskıcı bir paradigma hâline geldiğini hatırlatıyor. Soru ve sorgulamalarıyla eleştirinin kıdemli ve genç mensuplarının yeni metotlarla ne gibi alternatifler tahayyül edebileceklerine odaklanıyor. Hemen söylenmeli ki, itirazları, mevcut eleştiri pratiklerine karşı ileri sürülen “eleştirinin eleştirisi” ya da  “henüz yeteri kadar eleştirel olmamakla” ilgili değildir. 

Mesafenin önemini hatırlatan Rita Felski, uzun zamandır düşünce hayatının şakulünün kaydığını belirtiyor, beşeri bilimler alanındaki isimlerin evet demekten çok daha kolay bir şekilde yatkınlıklarından ötürü hayır demelerinin altında yatan hususlara odaklanıyor. Eleştirinin sonsuz değil, sınırlı ve yanılabilir olması dolayısıyla bazı işleri kötü hatta hiç yapmadığına dikkat çektiği Eleştirinin Sınırları kitabında, eleştirinin ihtiraslarını dizginlemeye çalışan bir girişimde bulunuyor. Ancak bunu yaparken daimi surette belli bir aklilik rejimi arz eden eleştiriyi eleştirmeyi değil, tekil kılınan kavramın ne anlama geldiğini düşünmeye davet ediyor. Edebiyatın ne işe yaradığını sorguladığı kitabından hareketle denilebilir ki Felski’nin çabası, daha zengin, farklı ve tekil olmayan bir eleştiri anlayışını kucaklamak suretiyle eleştirel ruh hâlleriyle ilgili listenin nasıl genişletilebileceğine yöneliktir. 

Günümüzdeki eleştiri metoduna, faaliyetine yeni bir bakış açısı öneren ve savunduğu tezleri sağlam argümanlarla destekleyen Rita Felski, bu çalışmasıyla bir taraftan hâkim eleştiri anlayışının eksiklerine dikkat çekerken öte yandan modern düşünce ve kültüre rutinleşen ruh hâlleri üzerinden bakmayı öneriyor.  Paul Ricoeur’ün Marx, Freud ve Nietzsche’yi merkeze alarak onları birleştirenin yalnızca bir eylem biçimi değil aynı zamanda yorumlama meselesi olduğuna dair fikirlerinden ilham alıyor. Bu yüzden şüphe, özgüven ve kızgınlıktan oluşan yanılmaz bir karışım şeklinde karşımıza çıkan yaygın eleştiri eğilimlerini didik didik ediyor. Felski, siyasete karşı estetiğin tarafını tutmadığı gibi edebiyatın radikal ihtilafçı başkalığının harikalarını da övmeye yanaşmaz. Ona göre sanat eserlerinin biricikliği ile toplumsallık birbirine zıt değil, birbiriyle ilişkilidir. 

Bununla birlikte Felski, aşırı derecede eleştirel olan analiz üslubunun entelektüel hayatın alternatif biçimlerine hayat hakkı tanımadığını vurgulayarak eleştiriyi değiştirmek gerektiğini ileri sürüyor. Elbette her tarafa yayılan sinizmin insanı umutsuzluğa sevk eden etkilerine hayıflanarak, entelektüel hayatta ümide ve iyimserliğe daha fazla yer açanlarla aynı safta değil. Bunlara kısmen sempatiyle yaklaşsa da Felski, eleştirmene tek bir ruh hâli yüklemeye çalışmanın risklerinin farkındadır. Ona göre eleştiri, sanat eseriyle ilgili tek taraflı bir görüş sunması, duygusallığı yasaklaması, toplum tasviri ve metodolojik asimetrisi bakımından sorunludur.  Fakat entelektüel bir yabancı olarak onun kitabının temel argümanlarıyla ilişki kurma noktasında şurası göz ardı edilmemeli:  Eleştiriyi tekil değil eklektik bir yelpaze kabul eden Felski’nin sorgulaması hümanist düşüncenin değerleri etrafında gittikçe artan septisizm karşısında onunla ilgili olumlu bir görüş ifade etme arzusuyla bağlantılıdır. 

Eleştirinin duygusal çeşitliliği

Bir ayağı entelektüel eleştiri formasyonu içerisinde olan ve yıllardır bu disiplinin birçok taktiğinden yararlanan Rita Felski, eleştiriye değişik açılardan bakmayı,  mecburi eleştirelliğin ayartıcı parıltısından kurtulmayı, alternatifler tahayyül etmeyi teklif ediyor. Bu noktada onun ilgilendiği mühim mesele, eleştirinin toplumsal ve kurumsal şartlarını incelemek yerine hassasiyet ve üslupla ilgili ayrıntıların tespitidir. Eleştirmenlerin abartılı ve ölçüsüz bulduğu yaklaşımlarının altında yatan ruh hâllerine eğilmektir. Şu sorular, kendi erdemlerini desteklemek için antitezlerden sıklıkla yararlanan eleştirinin “reel” politikasını daha kapsamlı bir şekilde düşünmeyi mümkün kılmaktadır: “Eleştirinin duygusal çeşitliliği (çeşitliliği, farklılığı, melezliği o kadar yücelttiğimiz hâlde bile) neden bu kadar sınırlıdır? Neden düşmanlarımız söz konusu olduğunda dilimiz çözülüyor da sevdiklerimiz söz konusu olduğunda acı çekercesine dilimiz tutuluyor?” 

Önemli bir kısmı Türkçeye tercüme edilen okuma yöntemlerini de içeren Batılı eleştiri literatürüne mesafeli yaklaşan Rita Felski,  egemen eleştiriye karşı çıkan protestoların yine de eleştirinin kucaklanmasıyla sonlanmasını da çelişkili bulur. Kaldı ki yazarın eleştiri karşısındaki asıl ve asal endişeleri de farklı bir düzlemde doğar ve gelişir. Ona göre, bu noktada yapılması gereken Richard Rorty’nin “yerleşik bir düşünce tarzının yönünü değiştirmenin en iyi yolu, ona karşı silahlanmak değil, ilham verici alternatifler bulup ortaya koymaktır” şeklindeki düşüncesini esas almaktır. 

Dolaysıyla eleştiri tekniği aracılığıyla mücadele yürütmektense, kibri içeren eleştirel olanla olmayan arasında seçim yapmayı reddetmek gerekir. Var olan eleştiri yüceltisinin tutsağı olmaktan, onu bir doksa hâline getirmekten uzaklaşmayı mümkün kılan soruları, eleştirinin sınırlarını sorgulamanın temel taşları sayılmalıdır:“Eleştirel olanla olmayan arasında seçim yapmaya yönlendirilmeyi reddedersek ne olur? Şayet eleştiri artık bizim her daim yanımızda olan parolamız ve daima tetikte olan bekçimiz olmaktan çıkarsa, argüman ve yorumlama varlığını nasıl sürdürebilir? Başka ne gibi düşünce biçimleri tahayyül edebiliriz? Şayet şüpheci bir şekilde okumamız emredilmediyse başka ne gibi okumalara teşebbüs edebiliriz?”  

Abartılan eleştiri için parantezler

Eleştiri söylemini kuran temel tezlere ve eserlere ilişkin farklı bir düşünce serdetse de Rita Felski, toplumsal hayata dair düzenlemelerin, felsefi kanaatlerin, kültürel temsillerin refakatindeki uyuşmazlıktan vazgeçmeyi teklif etmez. Ona göre bu, her durumda imkânsızdır fakat uyuşmazlığın meşruiyet kazanması için eleştiri biçiminde dile getirilmesi gerektiğine dair inanç, karakteristik olarak modern ve Batılı bir önyargıdır. Çağdaş söylemdeki eleştirinin zaruri olarak seküler bir karakter arz ettiği zannına meydan okuyan Talal Asad’ın da katıldığı verimli bir ilgi alanı teşkil eden daha da önemlisi azımsanacak bir hadise olmayan “Eleştiri Seküler midir?” sorusu etrafındaki tartışmalara dair yorumları bunu özenli ve ikna edici bir şekilde ortaya koyar. Söz konusu tartışma, 2007 sonbaharında Berkeley Üniversitesi’ndeki Townsend İnsani Bilimler Merkezi’nin desteklediği sempozyumda başlamıştı. Ardından aynı adla kitaplaşmıştı. 

Eleştirin sanıldığı kadar seküler olmadığını ortaya koyan sempozyum, eleştirel teori alanında, modern Avrupalı eleştirel teori ile Batı dışı ve post-Aydınlanmacı eleştirel teorik projeler arasındaki alışılagelmiş ayrılıkları birbirine bağlamayı amaçlayan yeni bir araştırma ve öğretim programının açılış etkinliği şeklinde tasarlanmıştı. Asad’ın yanında Wendy Brown, Judith Butler, Saba Mahmood’un katkı sunduğu tartışmadan maksat, her şeyden önce seküler dünya görüşünün dini olandan büsbütün farklı olduğu iddiasını sorgulamaya, her ikisinin de telif edilemez, ayrı epistemolojilere sahip olduğunu göstermeye matuftu. Başka bir deyişle seküler eleştirinin epistemik sınırlarına odaklanarak “eleştirinin eleştirel düşünüme maruz bırakıldığında açığa çıkan imkânları yeniden düşünme”yi gündeme getiriyordu. Felski ise eleştirinin eleştirisini talep eden Asad’ın, eleştiride direnmeyi salık veren tutumunu yanlış bulduğu için eleştiriyi feshetmekten yana bir perspektifle hareket etmeyi daha değerli bulur. 

Şüpheci okumayla ilgili eğitim görmüş bir eleştirmen olarak Rita Felski, bu çerçeve vasıtasıyla belli bir metodolojiye riayet etmeden şüpheci okumanın düşüncenin nihai ufku şeklinde değerlendirilmemesi gerektiğini göstermeye çalışır. Zira çabasının karakteristik vasfı, felsefi kesinlik, siyasi radikalizm ya da edebi entelektüellikle ilgili ön-kabullerden ziyade sonlu, sınırlı ve yanılabilir bir okuma ve düşünme biçimidir. Böyle çerçevelendiğinde Eleştirinin Sınırları, yalnızca eleştirme faaliyetini, dünyadaki varoluşlarının olağan özelliklerinden biri kılan eleştirmenlerin neden ve nasıl okuduklarıyla ilgili daha net bir fikre ulaşabilmek için bilinen pratiğe yönelen bir yöntem ve ruh hâli olarak edebi eleştiriyle meşgul olmuyor. Aynı zamanda tam anlamıyla ne yapıldığını serimliyor ve alışkanlıkların ötesinde nelerin gündeme alınması gerektiğine dair bir perspektif çizmenin gereğini de yerine getiriyor. Hem farklı sorularla hem de beklenmedik cevapları bulmamızı sağlayan entelektüel mekanizmayı etkili bir şekilde kullanmasıyla öne çıkıyor. Hepsinden önemlisi yerleşik düşünce tarzını sorgulayan kitap, içinde bulunduğumuz dönemin ruh hâlini bariz kılan eleştiriyi tecrit etmek için iyi bir başlangıç; son tahlilde yazara göre günümüzün meselesi eleştiriyi yeniden tasvir etmek ya da yorumlamak değil, değiştirmektir.