Metaforların sistematik yapısı

MURAT GÜZEL / Açık Görüş Kitaplığı
1.08.2015

Yalın bir dille kaleme aldıkları kitaplarında yazarlar, son derece çarpıcı örnekler üzerinden metaforların sistematik yapısını irdeliyor, gündelik dilde karşılaştığımız farklı türden metafor kümelenmelerini çözümlüyorlar.


Metaforların sistematik yapısı

Dil ve retorik üzerine son 30-35 yılda son derece canlı bir entelektüel ilginin peydah olduğunu, beşeri bilimler alanında özellikle toplumu ve toplumsal eylemi bir ‘metin’ olarak okuma eğilimlerinin arttığını gözlemledik. Edebiyat eleştirisinden felsefeye, psikanalizden sosyolojiye çok farklı alan ve disiplinlerde dil incelemelerinin entelektüel önemi arttı. Toplumsal ve kültürel gerçekliklerin, hatta kendilerini bu gerçeklikleri incelemeye ayarlı kuramsal bir cihazla donatmış disiplinlerin bile kurgulanmış birer metne dönüştürüldüğü bu yeni temayülde dil ve düşünce arasındaki sıkı bağlar sürekli göz önüne alındı.

Ancak gerek sosyal gerekse kültürel bağlamlarda metinlerin dil tarafından nasıl inşa edildiği konusu hep muğlâk ve muallâk kaldı. Anlam, doğruluk, düşünmenin doğası, bedenin zihnin şekillenişindeki rolü vb. kavram ve tartışma konuları ile toplumsal ve kültürel gerçekliğin bir metin olarak kurgulanışı arasındaki temel irtibat noktasının ne olduğu pek soruşturulmadı.

George Lakoff ile Mark Johnson’ın İngilizce’de ilkin 1983’te görünmüş kitapları “Metaforlar” bu konuya getirdiği özgün çözümle ilgi çekici bir mahiyet arz ediyor. Lakoff ve Johnson, şimdiye kadar dilin ‘olağandışı kullanımı’ olarak edebi bir söz sanatı gibi algılanan metaforların bundan daha ötede dünyayı ve gerçekliği kavrama ve hatta kurgulama tarzlarımızda en başından beri etkin bir unsur olarak dilin gündelik kullanımına da içkin olduklarını savlıyor. Öyle ki, onlara göre, metaforlar özel bir yeteneği olmayan sıradan insanlar tarafından gündelik hayatta ciddi bir zihinsel faaliyet içermeksizin kullanılıyor. Bu açıdan metaforlar, edebiyat eleştirmenleri tarafından algılandığı şekliyle, lingüistik birer süs ya da geresiz dekorlardan ibaret değil, beşeri düşüncenin ve akıl yürütmenin de olmazsa olmaz parçalarından biri. Lakoff ve Johnson’a göre biz dünyayı metaforik olarak anlıyor ve anlatıyoruz sürekli.

Dili oldukça sade

Yalın bir dille kaleme aldıkları kitaplarında yazarlar, son derece çarpıcı örnekler üzerinden metaforların sistematik yapısını irdeliyor, gündelik dilde karşılaştığımız farklı türden metafor kümelenmelerini çözümlüyorlar. Yazarların toplumsal ve kültürel tecrübelerimizi, beşerin pratik deneyimlerini anlama noktasında ufuk açıcı tezlerine göre metaforlar ve metafor kurmak algı ve eylemlerimizi biz doğrudan farkında olmasak da bir şekilde biçimlendirmeyi başaran, temel bir zihin mekanizmasıdır.

Kitap bu açıdan birbirinden farklı birçok disiplinin işbirliğine ihtiyaç duyan ve bu işbirliğini verimli bir şekilde değerlendiren bir içeriği bize yansıtıyor. Kitabın okunmasını kolaylaştıran mütercim tercihlerini de ayrıca zikretmek gerekli.

(Metaforlar, George Lakoff-Mark Johnson, çev. Gökhan Yavuz Demir, İthaki, 2015)

Bilme yetimizin sınırları

Kant’in dilinde bilim, ‘saf’ ama bilgimizi genişleten yargılardan oluşan çeşitli bilgi alanları; ‘bilim olarak metafizik’ ise, doğaya ve ahlâklılığa ilişkin, bu nitelikte bilgilerden oluşan bir sistem anlamına geliyor. İnsanın bilme yetisinin sınırlarını aşması sonucu ortaya çıkan eski metafiziğin kuruntularını bir kenara itmek ve “bilim olarak metafiziği” kurabilmek için, ilk önce insanın bilme yetisinin sınırlarını çizmek, “insanın bilme yetisi neleri bilebilir?” sorusunu yanıtlamak gerekiyor. Kitapta Kant, insanın bilme yetisinin sınırlarını çizmenin ilk denemesini yapıyor. Bilgi felsefesiyle uğraşan herkesin okumasında yarar olan bir kitap.

(Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena, Immanuel Kant, çev. Yusuf Örnek, Türkiye Felsefe Kurumu, 2015)

Avrupa’nın İslam düşmanlığı

Avrupa’da Müslümanlar, 16.-18. yüzyıllar arasında Hıristiyan dünyasında kürek mahkûmu, köle, tüccar, siyasi mülteci ve azınlık olarak yaşamış Müslümanların hikâyelerini anlatıyor. Valensi kşitabında Müslümanlara yönelik halen tekerrür etmekte olan ikili bir dışlama hareketinin tarihini gözler önüne seriyor: Hıristiyan geçmişi paylaşmayan toplulukların dışlanması, Hıristiyan olmayan ülkelerden geldikleri için tam “yurttaş” olamayacaklarına inanılan bireylerin dışlanması. Valensi, kitlesel boyutlu ilk tehcir örneği sayılabilecek bir vakadan, Moriskoların 17. yüzyıl başında İspanya’dan sürülmesi örneğinden yola çıkarak, bu şiddetin geçmişine ışık tutuyor. 

(Avrupa’da Müslümanlar: 16.-18. Yüzyıllar, Lucette Valensi, çev. Alp Tümertekin,  İş Bankası, 2015)