Mezhepsel sıkışmışlığın arasında Afrika

Recep Yiğit/ Yazar
24.05.2024

Afrika İslam'ı olarak literatürde yer bulan tasavvuf merkezli din anlayışı, bölgede uzun yıllardır süregelen barışı korur nitelikteydi. Ancak bölgede artan Şii ve Selefi mezhepçi ideoloji, Afrika'da bulunan siyasi ve dini atmosferi yeniden şekillendirerek bölgedeki barışı tehdit etmektedir. Bu mezheplerin yayılmasında, İran'ın, Körfez ülkelerinin ve bilhassa Suudi Arabistan'ın bölgede etkin güç olma arzusu etkilidir.


Mezhepsel sıkışmışlığın arasında Afrika

Recep Yiğit/ Yazar

Devletlerin dini liderleri, kurumları ve çeşitli dini grupları aracılığıyla diğer ülkelerle ilişkilerini yönlendirmek ve nüfuzunu bu ülkelerde etkili bir şekilde arttırmak için kullandığı dini diplomasi, uluslararası ilişkilerde giderek önem kazanmaktadır. Dini diplomasi sayesinde kurulan bölgesel ilişkiler, birtakım insani yardım faaliyetleriyle birlikte ortak değerlerin paylaşılmasına ve inanç temelli çatışmaların yaşandığı bölgelerde arabuluculuk yapılmasına olanak sağlamaktadır. Ayrıca dini diplomasi, ülkelerin diğer ülkeler özelinde elde etmeye çalıştıkları siyasi başarılarında etkili bir propaganda aracı olarak da kullanılmaktadır. Bu doğrultuda İran'ın ve Suudi Arabistan'ı n söz konusu diplomasi türünü etkin bir şekilde kullanarak nüfuz alanlarını genişletmeye çalıştığı görülmektedir. Bu amaçla iki ülke, Asya ve Balkan ülkelerinin yanı sıra Sahra altı Afrika bölgesinde de varlıklarını hızla artırmaktadır.

Nitekim, Müslümanların Afrika kıtasına olan yoğun ilgisi yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Hz. Ömer döneminde başlayan Kuzey Afrika'daki ilk fetihlerle birlikte İslam, Müslüman tacirlerin bölgede yürüttükleri ticaretlerle kıtanın ücra bölgelerine yayılmış, kadim tasavvuf geleneğiyle de bölgede varlığını sürdürmüştür. Ancak dini ve kültürel çeşitliliği ve toplumsal hareketliliğiyle bilinen Afrika kıtası, son dönemlerde çeşitli ideoloji çalkantılarına sahne olmaktadır. Afrika İslam'ı olarak literatürde yer bulan tasavvuf merkezli din anlayışı, bölgede uzun yıllardır süregelen barışı korur nitelikteydi. Ancak bir süredir bölgede artan Şii ve Selefi mezhepçi ideoloji, Afrika'da bulunan siyasi ve dini atmosferi yeniden şekillendirerek bölgedeki barışı tehdit etmektedir. Bu mezheplerin yayılmasında İran'ın, Körfez ülkelerinin ve bilhassa Suudi Arabistan'ın bölgede etkin güç olma arzusu etkilidir.

Selefi ve Şii ideolojinin bölgede aktif bir şekilde yayılması, dünyada yaşanan diğer gelişmelerden bağımsız şekilde gerçekleşen bir durum değildir. Nitekim Orta Doğu'da başlayan Arap baharının dini ve siyasi etkileri yalnızca kendi sınırları içerisinde kalmamış, Afrika kıtasına doğru da yayılmıştır. Böylece bölgede Afrika el-Kaidesi ve çeşitli selefi radikal gruplarla Şii gruplar arasında yer yer çatışmaların yaşandığı görülmektedir. Suudi Arabistan ile İran'ın bölgesel güç olma arzularının da kışkırttığı bu çatışmalar, bölgesel güvenliği ciddi bir şekilde tehdit etmektedir.

Bölgede Suud selefiliğinin yayılmasındaki etkenler

Osmanlı'nın yıkılmasının ardından Suudi Arabistan'ın İslam dünyasının liderliğini üstlenme arzusunda olduğu bilinmektedir. İslam'ın kendi topraklarından doğması ve önemli kutsal mekanlara ev sahipliği yapmasıyla da bu isteğini güçlendiren Suudi Arabistan, jeopolitik konumunu politikalarında etkin bir şekilde kullanmaktadır. Böylece Suud yönetimi, özellikle Sahra altı Afrika'daki yayılmacı politikalarını bu imkanlar üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu minvalde Afrikalı ulema sınıfına yönelik ücretsiz hac-umre programları düzenlemekte ve onları ülkelerinde gerçekleşen çeşitli İslami organizasyonlara ücretsiz olarak davet etmektedir.

Suud selefiliğinin Afrika'da yayılmasında bir diğer önemli faktör ise Suudi Arabistan'a eğitim amacıyla giden öğrencilerdir. Bu öğrenciler eğitimlerini tamamladıktan sonra ülkelerine dönerek Suud Kalkınma Fonu'nun desteğiyle bölgede inşa edilen camilerde yoğun selefilik propagandası yapmaktadırlar. Bu camilerde gerçekleştirilen dersler ve organizasyonlar, selefi ideolojinin Afrika bölgesinde yayılmasına önemli ölçüde hizmet etmektedir. Gerçekleştirilen bu faaliyetler sonucunda bölgede yükselen selefi düşünce, kıtada yerleşik olan geleneksel İslami söylemle karşı karşıya gelerek çeşitli toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Özellikle Sünni tasavvuf geleneğinin günümüzde de aktif olarak yaşandığı Nijerya, Moritanya, Sudan gibi ülkelerde selefi ideolojinin yayılması, bölgedeki dini dengeyi sarsarak yeni çatışma alanlarının oluşmasına zemin hazırlamaktadır.

Afrika kıtasındaki selefi ideolojinin yayılmasında Suudi Kalkınma Fonu'nun bölgeye yönelik yatırımları oldukça önemlidir. Sağlanan fon desteğiyle inşa edilen altyapılar, Suudi ideolojisinin bölgesel olarak kabul edilmesini kolaylaştırmaktadır. Örneğin Suudi Kalkınma Fonu aracılığıyla Tanzanya'da inşa edilen liman, Senegal'deki demiryolu inşaatı ve bölgede inşa edilen üniversiteler, camiler, medreseler, sağlık merkezleri selefi yayılmacılığına önemli ölçüde hizmet etmektedir. Ayrıca Dünya İslam Birliği (Rabıta), Sahra altı Afrika'da gerçekleştirdiği yardım faaliyetleri ve dini organizasyonlar aracılığıyla selefi ideolojinin yayılmasına katkıda bulunmaktadır.

Artan Şii yayılmacılığı ve nedenleri

Afrika kıtasındaki Şii merkezli İslam anlayışında son zamanlarda görülen yükselişin bölgede yalnızca dini değil, siyasi dengelerin de değişmesine sebebiyet vermesi muhtemeldir. Nitekim İran'ın Orta Doğu'daki mezhepsel ve politik etkisinin Afrika'ya doğru kaydığı görülmektedir. Bu minvalde İran, Afrika'nın farklı bölgelerinde birtakım Şii toplulukları kurmakta ve bölgedeki sürekliliğini sağlamak için çeşitli çalışmalarda bulunmaktadır. Bu çalışmalar için de İran bölgede aktif olarak çeşitli kurumlar üzerinden faaliyetler gerçekleştirmektedir. Uluslararası Ehlibeyt Kongresi de bu çalışmaları gerçekleştiren önemli kurumlardan birisidir. Dünya genelinde 90'dan fazla ülkede faaliyet gösteren bu yapı, Afrika'da da 40'tan fazla ülkede aktif olarak çalışmaktadır. Ehlibeyt Kongresi, Afrika ülkelerindeki başarılı öğrencilere İran'da burslu eğitim imkânı sağlayarak Şiileştirme politikalarını aktif olarak yürütmektedir. Kongre, İran'da yetişen bu öğrencilere yönelik kendi ülkelerinde istihdam imkanları oluşturarak bölgedeki mezhepsel yayılmacılığının aktif olarak sürdürülmesine hizmet etmektedir.

İran'ın Şii yayılmacılığı sadece mezhepsel bir eylem değil, aynı zamanda devletin resmi bir ideolojisi olarak da ortaya çıkmaktadır. İran'ın anayasasında ülkenin resmi mezhebinin İsnâaşeriyye Şiiliği olduğu belirtilmektedir, bu da Şiiliğin devlet politikası gereği önemli bir siyasi söylem olduğunu göstermektedir. Ayetullah Humeyni'nin gerçekleştirmiş olduğu İslam devriminin hemen ardından başlayan İran'ın aktif yayılmacı politikaları da bu gerçeğin önemli bir yansımasıdır. Aynı şekilde İran'ın Orta Doğu'da işlevsel bir şekilde kullandığı Şiilik, bölgedeki Şii radikal grupların mobilize edilmesine olanak sağlayarak İran'ın Orta Doğu politikalarında önemli bir rol oynamaktadır.

İran'ın bölgedeki artan etkisinde Filistin söylemi önemli bir yer tutmaktadır. İran İslam devriminin ardından Ayetullah Humeyni'nin devrimin ihraç edilmesi olarak tanımlanan Afrika açılımı politikası ve Kasım Süleymani'nin öldürülmesiyle birlikte dış politikadaki "direniş ekseni" olarak tanımlanan etki alanının Orta Doğu dışındaki Müslüman ülkelere doğru kaydırılmasına yönelik siyasi söylem Afrika'da oldukça yankı bulmaktadır. Bu yeni söylemin yerelde karşılık bulmasında Lübnanlı göçmenler önemli bir rol oynamaktadır. Fildişi Sahillerinden Güney Afrika'ya kadar İran'ın Şii yayılmacılığında ve bölgesel güç olma yolunda yerel bir unsur olarak Lübnanlı göçmenleri kullanmaktadır. Örneğin geçtiğimiz aylarda Lübnan Hizbullahı destekli Filistin'e Dönüş Platformu'nun Güney Afrika gibi ücra bir ülkede gerçekleştirdiği Filistin'e Geri Dönüş programı, bu savı destekler niteliktedir. Yerel unsurların desteğiyle gerçekleştirilen bu faaliyet, çevre ülkelerden de yoğun ilgi görmüştür.

Öte yandan Afrika'nın birçok bölgesinde aktif olarak faaliyet gösteren İran Kültür Konseyi'nin, bölge ülkelerinde gerçekleştirdiği sosyal, kültürel ve dini faaliyetlerle İran'ın yayılmacı politikasına aktif bir şekilde hizmet ettiği görülmektedir. Bilhassa da İran'da İslam devriminin gerçekleştiği yıl olan 1979'da faaliyete başlayan Uluslararası el-Mustafa Üniversitesi, İran'ın mezhepsel politikalarının küresel ölçekte yayılmasına önemli şekilde hizmet etmektedir. Üniversite, 60'dan fazla ülkede faaliyet göstermekte ve 50 milyondan fazla insanı Şii yaptığı söylenmektedir. El-Mustafa Üniversitesi, 2010 yılı itibariyle de Türkiye'de faaliyetlerini yürütmektedir.

Nüfuz mücadelesi

Artan Suudi ve İran yayılmacılığının dini tezahürü olarak Selefilik ve Şiilik arasında sıkışan Afrika'da yüzyıllardır devam eden geleneksel İslam anlayışı bugün büyük bir acı çekmektedir. Bölgenin dini geleneğinin oluşmasında önemli bir rol oynayan tasavvufi söylem, her iki mezhebin çatışmacı bir şekilde yayılmasından dolayı zarar görmekte; bu söylem bölgede var olan barış ve selamete zarar vermektedir. Afrika'nın mezhepler eliyle terörize edilmesinin bölgesel güvenliği tehdit ettiği görülmektedir. Gerçekten de Afrika'nın da Orta Doğu'da kışkırtılan mezhep çatışmalarına doğru sürüklendiği artık bilinen bir gerçektir.

Uzun yıllar Batı ülkelerinin sömürgesi altında hayatta kalmaya çalışan Afrika kıtası, sömürgecilere karşı giriştiği mücadelelerle özgürlüklerini kazanmaya çabalarken, böylesi bir dönemde yükselişe geçen Selefi-Şii çatışması, bu mücadeleyi de baltalar niteliktedir. Bahse konu olan mezhepsel sıkışmışlığın arasında kalan Afrika'da istikrarın sağlanması oldukça zor görünmektedir.

[email protected]