Mesul devlet ve küresel Leviathan

Ercan Yıldırım / Yazar
30.01.2021

Anadolu'nun İslamlaştırılması klanları millet haline getirdi. Ulus devlet klanı, imparatorluk milleti içerir. Mesul devlet sınıfların, grupların değil müştereğin hakimiyetini öngörür; ilkel komünal birliktelikler, şebekeler, cemaatler, gruplar, etnik ve bölgesel çarpıklıklar millet bağına hükmedemez. Müşterekleri çoğaltan, millet bağını yeniden sıkılaştıran zihniyeti işletmemiz gerekir.


Mesul devlet ve küresel Leviathan

Dünyanın merkezi kaynıyor; kapitalist dünya sisteminin merkez ülkeleri gittikçe derinleşen krizler yaşıyor. Sistemin imparatoru mahiyetindeki ABD 2008’deki ekonomik krizinin maliyetini küresel şirketleri kurtarma adına halka yükleyince gün gün büyüyen huzursuzluklara neden oldu. Trumpizmin tepkileri etnik, dini kimlikler ile göçmen ve yabancılara yönlendirmesi hem ülkeyi hem küresel düzeni kurtarmaya yetmedi. Korona salgını, Trump’ın oylarını artırarak kaybetmesi, daha da önemlisi Kongre binasını işgal edecek bir politik miras bırakması klasik ABD nizamını bile sarstı. Rusya’daki hadiseler, Hollanda, İngiltere, İtalya, Fransa ve İspanya’da çok yönlü gerekçeleri bulunan gösteriler salgının başında ulus devlete duyulan ihtiyacın artık rahatsızlığa evrildiğini de gösteriyor.

Ulusal Leviathanlar zorda

Ulusal Leviathanlar kadar küresel Leviathan da meşruiyetini aldığı, “bireyin kendi yerine bir üst mekanizmanın haklarını savunması” anlayışını yitiriyor.

Ekonomik meseleler, özgürlük sorunu, salgın yönetimi merkez ülkelerdeki sıkıntının ana ayaklarından biriyken asıl temel mesele devletlerin ve yönetimlerin sahih ve sahici biçimde halk için çalıştığına inancın azalması, yok olmaya gitmesi. Güven kaybı, huzur, güvenlik, salgın tehdidi ve ekonomik sorunların önüne geçti. Devleti güçlendirmek, dış tehditlere, krizlere karşı daha merkeziyetçi ve radikal davranmak özellikle salgının ilk evrelerinde sempatik gelse de neoliberalizmin, güçlü ulus devlet modellemesinin kendi çelişkilerini çoğaltmasına yol açtı. Devleti güçlendirmek sorunları çözmedi; aksine yenilerini ekledi. Rusya’dan ABD ve Avrupa ülkelerine kadar istihdamdan refahtaki düşüşe, kısıtlamaların yol açtığı kapatılma sendromlarına kadar yeni çığırlar açtı.

Cari problemlere karşı üretilen popülist, ırkçı, milliyetçi düşmanlaştırmalar çare olmadığı gibi güçlendirilen kamunun alternatifleri ezmeye çalışması doğrudan ontolojik karşıtlıklara zemin hazırladı. Dünyanın en zengin beş yüz kişisinin 2020’de insanlar can derdindeyken yaklaşık iki trilyon dolar kar yapması, salgınının çıktığı Çin’in yine ekonomik büyümesini sürdürmesi ulusal Leviathanlarla beraber küresel Leviathan’ın da yıprandığını, çöktüğünü gösteriyor. Küresel şirket egemenliğine dayalı sistem belki bir süre daha devam eder fakat küresel ve ulusal Leviathanların yıpranması kaosu alttan alta kuvvetlendirecek. Küresel Leviathan’ın yenilenmesi şimdilik çok da mümkün gözükmüyor; ulus devletler kendi Leviathanlarını kurtarmanın derdine düşebilirler. Öncelikle yurttaşlarının devlete güvenini yeniden kazanma, idarelerin kendi menfaat-hak-hukuklarını düşündüklerini kanıtlama, büyük kapatılma ve doğal seleksiyon arasında özgürlük alanlarının korunduğuna ikna edilmeleri gerekiyor... Bunlar yapılmazsa ABD, Avrupa gibi nizama, Rusya gibi milli kimliğe dayalı devletlerde mensubiyet bağları yıpranmaya, ulus devletin ali amaçları sorgulanmaya başlar. Bu küresel fetret tablosu içinde Türkiye’nin yeri, anlamı, işlevi de yeniden tanımlanmayı bekliyor.

Türkiye’nin Trump konjonktüründe netleşen “ne Transatlantik ne Avrasya, üçüncü yol” anlayışı çok kutuplu cari durumda aktif içe kapanmayı getirebilir. Kutupların dışında-üstünde durmaktan çok “dinamik karşılıklılık” siyaseti daha rasyonel görünüyor. Hatta duygu politikasının küresel ilişkilerde yerini rasyonaliteye bırakması beka kaygılarını suhulete eriştireceği söylenebilir. Bloklar arasında çok yönlü ilişki ulusal Leviathan’ın gayet sağlam olmasını zorunlu tutar.

Ulusal Leviathan için Türkiye’nin, milletin öncelikle devlet vasfını, tanımını, manasını yeniden düşünmesi, organize etmesi gerekir. Devleti kendi ve kendinden gören bir millet bağımız var. Bu aynılaşmayı mekanizmada göstermek, belirginleştirmek iyiden iyiye zorlaşıyor, dijital tekno kültürün hegemon karakteri ve belirleyiciliği birey-toplum-devlet algılarının geleneksel ve klasik boyutlarını boşa düşürüyor.

Klasik teorilerin çöküşü

Döneme, zamana, ihtiyaçlara göre devlet hep bir kavramla anılır, tanımlanır; hukuk devleti, adil devlet, aşkın devlet, sosyal devlet, kerim devlet, içkin devlet, güçlü devlet gibi...

Devleti ilahi güce bağlayan aşkınlık vasfı, yüceliği ve cömertliği ifade eden kerimlik, mekanikliği ifade eden hukuk, tek boyutlu sosyal, refah kavramları dijital dünyada, küresel medeniyette çok yönlü ihtiyaçları karşılayamıyor. Güçlü devlet de özellikle kamu düzenini tesis etse, toplumu kısa sürede bir güvenlik kozasına alsa da dijital tekno-kültür bireyleri o emniyetli fanusun içinde tutmayı anlamsızlaştırıyor. Haliyle özgürlük-refah-güvenlik denklemi eşit ağırlıkta karşılanmayı gerektiriyor.

Dijital tekno-kültür yoğun dünyanın mesul devleti, etik devlet anlayışını gerektiriyor. Mesul-etik devlet işleyişini yalnız hukuktan, yalnız parlamentodan, bürokrasiden değil nizamından alır, sorunlar çıktığında kişi, idareci, parti, sınıf olmadan da işleyişi devam ettirebilir. Mesul devlet keyfilikleri, özerk alanları, gayrı meşru usulleri reddeder; Peygamber Efendimiz hiçbir gayrı meşru iş yapmamış, meşru olmayan metoda başvurmamıştır.

Türk modernleşmesi teknik ve teknolojinin ikamesi konusunda çok tartıştı, geleneksel devlet mantığı, İslami hassasiyetler ve milli kimlikle modernizmin değerlerinin uzlaştırılması için türlü teklifler getirdi, çıkarımlara gitti. Klasik düzen, toplumsal yapılar ile kapitalizmin çalışması hususundaki tespitler çoğunlukla ideolojileri haklı çıkarmaya matuf zorlamalar, kesinlikler içerir. Halbuki Anadolu’daki düzen, İslami ilkeleri başa yerleştirse de ne bildik Asyatik ne Avrupai ne de İslam medeniyetinin özdeşliklerini içerir; bunların karmasından husule gelen bir kendiliğe sahiptir. Osmanlı feodal ve burjuvaya geçit vermedi, kul hakkını korudu. Sosyalistler Osmanlı’yı sınıfsızlığı, aşırı kardan kaçındığı için sosyalizme yatkınlığıyla tarif eder. Halbuki Osmanlı’da sınıf vardı, ekonomik modeli İslam’dan neş’et ettiği için kul hakkını yemeyi engellediğinden toprağı ve üretim araçlarını tekelleştirmemişti. Peygamber Efendimizin sahabesi, en yakınındakiler, Hz. Ebubekir, Hz. Talha gibi isimler zengindi, Hz. Ömer, Hz. Ali ilmiyle, bilek gücüyle güzide sınıfını ikame ediyordu; dolayısıyla burjuva, ilmiye, kalemiye, seyfiye Asr-ı Saadet’te de, Osmanlı’da da vardı. Mesele sınıfları, toplumsal yapıları, devlet mekanizmasındaki unsurları anlamakta, cari sistem içinde onları tekleştirme ya da etkisizleştirme değil erdemli kılmakta, organize edebilmekte...

Mesul devletin özellikleri

Dijital tekno-kültür ve küresel medeniyet içinde kendi Leviathanımızı güncelleme, çağın şartlarına uyarlama, yeni insan tipinin beklentilerini karşılayarak rıza imalini gerçekleştirme mecburiyeti klasik devlet yaklaşımlarımızın ötesine geçmemiz gerektiğini gösteriyor. Mesul devlet aşkınlık ve içkinliklerle, mekanik hukuk teorileriyle tanımlanmanın ötesinde etik kaygılarla, “bir şey yapılması gerektiği için zamanında yapılmalı” ilkesi ve sorumluluğuyla inşa edilmeli. Mesul devletin özünü Anadolu’nun İslamlaşmasıyla ortaya çıkan Türkiye’nin Nomosu, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgası ve düzeni oluşturur. Modern ulus devlet bürokrasi üzerine kurulmuş, burjuvaya dayanır. Mesul devlet, bir sınıfa, etnik gruba, cemaate yaslanmaz, varlığını devam ettirmek, istediğini yaptırmak için ihsanını kullanıp seviyesizi, kalitesizi, lümpeni, yetersizi parlatmaz. Mesul devlet bir zihniyeti, nizamı yerleştirdiğinde insanların bu kaideler, etik çerçevesinde faaliyette bulunmasını sağlar. Haliyle sürekli yasaları, yazılı emirnameleri güncelleyip nakzedip değiştirmez. Ayrıcalık arayanlarla, üstünlük gösterisi bulunanlar sistemin içinde kendiliğinden elemine edilir; mesul devlet seçkinler arasında tercihlerde bulunup birbirlerini kırmalarını beklemez, bir gücü sindirmek için bir başka çıbanı büyütmez. İlkeler, idealler belirlendikten sonra yalnızca işleyişi düzenler, sevk ve idare eder.

Ulus devletler hatta hukuk devleti, kerim devlet, aşkın devlet gibi modeller “istisna” üzerinden yürür; mesul devlet de istisnaya başvurabilir fakat müstesna durumları sürekli yenileyip güncellemez, aslolan normaldir, olağandır, iyidir, aydınlıktır, güzeldir çünkü, kötü-karanlık-çirkin müstesnadır.

Mesul devlet her potansiyel tehdidi öngörür onu kaldırmak için evvelden çaba harcar. Aslolan vatandaşın huzuru, güvenliği, refahı olduğundan emniyeti sağlamak için operasyon yapar, suça-suçluya aman vermez, göz açtırmaz, tolere etmez ama suçlunun hukukunu da korur!

Mesul devlet aynı hukuku herkese hatta görece güçlü kişilere, sınıflara da uygulayabilendir, gayrı meşru ile meşruiyet aramaz, kısa süreli haz ve tatminden uzun vadeli düzen çıkmayacağını bilir. Bu yüzden çete, mafya, çapulcu takımını millet bağının, kamu düzeninin üstüne çıkarmaz, özerk alanlarını daraltır; ulus devletlerin doğasındaki asimetrik mücadelelerde bile mesul devlet keyfilikten, meşru olmayandan kaçar, ideali, kitabiyi, kanuniyi muhafaza eder.

Mesul devlet sorumsuzluklara müsaade etmez; kamusal alanda kendine rakip gördüğü kesimlerle mücadele eder, güç kavgası verenlere müdahale eder ama hiçbir şahsiyetin, topluluğun hukukunu, mülkünü ihlal etmez. Varlık-imza-yetki sahiplerinin sınırsız imtiyazlarını, sorumsuzluğunu, hesap vermezliğini reddeder, sınıfları değil millet bağının, devlet meşruiyetinin, nomosun üzerine çıkan sivrilikleri törpüler. Devlet kadim tarihi boyunca “doğal hukuk”ta, doğa durumunda insanların karşılaştıkları sorunları çözme, haksızlıkları, eşitsizlikleri giderme, güçlünün ya da zayıfın değil haklı olanın desteklenmesi, “hakikatin açığa çıkması” için vardır, meşrudur. İlla zayıfı kollamak, güçlü ve zengini pasifize etmek gibi romantizme düşmeden adl’in sağlanmasını önemser mesul devlet. Kerim, cömert, bahşeden olma adına seçtiklerini yücelten anlayış yerine insanların yetenekleri, çalışması, birikimi çerçevesinde kendini gerçekleştirmesi esasına dayanır mesul devlet; çünkü nimeti veren Allah’tır, yaratılmış hiçbir güç onun vasfına ortak olamaz.

Meşruiyet kaynakları

Devletin amacı klasik felsefede olduğu gibi mutluluk vermek de olamaz, çünkü huzuru, mutluluğu veren de Allah’tır. Dünyada hiçbir güç yaradılmışları tam manasıyla tatmin edemez, ihtiyaç ve isteklerini karşılayamaz, mutlu kılamaz. Mutlak mutluluk olmaz, her mutluluk göstergesi bir kat üstününü doğurur çünkü. Halkın mutluluğu mesul devlet için varlık alanını genişletmeye dayanır; ihtiyaçlarını karşılama, değerlerini koruma, inancını muhafaza, bireysel yetkisini kullanabilme mutluluğun asgari şartlarını oluşturur. Vatandaş küresel düzende çarşıyı, pazarı can damarı görür, pazar ekonomi ve bağımsızlıktır, devlet fiyatlardan sorumlu olduğundan denetimi, vicdanlarında kendi kendini kontrol edebilecek nizamı kurar.

Devlet vekildir, halkın hissiyatını onun adına yaşayıp savaşım verebilendir. Mesul devlet, halkının kendinden emin olması esasına dayanır, yetim hakkını korumayı ontolojik kılar, “devletim hakkımı yedirmez” kanaati, her türlü güç gösterisinin önünde yer alır. Hakkını gözetenin bulunduğunu bilerek yaşayan insanlar, mesul devlet sayesinde çalıştığında kazanacağını, hakkını alacağını bilir. Mesul devlet dijital tekno-kültür çağında ihsan etmez imkan sunar, eğilimleri gözler gözetir, aşırılıkları-keyfilikleri törpüler. Bu akışı belirleme, toplum dizaynı, birey şekillendirmesi manasını içermez, çünkü mesul devlet etiği öne çektiğinden ahlak risaleleri, iyi-kötü çizelgeleri, nizamnameler yayımlamaz. Bir şeyi yazılı emirnamelerde olduğu için değil “öyle yapılması gerektiği” için yapar mesul devlet ve milleti. Anadolu’nun İslamlaştırılması klanları millet haline getirdi. Ulus devlet klanı, imparatorluk milleti içerir. Mesul devlet sınıfların, grupların değil müştereğin hakimiyetini öngörür; ilkel komünal birliktelikler, şebekeler, cemaatler, gruplar, etnik ve bölgesel çarpıklıklar millet bağına hükmedemez. Müşterekleri çoğaltan, millet bağını yeniden sıkılaştıran zihniyeti işletmemiz gerekir.

Küresel fetretin yaşandığı bu dönemde ulusal Leviathanımızı, Türkiye’nin nomosu çerçevesinde yeniden belirlememiz gerekir. Yer kapma, yer belirleme, imtiyazlıları koruma veya yenilerini eklemekten ziyade statükoyu geriletip mülkü birleştirip yeni dengelerle, yüksek iyiyi, etiği, mesuliyeti içselleştirmiş bir nizam teşekkül ettirmek zorundayız. Küresel Leviathan şekillenirken mesul devlet mekanizmasıyla Türkiye’yi her türlü bağların, bağlanmaların, blokların ötesine taşıyıp bize özgü olanı kurabiliriz.

[email protected]