Mezopotamya'dan Nil'e yeni Arap bloğu mümkün mü?

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi
12.02.2021

Körfez-İsrail 'normalleşmesi' sıradan bir diplomatik ilişkiden ziyade enerjiden güvenliğe, petrol boru hatlarından turizme çok geniş yelpazede yeni bir Jeoekonomik bölgenin oluşumuna işaret ediyor. Geçmişte İngilizlerin radikaller ile ılımlıların arasına ördüğü jeopolitik duvar, şimdilerde bölge siyasetinde dışlanmışlık hissi yaşayan Mısır, Ürdün, Irak üçlüsünün jeopolitik önemini yeniden artırmak için işlevselleştirilmeye çalışılıyor.


Mezopotamya'dan Nil'e yeni Arap bloğu mümkün mü?

Arap Baharı sürecine kadar Orta Doğu bölgesi, Suudilerin liderlik ettiği Sünni-muhafazakâr blok ile İran'ın liderlik ettiği Şii-revizyonist blok olarak kabaca ikiye bölünmüş durumdaydı. 2010 yılında başlayan Arap Baharı ile birlikte Türkiye'nin, Katar'ı da yanına alarak değişimi yanlısı bir blok oluşturmasıyla Sünni eksende bir bölünme gerçekleşti. Sünni dünya Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan'ın liderlik ettiği muhafazakar blok ile Türkiye-Katar bloğu arasında ikiye bölündü.

Yeni arayışlar

Uzun yıllar BAE-Suudi ekseni ile birlikte hareket eden Mısır ve Ürdün'e ilaveten İran ile Suudilerin nüfuz mücadelesine sahne olan fakat İran'ın bir adım önde olduğu Irak'ın, son dönemde dış politikada yeni bir arayış içinde olduğunu görmekteyiz. 2019 sonrası her üç ülkenin düzenlediği üst düzey toplantılar Arap dünyasında yeni bir işbirliği modeli ortaya koyabilir. Bu yeni işbirliği modeli ilerletilebilirse Sünni blok yeni bir bölünme ile karşı karşıya kalacaktır.

Tehdit algılamaları

Mısır, Ürdün, Irak üçlüsü arasında düzenlenen üst düzey temaslar ve bu temaslardan sonra yayınlanan ortak bildiriler bölgeyi yakından takip eden uzmanlar arasında "Acaba bölgede yeni bir "Arap Bloğu" mu doğuyor şekillinde?" sorulara yol açtı. Çünkü üç ülke, ilki Mart 2019'da Mısır'da, ikincisi aynı yılın Eylül ayında ABD'de ve üçüncüsü Ağustos 2020'de Amman'da olmak üzere bugüne kadar üç zirve düzenledi. Bu hafta üç ülkeden üst düzey yetkililerin katlımı ile Kahire'de düzenlenen zirve toplantısı dördüncü toplantı oluyor.

Aslında bölgede son dönemde yaşanan gelişmeler her üç ülkenin de ulusal çıkarlarının yakınlaşmasına yol açan sonuçlar doğurmaya başlamıştı. Bu üç ülkenin aynı masa etrafında toplanmasını sağlayan gelişmeyi tek cümle ile ifade etmek gerekirse; "Arap dünyasının güç ve ağırlık merkezinde yaşanan kayma sonrası bölgesel politikalarda yaşanan dışlanmışlık hissi" diyebiliriz. Arap dünyasında son dönemde meydana gelen güç kayması önemli ölçüde Irak'ın 2003 yılındaki ABD işgaliyle Mısır ve Ürdün'ün ise Arap Baharı sürecinde yaşadığı politik istikrarsızlık ile yakından alakalı. Her üç ülke de son yirmi yılda yaşanan bu istikrarsızlıklar sebebiyle bölgesel güç denkleminden çıkmış durumdalar. Geleneksel olarak Arap politikasında merkezi bir rol oynayan bu üç ülkenin yaşadığı ulusal güç kaybına ilaveten BAE-Suudi ekseninin, oluşan bu güç boşluğunu doldurmaya yönelik iddialı ve müdahaleci politika takip etmesiyle Arap dünyasının ağırlık merkezinin Dubai-Riyad eksenine kayması tamamlanmış oldu.

Mısır'ın güç kaybı

Mısır, sahip olduğu demografik avantajlar, eşsiz jeopolitik, İslam öncesi ve sonrası dönemde bölgede oynadığı liderlik rolü, benzersiz askeri tecrübesi ve entelektüel birikimi sebebiyle uzun yıllar Arap politikasında merkezi bir rol oynadı. Ancak 2008 yılında yaşanan finansal krize ilaveten artan gıda fiyatları, 2010 yılından itibaren Arap Baharı'nın yol açtığı politik istikrarsızlıklar ve askeri müdahaleler, Mısır'ın önemli ölçüde ulusal güç kaybı yaşamasına sebep oldu. Aynı dönemde BAE-Suudi ekseninin iddialı ve maceracı politikalarla Mısır'ın yaşadığı bu ulusal güç kaybından istifade etme çabası, Arap dünyasının geleneksel güç ve ağırlık merkezinin Kahire'den Riyad-Dubai eksenine kaymasına yol açtı.

2010 sonrası dönemde, Kızıldeniz jeopolitiğinde çok önemli bir yer işgal eden Tiran ve Sanafir adalarını Suudilere devretmek zorunda kalan Mısır Kızıldeniz'deki jeopolitik üstünlüğünü kaybetti. BAE-Suudi ekseninin, Süveyş Kanalı'na paralel bir hat oluşturarak Kızıldeniz'den Doğu Akdeniz'e ulaşma çabası ve Suudilerin NEOM adını verdikleri devasa turizm yatırımı Kızıldeniz'de Mısır nüfuzunun bittiğini simgelemesi açsından önemli. Bölgede BAE-Suudi ekseninin genişleyen nüfuzu ile adeta bir "iç deniz" haline gelen Kızıldeniz'den Süveyş'i bay-pas etmeye dönük projeler Mısır'ın en büyük jeopolitik avantajı olan Süveyş'in önemini zayıflatacaktır. Benzer şekilde Suudilerin turizm yatırımları, ekonomisi ve ulusal refahı önemli ölçüde turizme bağlı olan Mısır'a ciddi zararlar verme potansiyeli taşıyor.

Ayrıca Mısır son dönemde Etiyopya ile Nil suları üzerinde yaşadığı anlaşmazlık ve Libya'da süren iç savaş sebebiyle geleneksel müttefikleri olan Körfez ülkelerinden gerekli desteği görmediğini düşünüyor. Hatta İsrail ile normalleşen Körfez ülkelerinin Nil suları üzerinde yaşanan krizde, Mısır'ın ulusal çıkarlarına zarar verecek bir politikayı benimsemiş olmaları Kahire'de yeni arayışları tetikleyen en önemli hususlardan birisi. Çünkü Körfez'in yeni müttefiki İsrail, Nil'e kaynaklık eden ülkelere verdiği destek ile Mısır'ı zayıflatıyor diyebiliriz.

Filistin meselesi

Körfez ülkeleri ile İsrail arasında imzalanan normalleşme anlaşmalarıyla Filistin meselesindeki ayrıcalıklı konumun kaybı da Ürdün ve Mısır'ı birbirine yakınlaştıran başka bir sebep. 2020 sonlarına kadar Arap dünyasında Mısır (1979) ve Ürdün (1994) dışında diplomatik ilişki kuran herhangi bir ülke bulunmamaktaydı. İsrail'le diplomatik ilişki kurmuş olmak uzun yıllar Mısır ve Ürdün'ün Filistin politikasında merkezi bir rol oynamasını sağlıyordu. Ancak Körfez ile İsrail normalleşmesini takip eden süreçte, Batı Şeria ve Kudüs üzerinde Ürdün'ün anlaşmalarla sahip olduğu imtiyazların BAE'ye devredilmesine yönelik girişimler, nüfusunun büyük kısmı Filistin meselesinde son derece hassas olan Filistinli mültecilerden oluşan Ürdün'de ciddi bir rejim güvenliği endişesi ortaya çıkarmakta. Ayrıca her iki ülke de Filistin meselesindeki ayrıcalıklı konumları sayesinde hem Batı ülkelerinden hem de Körfez ülkelerinden uzun yılar elde ettikleri diplomatik ve ekonomik desteği bugünlerde kaybetmekle karşı karşıya. Yine Irak'ın da Körfez'in İsrail'le normalleşmesi sonrası Filistin meselesinde dışlanmışlık hissi yaşıyor olması bahse konu yeni arayışları motive diyor.

Irak petrolünün geleceği

Irak, kurulduğu günden beri sahip olduğu zengin enerji kaynaklarını güvenli yollardan uluslararası piyasalara ulaştırma güçlüğü yaşıyor. Basra Körfezi'nde olan 50 kilometre civarındaki derin su limanı için elverişsiz sahil, Şattülarab su yolunu İran ile paylaşmak zorunda kalması ve kuzeydeki özerk yönetimle yaşadığı anlaşmazlıklar, Irak petrolünün küresel enerji piyasasındaki değerini azaltıyor. Özellikle BAE-Suudi ekseninin hem jeopolitik avantajlarını hem de OPEC'teki gücünü kullanarak Irak'ı zayıflatma girişimleri Irak'ın Mısır liderliğinde oluşturulmaya çalışılan bu bloğa yakınlaşmasına yol açmakta. ABD işgaliyle zayıflayan ulusal gücü ile de bağlantılı olarak bölgesel meselelerde azalan önemi Bağdat yönetimini yeni diplomatik açılımlara teşvik ediyor. Mısır-Ürdün-Irak hattı, eğer kurulabilirse, hem Arap dünyasının güç ve ağırlık merkezinin kaydığı Riyad-Dubai eksenini dengeleyebilir hem de Irak'ın zengin enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde uluslararası piyasalara nakline katkı sağlayabilir.

İngilizler I. Dünya Savaşı sürecinde Sykes-Picot düzenini kurarken Fransızların güneye sarkmasını engellemek, Irak petrol kaynaklarının naklinde Fransız mandasındaki Suriye'ye mahkum olmamak ve Süveyş Kanalı'nın güvenliğini sağlamak için Irak, Ürdün ve Mısır arasında kara bağlantısını sağlamaya dönük siyasi sınırlar oluşturdular. Bu jeopolitik hat aynı zamanda Suudi Arabistan ile İsrail, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi ülkeler arasında bir tampon işlevi de görmekteydi. İngilizler bu tampon ile "radikal Araplar (Suriye-Filistin-Lübnan) ile ılımlı Araplar (Körfez ülkeleri) arasına bir duvar" örmüş oldular.

Tarihi hat canlanır mı?

Körfez-İsrail ilişkilerinin normalleştiği günümüzde bu jeopolitik hat yeniden canlanma eğiliminde. Çünkü Körfez-İsrail normalleşmesi sıradan bir diplomatik ilişkiden ziyade enerjiden güvenliğe, petrol boru hatlarından turizme çok geniş yelpazede yeni bir jeoekonmik bölgenin oluşumuna işaret ediyor. Geçmişte İngilizlerin radikaller ile ılımlıların arasına ördüğü bu jeopolitik duvar şimdilerde bölge siyasetinde dışlanmışlık hissi yaşayan Mısır, Ürdün, Irak üçlüsünün jeopolitik önemini yeniden artırmak için işlevselleştirilmeye çalışılıyor. Körfez-İsrail arasında kara/hava bağlantısı üzerindeki jeopolitik denetim sayesinde sayılan üç ülke yeniden bölge siyasetinde önemli birer aktör haline gelebilir. Aynı zamanda oluşan bu üçlü ittifak son dönemde bölgesel ve küresel aktörlerin bilek güreşine sahne olan Doğu Akdeniz jeopolitiğinde, üyesi olan ülkelere birtakım avantajlar da sağlayabilir.

Her ne kadar son dönemde Mısır, Ürdün, Irak üçlüsü bölgesel meselelerde işbirliğini de içeren üst düzey temaslara ağırlık verse de her üç ülkenin de ortak bir güvenlik konseptinin eksikliği bu ilişkilerin köklü bir işbirliğine dönüşmesini zorlaştıracaktır. Her üç aktörün de Körfez-İsrail yakınlaşması sonrası bölgesel politikalarda azalan önemlerine bir tepki olarak böyle bir girişimi başlattıklarını söyleyebiliriz. Bu üç ülke arasında geniş kapsamlı ve köklü bir işbirliği zayıf bir ihtimal olsa da gerçekleştirilen bu üst düzey temaslar, Körfez ülkelerinin genişleyen nüfuzunu dengelemek ve Körfez ile bölgesel mesellerde yapılacak pazarlıklarda masaya daha güçlü oturmak için işe yarayacaktır.

Yazıyı bölge jeopolitiğinin iki temel kuralıyla bitirmek istiyorum; öncelikle BAE-Suudi ekseni Mısır'ın askeri/entelektüel/demografik/jeopolitik avantajlarına yaslanmadan, ne Körfez bölgesinde ne Güney Arabistan'da ne de Levant bölgesinde İran'ın liderlik ettiği revizyonist bloğu dengeleyecektir. İkinci olarak da tıpkı Manama (Bahreyn) gibi Amman da (Ürdün) Suudi Arabistan güvenliği ve savunmasının dış halkası olarak kalmaya devam edecektir.

[email protected]