Mevcut seçim sistemi ile istikrar sağlanamıyor

ADNAN KÜÇÜK / Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi
31.10.2015

Türkiye’de tatbik edilmekte olan seçim sistemleri hep tartışılmıştır. 1946 yılında yapılan açık oy gizli tasnif ucubesinden sonra, 1950-1960 arası dönemde tek turlu listeli basit çoğunluk sistemi tatbik edilmiştir. 1946 seçimlerinde de uygulanan bu sistem, 1950-1960 arası dönemde muhalefet partilerinin çok ağır eleştirilerine muhatap olmuştur.


Mevcut seçim sistemi ile istikrar sağlanamıyor

1950-1960 arası dönemde yaşanan tek parti iktidarlarına tepki olarak 1961 anayasası döneminde nispi temsil seçim sisteminin d’Hond usulü benimsendi. Hatta 1968’de d’Hond sistemine seçim çevresi barajı ekleyen bir kanun (20/3/1968 günlü ve 1036 sayılı) çıkarıldı. Bu kanunla ülkemizde ilk kez seçim barajı kabul edilmiş olundu.

Çevre barajı

Seçim barajlarının benimsenmesindeki temel amaç, küçük partilerin parlamentoda temsil edilmelerini zorlaştırmak, bu yolla ufak partilere yönelecek seçmenlerin kendilerini kısmen daha yakın hissettikleri büyük partilere yönelmelerini sağlamak, bu sayede hem parti ufalanmalarını hem de yönetebilir bir parlamentoyu ve istikrarı yakalamaktır.

Fakat bu kanun hakkında açılan iptal davası üzerine Anayasa Mahkemesi (AYM), bu çevre barajını, demokratik hukuk devletine, olağan seçim sonuçlarını suni bir müdahale ile değiştirdiği için seçme ve seçilme hakkına, daha önceden seçmen üzerinde ruhi bir baskı ve tereddüt yarattığı için seçimlerin serbestliği ilkesine, siyasi partiler için yarattığı engel için çok partili düzene ve seçilme önüne koyduğu engelle seçilme hakkına ilişkin anayasa hükümlerine aykırı bularak iptal etmiştir (E. 1968/15, K. 1968/13, RG: 24.10.1968).

AYM etkisi

AYM, bu kararıyla demokrasiyi nispi temsil seçim sisteminin saf şekliyle özdeştirme yoluna giderek yasama meclisinin takdir alanına girmesi gereken bir düzenlemeyi iptal etme yoluna gitmiştir. AYM bu kararından dolayı çok yoğun eleştirilere muhatap olmuştur. Bu karar nerede ise barajsız nispi temsil sistemi haricinde bir seçim sistemi tercihini imkânsız hale getirmiştir. Dahası bu sistemin uygulandığı dönemde çok sayıda zayıf koalisyon hükümetleri kurulmuştur. Kısaca siyasi istikrarsızlığın temel müsebbibi olan seçim sistemi, AYM’nin bu tutumu sebebiyle değiştirilmez hale gelmiştir.

1982 Anayasası zamanında 1995 yılında yapılan anayasa değişikliğini takiben çıkarılan bir kanunla (27.10.1995 tarih ve 4125 sayılı), hem seçim çevresinin genişliğine göre değişen seçim çevresi barajı, hem de ulusal ölçekte %10 seçim barajı getirilmiştir. Bu kanun hakkında açılan iptal davası üzerine, AYM “ülke barajına ek olarak getirilen çevre barajı, nüfusu fazla olan illerin çıkaracakları milletvekili sayısı fazla olacağından buralarda çevre barajının düşük, nüfusu az olan seçim bölgelerinde ise yüksek olmasına sebep olacağı, bu durumun da farklı seçim çevrelerinde farklı oranlarla seçilme adaletsizliği meydana getireceği” gerekçesi ile çevre barajını Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir ( E. 1995/54, K. 1995/59, RG: 21.11.1995). %10 ulusal seçim barajı ise 1995 Anayasa değişikliği ile Anayasaya girdirilen “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir”  hükmü ile uyumlu bulunarak iptal edilmemiştir.

Ulusal seçim barajı da, yüksek oranda temsil imkânını ortadan kaldırdığı gerekçesi ile kıyasıya eleştirilmiştir. Bütün bu eleştirilere rağmen, bu hüküm değiştirilmemiştir.

Ben bu baraj ile hedeflenen neticenin siyasi istikrarın yeterince sağlanması bağlamında nihai kertede yeterli ölçüde gerçekleşmediği kanaatindeyim. %10 ulusal barajın tatbik edildiği 1990’lı yıllarda (2002 yılına kadar) çok sayıda koalisyonlar kuruldu. Ülkenin yaşadığı en derin ekonomik krizler bu dönemlerde yaşandı. Bu koalisyonlar döneminin ekonomik ve diğer bedelleri çok ağır oldu. Nitekim 2002 yılında AK Partinin tek başına iktidara gelemsi, bu bedellerden kurtulma ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Fakat her parti gibi AK Parti de zamanla zaafa uğrayabilir. Her dönemde aynı seçmen desteğine sahip olmayabilir. Nitekim 7 Haziran seçimleri bunun en bariz misalini teşkil etmiştir. Zamanla belki bu partinin oy oranı daha da aşağılara düşebilir. Bunu gelecekteki siyasi hadiseler gösterecektir. AK Partinin oy oranı azaldığı ölçüde koalisyon ihtimali daha da güçlenecektir. Şimdiki şartlarda AK Partinin değişen ölçülerde oy azalmasına uğraması neticesinde bu partiden uzaklaşan seçmenler diğer partilerden sadece birisine yönelmedikleri için, bu partilerden birisinin AK Partinin yerine tek parti olarak iktidar olabilmesi seçeneği pek muhtemel görülmüyor.

Yüzde 36 üzeri iktidar olmalı

Burada öyle bir seçim sistemi benimsenmeli ki, %36 ve üzeri bandında yer alan bir partinin tek başına iktidar olabileceği bir seçim sisteminin benimsenmesinde fayda var. ‘Bunun nispi temsil içerisinde gerçekleşmesi mümkün müdür?’ şeklinde bir soru sorulabilir.

Kanaatimce bu mümkündür. Bunun yolu yakın geçmişte İtalya tarafından bulunuştur. Yıllar yılı koalisyonlardan ve bu bağlamda yaşanan siyasi ve iktisadi istikrarsızlıklardan iyicene bunalan İtalya’da, yeni bir seçim kanunu kabul edilmiştir. Bu kanun, muhalefetin yoğun itirazlarına rağmen, kabul edilmiştir. Benimsenen bu sisteme göre, koalisyon ihtimali sıfırlanmış; bir diğer ifadeyle koalisyon hükümetinin kurulması kanunla yasaklanmıştır. Bu sisteme göre, seçimler iki turlu olabilmektedir. İlk turda bir parti %40 oy elde ettiği takdirde, bu partiye parlamentoda üye tamsayısının yarısından 25 üye fazla verilmekte, bu yolla tek parti iktidarının sağlam bir şekilde kurulması sağlanmış olmaktadır. Şayet ilk turda hiçbir parti bu çoğunluğu sağlayamıyorsa, o zaman ikinci tur seçimler yapılmakta, ikinci tur seçimlere, ilk turda en çok oyu alan iki parti katılmakta ve bu turda çoğunluğu sağlayan parti tek başına iktidarı elde etmektedir. Bizde de böyle bir seçim sistemi benimsenebilir.

Diğer bir öneri ise, basit çoğunluk sistemidir. Bu tek isimli tek turlu basit çoğunluk sistemi olabileceği gibi, tek turlu listeli basit çoğunluk sistemi de olabilir. Bu sistemlere göre, değişen şartlara bağlı olarak %36 ve üzeri oy alan bir siyasi partinin tek başına iktidar olma ihtimali artmaktadır.

İstikrar için sistem

Tabii ki bu sistemler de eleştirilebilir; bunların temsilde adalete aykırı olduğu söylenebilir. Fakat burada önemli olan iki ölçüt vardır. Birincisi sistemin demokratik olup olmadığıdır. Bu ölçüte göre, her üç sistem de demokratiktir ve bazı demokratik ülkelerde uygulanmaktadır. Bu sistemler, temsilde adalet yerine istikrarı sağlamaya yönelik işlevler görmektedir. İkincisi, önceliğin ne olduğu ile alakalıdır. Burada demokratik temsil mi yoksa istikrar mı öncelikli olmalıdır meselesi öne çıkmaktadır. Elbette temsilde adaleti kutsayanlara göre milli bakiye sistemi haricinde temsilde adaleti sağlayacak bir seçim sistemi yoktur. Ama bu sistemin uygulandığı ülkelerde siyasi istikrarı sağlayabilmek pek mümkün olmamaktadır. Ben burada temsilde adaletin abartılarak istikrarın önüne geçirilmesini pek işlevsel görmüyorum. Çünkü siyasi istikrarsızlıkların hem demokrasiye hem de ekonomiye ödettiği bedeller çok ağır olmaktadır. Dahası %10 ulusal baraja rağmen 7 Haziran seçimlerinde %41 oy alan bir parti tek başına hükümeti kuramadı, hatta koalisyon bile kurulamadığı için tekrardan seçimlere gidilme zarureti hasıl oldu. Bu seçimlerin üzerinden yaklaşık 4,5 ay geçtiği halde koalisyon şeklinde de olsa hükümetin kurulamamasının ekonomik bedelleri olduğu gibi bu durumun terörün artmasında da tetikleyici yönde işlev gördüğü söylenebilir.

Bu vesileyle, şayet bir hükümet sistemi değişikliği olmayacaksa, yeni teşekkül edecek parlamentonun yapması gerekli işlemlerin başında seçim sisteminde yukarıda arz ettiğim usullerden birisi yönünde değişik yapması gelmektedir. Belki muhalefet buna şiddetle karşı çıkabilir. Fakat asıl olan Türkiye’nin siyasi ve iktisadi istikrarıdır. Aksi halde Türkiye daha nice nice bedeller ödemeye namzet olmaya devam edebilecektir.

[email protected]