Mesih inancının mahiyeti

Prof. Dr. Mahmut Aydın / Ondokuz Mayıs Üniv. Öğr. Üyesi
8.10.2016

Mesih beklentisinin dini geleneklerde yol açtığı en önemli yıkıcı etkilerden biri de hiç şüphesiz dinin motive edici özelliğinden yararlanmak için mesih/mehdi inancını kullanan FETÖ, DAEŞ ve benzeri yapıların ortaya çıkmasına sebep olmasıdır.


Mesih inancının mahiyeti

İnsanlığın dini tarihini bir bütün olarak ele aldığımızda hemen her dini gelenekte -Şintoizm hariç- özellikle de İslami geleneğin yoğun etkileşim içinde olduğu Ortadoğu kökenlilerde zulüm, adaletsizlik, fitne, siyasi ve toplumsal baskılar artık içinden çıkılmayacak bir hal aldığında Tanrı tarafından görevlendirilmiş özel donanımlı ilahi bir kurtarıcı/mesih beklentisinin son derece yaygın olduğunu görmekteyiz. Örneğin İran kökenli Mecusilik ile gnostik dinler olarak bilinen Sabiilik ve Maniheizm’de Mehdi ya da ışık elçisinin yeryüzünde iyiliği ve barışı tesis edeceğine inanılmaktadır. Hz. Davut soyundan gelecek kral mesih beklentisi Yahudi amentüsünde bir inanç esası olarak yer alır. Hıristiyanlıkta ise çarmıha gerildikten sonra üçüncü günde dirilerek Tanrı’nın katına yükseldiğine inanılan İsa-Mesih’in dünyanın sonuna doğru tekrar yeryüzüne dönerek yarım bıraktığı tanrısal krallığı tesis edeceğine inanılmaktadır. İslam kültüründe de ahir zamanda ilahi bir kurtarıcı olarak tasavvur edilen Mesih İsa kendisini müjdeleyen Mehdi ile birlikte yeryüzüne inerek barış ve adeleti sağlayarak tüm dünyayı İslam dinin çatısı altında toplayacağına yönelik güçlü bir inanış söz konusudur. Bu noktada şu soru kaçınılmaz olarak aklımıza gelmektedir: “Neden din mensupları içine düştükleri olumsuzlukları kendileri bertaraf etme yerine onları ortadan kaldıracak özel donanımlı ilahi bir kurtarıcı/mesih beklentisi içinde olmaktadır? Bu soruyu Yahudiler ve Hıristiyanlar özelinde yanıtladıktan sonra İslami gelenekte söz konusu inancın ortaya çıkışı üzerinde durmaya çalışacağız. Hz. Musa vasıtasıyla Firavun’unun baskı ve zulmünden kurtarılan ve Tanrı tarafından kendilerine vaat edildiğine inandıkları Filistin bölgesine yerleşen İsrailoğulları, Hz. Davut liderliğinde tam bağımsız “İsrail Krallığını” kurmuştu. Davut ve oğlu Süleyman dönemi sonrasında yaşanan taht kavgaları ve iç çekişmeler neticesinde krallık önce ikiye bölünmüş sonra da MÖ.586’da Babillilerin bölgeyi işgaliyle tamemen tarih sahnesinden silinmiştir. Babil sürgünü olarak tarihe geçen bu olayla İsraioğulları hem devletlerini hem de Hz. Süleyman tarafından Kudüs’de inşa edilen mabetlerini kaybetti. Mabetlerine kavuşma hayallerini canlı tutmak için ilahi kurtarıcı beklentisine girdiler ve bunu amentülerinde yer alan bir inanç esası haline getirdiler.

İsa’yı beklerken...

Bir Yahudi fırkası olarak ortaya çıkıp zamanla Yahudilikten ayrılarak müstakil bir din olan Hıristiyanlık ise köken olarak mesihi bir dindir. Hz. İsa’nın doğduğu dönemde Yahudi yurdu Roma’nın işgali altında olduğundan Yahudiler arasında bu işgalden kendilerini kurtaracak bir mesih kral beklentisi oldukça yaygındı. Bundan dolayı Hz. İsa’nın etrafında kalabalıklar toplanmaya başlayınca onun beklenen mesih olduğu fikri toplumda yaygınlaşmıştır. Bunun üzerine işgalci Roma güçleri Hz. İsa’yı yakalayarak yerli işbirlikçileri olan Yahudi din adamlarının da desteğiyle devlete isyan suçuyla çarmıha gererler. Elçilik görevi sırasında devamlı olarak tanrısal krallığın kurulmasının an meselesi olduğunu taraftarlarına vaaz eden Hz. İsa’nın beklenmedik şekilde aralarından ayrılmasından sonra taraftarları onun tekrar yeryüzüne dönüp yarım bıraktığı işi yani tanrısal krallığın tesis edeceğini beklemeye başlar.

Hz. Peygamberin Medine’ye hicretinden sonra bir devlet dini olan ve hızlı bir yayılma sürecine giren İslam, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde de bu yayılmasını sürdürdü. Hz. Osman devrinde duraklama dönemine giren Medine merkezli İslam devleti Hz. Ali’nin halife olmasıyla iç savaşlar, dini ve siyasi iç karışıklıklarla uğraşmak zorunda kaldı. İslam kardeşliği ciddi olarak zedelenmiş ve toplum huzuru bozulmuştu. Hz. Ali’nin şehit edilmesi ve Muaviye’nin iş başına gelmesiyle sadece yönetimden dışlanmakla kalmayan aynı zamanda baskı ve zulme de maruz kalan ve Şiilik bağlamında kendini ifade eden Hz. Ali taraftarları arasında siyasi bir figür olarak ilahi bir kurtarıcı fikri gün yüzüne çıktı. Şiilerin beklenen ilahi kurtarıcı vasıtasıyla yönetimi bir gün mutlaka ele alacaklarına yönelik ümitlerini canlı tutan bu inanç zamanla yaşanan siyasi ve sosyal buhranlardan ve ümmetin parçalanmışlığından rahatsızlık duyan Ehli-Sünnet bünyesinde de kendini gösterdi. Ancak gelecek ilahi kurtarıcı Şiiler’in iddia ettiği gibi Hz. Peygamberin soyundan olacaksa bu, onları meşrulaştırmak anlamına geleceğinden Ehli-Sünnet, beklenen kurtarıcı için başka bir köken arama ihtiyacı duydu. Bu süreçte Hz. Peygambere nispet edilen “Ümmetimin en hayırlısı ashabım, sonra onların ardından tâbiin ve sonra da onların ardından gelentebe-i tâbiindir” rivayeti devreye sokularak bu sorunun giderilmeye çalışıldığı kanaatindeyiz. Buna göre gittikçe kötüleşen nesil içinden yaşanan dini ve siyasi çatışmaları sona erdirerek ümmetin birliğini sağlayacak bir kurtarıcının gelmesinin söz konusu olamayacağı düşüncesinden hareketle Hz. İsa’nın semada/Tanrı’nın katında olduğu ve dünyanın sonuna doğru ilahi kurtarıcı olarak tekrar yeryüzüne ineceği şeklindeki Hıristiyan inancı İslamileştirilerek Müslüman geleneğe dahil edilmiştir. Kurgulanan bu yeni inanışa göre Hz. İsa, Allah tarafından kendisini öldürmek isteyenlerin elinden kurtarılmış ve diri olarak semaya kaldırılmıştır. Dünyanın sonuna doğru tekrar yeryüzüne gelecek Hıristiyanlığın sembolü olan haçı kırıp domuzu öldürecek, insanlığı ifsat edip kötülüklere sürükleyecek olan Deccali yok edecek, toplumsal barışı sağlayıp insanların refahını azami sınırlarına çıkaracak ve sonuçta da tüm dünyayı İslamileştirecektir.

Hz. Ali dönemi sonrası yaşanan dini ve siyasi iç çekişme ve kavgaları sona erdirip herşeyin tekrar Hz. Peygamber ve ilk iki halife döneminde olduğu gibi olmasını sağlayacak bu ilahi kurtarıcı inancını meşrulaştırmak için Hz. İsa’nın çok kısa bir süre zarfında adil bir yargıç olarak tekrar yeryüzüne geleceği, toplumsal huzuru temin edip refahı azami seviyeye çıkaracağı şeklinde bir dizi rivayeti Hz. Peygambere isnat etme yoluna gitmişlerdir. Halbuki kurtuluşu/felahı kitlesel değil, belirli inanç ve eylemlere sahip olma anlamında bireysel bir olgu olarak gören Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah “...bir toplum kendi durumunu deg?is?tirmedikçe Allah o toplumun durumunu deg?is?tirmez...” buyurarak ilahi bir kurtarıcı beklemek yerine herkesin kendi kendisinin kurtarıcı olduğunun bilincinde olması gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır.

Etkileri yıkıcı

İlahi kurtarıcı/mesih beklentisinin geçmiş ve günümüzde yol açtığı   sonuçları düşündüğümüzde, olumsuz sonuçların oldukça yıkıcı etkilere yol açtığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesih beklentisinin dini geleneklerde yol açtığı en önemli yıkıcı etkilerden biri de hiç şüphesiz dinin motive edici özelliğinden  yararlanmak için mesih/mehdi inancını kullanan FETÖ, DAEŞ ve benzeri yapıların ortaya çıkmasına sebep olmasıdır. Gerek bazı eserlerinde ve konuşmalarında gerekse bir dönem bu yapının içinde bulunmuş ve önemli mevkiler elde etmiş kişilerin televizyon ekranlarındaki itiraflarında FETÖ lideri Gülen’in kendisinin mesih olduğu yönünde taraftarlarına telkinde bulunduğundan bahsedilmektedir. Haddizatında Gülen Peygamberle hatta zaman zaman da Allah ile görüştüğünü iddia etme sapkınlığında bulunmaktadan da geri durmamıştır. İslam inancı bağlamında mesih inancının bir başka yıkıcı etkisi de İsa-Mesih’in kurtarıcı ilan edilerek Hz. Peygamberin mesajının önemsizleştirilmesi tehlikesidir. Örneğin Gülen’in önemli adamlarından Suat Yıldırım’ın, 8 Aralık 2003 Aksiyon Hz. İsa özel sayısında dillendirdiği “Tüm insanlığın İsa’nın misyonuna ihtiyacı olduğu, bundan dolayı da Hıristiyan ve Müslümanların onun şahsiyeti etrafında birleşip bütünleşerek hem kendilerini hem de insanlığı kurtarma idealinde olmaları gerektiği” iddiası bu tehlikenin en açık göstergesidir.

İnsanımızın ilahi bir kurtarıcı olduğunu iddia edenlere ve bu tür kurtarıcıya sahip olduğunu dillendiren dini yapılara itibar etmemesi, kurtuluş için sadece Allah’ın kitabına ve Hz. Peygamberin sünnetine ittibâ etmesi hem bireysel hem de toplumsal felahımız için hayati önem arz etmektedir.

[email protected]