MHP kültürü muhalif hareketi benimsemez

Yekta Ünsoy / YAZAR
14.05.2016

MHP teşkilat kültüründe muhalif hareketin başarılı olması zordur. Bahçeli’nin çıkmaza düştüğü en önemli nokta ise önceki yılların aksine bu sefer kendi yanına çekebileceği siyaset ve teşkilat ‘ağabeyleri’nin çoğunun bu dört muhalif gruptan biri ile ilişki kurmuş olmasıdır.


MHP kültürü muhalif hareketi benimsemez

1 Kasım seçimleri sonrası parti içi muhalefetin eleştirilerinin artması ile kongre tartışmaları içine giren Milliyetçi Hareket Partisi’nde yaşanan gelişmeler Türk siyasetinin yakın dönem geleceği açısından önem taşımaktadır. MHP genel başkanlığını sadece parti başkanlığı olarak değil siyasi ve toplumsal yapı üzerinde etkisi olan partiyle ilişkili yan kuruluşları ile beraber ideolojik bir kadro hareketinin idare makamı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Milliyetçi hareketin kurucu lideri Alparslan Türkeş tarafından 20 yılı aşkın bir süre boyunca ortaya konan “lider”lik algısı teşkilat mensuplarının parti yönetimine olan bakışını şekillendirdi. 1980 öncesi MHP’nin ideolojik ve yapısal çatısı altında “lider-doktrin-teşkilat”ın birbirinden ayrılamaz bir bütün olduğu işleniyordu. Yurtiçi ve yurtdışında Türk milliyetçiliği mefkûresini benimseyen bütün kurum ve kuruluşların “başbuğ”u olarak kabul edilen Türkeş katıldığı parti kongrelerinde tek aday olarak genel başkan seçildi. Milliyetçi kadrolar üzerinde kurduğu hâkimiyeti 1980 sonrası beş yıl boyunca hapiste kalmasına rağmen kaybetmeyen Türkeş, 90ların başında partinin yeniden kurulma sürecinde eski MHP yöneticilerine karşı özellikle gençlerin gücünü kullanarak genel başkanlığını korudu. Türkeş bundan kısa süre sonra kendisine karşı muhalefet hareketi başlatan ve teşkilatlarının ciddi destek verdiği Muhsin Yazıcıoğlu’na karşı da genel başkanlığı bırakmadı. Yaşlanmış ve siyaseten partiyi yukarı taşıyamamış bir genel başkan olarak Türkeş’e karşı ülkü ocakları ve parti teşkilatı nezdinde geleceğin genel başkanı olarak kabul edilen Muhsin Yazıcıoğlu’nun başarılı olamaması MHP içerisinde olası bir liderlik değişiminin çok kolay olamayacağını gösteren bir test olmuştur.

İlk seçimde yüzde 18

Türkeş sonrası dönemin en önemli adayı Muhsin Yazıcıoğlu’nun partinin önde gelen birçok ismi ile 1992’de MHP’den kopması parti içinde yeni isimlerin önünü açtı. Bu isimlerden biri olan Devlet Bahçeli de başkanlığının son dönemlerinde Türkeş ile daha yakın bir ilişki kurma fırsatı yakaladı. 1970’lerin başından beri MHP ve ülkücü kuruluşlar bünyesinde faaliyet göstermiş bulunan Bahçeli ideolojik söylem ve teşkilat faaliyetlerindeki organizasyonel yeteneği açısından öne çıkmış bir isim değildi. Ancak akademisyen kimliği, olgun tavrı, parti yönetiminde aldığı görevler ve Türkeş nezdinde sağladığı güven ile olumlu bir profil çiziyordu. Bahçeli Alparslan Türkeş’in 1997 senesinde vefat etmesinin ardından yapılan kongrede aday olan beş isim arasında Tuğrul Türkeş ve Ramiz Ongun’un arasından sıyrılıp parti başkanlığına seçildi. Ancak Bahçeli parti ve teşkilatlar üzerindeki hâkimiyetini tam olarak sağlamlamakta güçlük çekiyordu. Nitekim Ramiz Ongun öncülüğünde örgütlenen muhalefet, Bahçeli’ye karşı iki kongrede ciddi bir varlık göstermiş, lakin genel başkanı değiştirecek güce ulaşamamıştı. 1980 öncesi teşkilatta görev yapmış isimlerin gerek BBP çatısı altında, gerek de Ramiz Ongun çevresinde bulunuyor olması Bahçeli’nin hareketin “lider”i olarak kabul görmesinin önünde önemli bir engeldi. Parti başkanlığından hareketin “lider”liğine geçişin mümkün olabilmesi için gerek ülkü ocakları bünyesinde gerek de çevre milliyetçi kuruluşlar nezdinde ağırlığını arttırması gereken Bahçeli zaman içinde bu kurumlarda da kendisine bağlı veya muhalif olamayan isimlerin seçilmesine gayret etti. Genel başkan olarak girdiği ilk seçimde yüzde 18 ile MHP tarihinin en yüksek oy oranına ulaşıp ikinci parti olmayı başarması ve iktidar ortağı olması da Bahçeli’nin parti içindeki gücünü arttırdı.

İdeolojik eğitim zayıfladı

Alparslan Türkeş döneminde MHP yüzde 3 ila 8 arasında bir oy bandında kalmasına rağmen Türkeş’in liderliği hiçbir zaman sorgulanmamıştı. Alparslan Türkeş gerek “9 Işık” doktrini, gerek kendi konuşmaları, gerek de partiye kazandırdığı milliyetçi ideologlar eliyle parti tabanının siyasi başarıdan çok ideolojik bilinçlenme ve kadrolaşma hedefi ile canlı tutulmasını mümkün kıldı. Ancak Devlet Bahçeli döneminde teşkilatlardaki ideolojik eğitimin zayıflaması, 80 sonrası yaşanan depolitizasyon ve çift kutuplu dünyanın sona ermesi gibi faktörlerin de etkisiyle ideolojik kadro hareketi kimliğinden yavaş yavaş uzaklaşılması partililer nezdinde seçim sonuçlarını daha anlamlı kılmaya başladı. Yine Bahçeli’nin teşkilat mensupları ve partililere seçim başarısının ötesinde bir vaat sunamamış olması kendi genel başkanlığı açısından seçim sonuçlarını önemli bir kriter haline getirmişti. 2002’de meclis dışında kalsa da daha sonra girdiği seçimlerde Bahçeli önderliğinde MHP geçmişine mukayeseyle hatırı sayılır seçim başarıları kazanmaya devam etti. 2007 genel seçimlerinin ardından CHP’nin ardından ikinci büyük muhalefet partisi konumuna yerleşen MHP 2009 yerel seçimlerinde yüzde 16 oy oranına ulaştı. Ancak bu eşik noktasından sonra ideolojik parti kimliği ile şekillenen siyasi söylem ve teşkilat yapısı MHP’nin bir iktidar alternatifi olmasını zorlaştırıyordu. Bahçeli’nin milliyetçi siyaset söyleminde hassas noktası olan Güneydoğu sorunu özelinde alternatif bir çözüm üretememesi ve hitap ettiği seçmen tabanına cazip gelebilecek ekonomik öneriler sunamaması MHP’nin daha geniş kitleye ulaşmasında engel diğer faktörlerdi.  

Uzun süren genel başkanlığının getirdiği yıpranmışlığa rağmen Bahçeli 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde de yüzde 15’lik oy oranıyla önemli bir başarı elde etti. MHP’nin yeniden yüzde 15’i yakalaması, bundan da kritik olarak 13 sene sonra yeniden iktidarda yer alma şansının ortaya çıkması parti teşkilatında ciddi bir heyecan uyandırmıştı. AK Parti’ye karşı sert bir muhalefet yürüten ve tabana da bu söylemi benimseten Bahçeli’nin olası bir AK Parti-MHP koalisyonundan önce bazı tavizler koparması gerekiyordu. Diğer taraftan gerek Bahçeli gerek de parti tabanı olası bir erken seçimde MHP’nin arkasına aldığı rüzgârı daha da büyütüp AK Parti’ye karşı elinin güçlenebileceğini ve hatta CHP ile iktidar kurabilecek çoğunluğu elde edebileceğini umuyordı. Koalisyon görüşmelerinin kısa kesilip seçime gidilmesinin bir sebebi de bu psikolojiydi. Ancak 1 Kasım’da AK Parti’nin beklentilerin çok üstünde oy alması ve MHP’deki oy kaybı partide Bahçeli’ye karşı olan tepkileri tırmandırdı. Ancak MHP’nin kongre sürecine girmesinin tek sebebi seçimde yaşanılan başarısızlık değildi. Meral Akşener gibi popüler bir ismin genel başkanlığa aday olması, Bahçeli’nin kongre taleplerine karşı sert ve baskıcı bir tutum izlemesi 1 Kasım öncesine kadar kendisi ile çok yakın çalışan birçok ismi dahi muhalif kanadın yanına itti.

Akşener’i öne çıkaran Bahçeli idi

Kongre talebi ile imza toplayan başkan adaylarından Ümit Özdağ MHP’nin kurucu isimlerinden olan ve Alparslan Türkeş’in 27 Mayıs Darbesi’nde beraber MBK’ya girdiği Muzaffer Özdağ’ın oğluydu. İdeolojik yönü ağır basan bir isim olan Özdağ daha önce de Bahçeli karşısında aday olmayı denemiş, ancak sert bir müdahale ile partiden ihraç edilmişti. 2010’dan sonra parti yönetimi ile arasındaki gerginliği yumuşatan Özdağ 2011 ve 2015’de milletvekili seçilmişti. Koray Aydın 1980 öncesi teşkilat tecrübesine sahip bir isim olarak Türkeş sonrası dönemde Bahçeli ile birlikte hareket etmiş, MHP-DSP-ANAP iktidarı dönemi yaptığı bakanlık görevi ile öne çıkmış, ancak daha sonra Bahçeli’ye karşı muhalefet hareketi başlatmıştı. Koray Aydın da partiden uzaklaştırıldıktan sonra yönetimle barışmış, 2011 ve 2015 yıllarında milletvekili seçilmişti. Bu iki isme göre MHP bünyesine daha sonradan dâhil olan Meral Akşener Bahçeli tarafından öne çıkarılmış ve partinin görünen yüzü olmuştu. Akşener isminin popülerlik kazanmasından sonra Bahçeli tarafından partideki yetkileri alınmıştı. Dördüncü aday Iğdır milletvekili Sinan Oğan ise diğer isimlere göre gerek yaşının gerek de teşkilat ile kurduğu yakın ilişkinin etkisiyle genç milliyetçilere daha iyi hitap ediyor ve MHP’de olası bir değişim için daha canlı bir adaylık kampanyası yürütüyordu.

Bu kısa süreçte adaylar arasında Meral Akşener’in merkez sağa yakın bir isim olması ve kamuoyunda sağladığı pozitif algı parti içi muhaliflerin önemli bir kesimini etrafında toplanmasına olanak sağlamıştır. Ancak Akşener’in MHP ve çevre kuruluşlarının karmaşık teşkilat yapısına çok aşina olmaması ve milliyetçi siyaset söyleminin dışından gelmesi parti teşkilatını kontrol ve yönlendirme açısından soru işaretleri taşımaktadır. “Lider-doktrin-teşkilat” arasındaki sarsılmaz bir uyum ve birliktelik olduğuna inanan MHP tabanının Akşener isminde bu devamlılığı sağlama konusunda problem yaşaması olası gözükmektedir. Diğer kuvvetli aday Ümit Özdağ’ın bürokrasi, ordu, akademi dünyası ve parti teşkilatında sahip olduğu ilişkiler ile Bahçeli sonrası MHP’yi daha rahat sevk ve idare edebileceği söylenebilir. Ancak Özdağ başkanlığındaki MHP’nin merkez sağ ve muhafazakâr seçmenden oy çekme ihtimalinin düşük olması yıllardır yüzde 20 üzerine çıkmayı arzu eden parti teşkilatı açısından Akşener’i daha makul bir aday kılabilir. Koray Aydın’ın her ne kadar MHP teşkilatları nezdinde çok iyi bilinen bir aday olsa da yaşadığı Yüce Divan sürecinin getirdiği yıpranmışlık ile diğer güçlü adaylar karşısında genel başkanlık şansının az olduğu söylenebilir. Sinan Oğan’ın da benzer bir şekilde en azından bu kongre özelinde genel başkanlığa yetecek delege desteğini sağlaması düşük bir ihtimal olarak gözükmektedir.

Bahçeli’nin avantajları

Karşısındaki kuvvetli adaylara karşı Devlet Bahçeli’nin de halen devam eden genel başkanlığı kozu ile belli avantajları bulunmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi MHP teşkilat kültüründe muhalif bir hareketin başarılı olması oldukça zordur ve bugüne kadar hiçbir kongrede genel başkana karşı muhalif bir aday başarılı olamamıştır. Genel başkan delege yapısını kontrol edebildiği gibi ülkü ocakları üzerindeki hâkimiyeti ile muhaliflerin hareket kabiliyetini kısıtlayabilir. Bahçeli’nin çıkmaza düştüğü en önemli nokta önceki yılların aksine bu sefer kendi yanına çekebileceği siyaset ve teşkilat “ağabeyleri”nin çoğunun bu dört muhalif gruptan biri ile ilişki kurmuş olmasıdır. Yani Bahçeli genel başkan olarak yola devam etmesi için teşkilat ve parti bünyesinden takviye bulmakta zorlanmaktadır. Dinamik teşkilat yapısını henüz kaybetmemiş olan ve bürokrasi ile akademideki ağırlığını devam ettiren MHP’deki değişim sürecinin sadece bir kongre ile nihayete ermemesi ve hali hazırdaki muhalif adaylar dışında farklı isimlerin de ortaya çıkması mümkündür. Bu dönüşümün nasıl bir minvalde evrileceği yakın gelecekteki siyasi ve bürokratik tablonun şekillenişi açısından önem taşımaktadır.