MHP ne yapmak istiyor? Üçüncü seçenek olabilecek mi?

Murat Yılmaz / SDE İç Politika ve Demokratikleşme Koordinatörü
11.07.2015

2007 Cumhurbaşkanlığı krizinin üzerinden 8 yıl geçtikten sonra, MHP parti menfaatlerini ve siyasi programını vurgulayarak HDP’nin içinde yer alacağı veya destekleyeceği bir hükümette olmayacağını kararlılıkla ifade edince 2007’deki aynı çevrelerin yeniden Devlet Bahçeli ve MHP’yi hedef aldıkları görülüyor. Bu çevrelerin sadece AK Parti karşıtlığı üzerinden, kendi istedikleri zaman ve kompozisyonla siyaseti dizayn etme gayretleri, 2007’deki mantığa benzer bir şekilde devam ediyor.


MHP ne yapmak istiyor? Üçüncü seçenek olabilecek mi?

MHP, son dönemin merakla takip edilen partisi oldu. Kurucu lideri Alpaslan Türkeş’in vefatından sonra bir lider partisi olmanın ötesinde ideolojik bir tabana sahip olduğunu gösteren MHP, 18 Nisan 1999 seçimlerinde sürpriz başarıyla % 18 oy almıştı. Bu sürpriz başarıya rağmen,  kendi liderliğinde bir koalisyon yerine Bülent Ecevit liderliğinde bir koalisyonu kabul eden Genel Başkan Devlet Bahçeli, böylece MHP’yi yeni bir güzergâha soktu. Belki gerçekçi bir değerlendirmeye dayanan bu tercih, DSP-MHP-Anap koalisyonun çok açık başarısızlığı ile tarihe geçti. MHP, bu koalisyon sürecinde sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada milliyetçilerin küreselleşmeye cevap veremeyen ideolojik baskısı altında ezildi. Bu yüzden bazen çok uyumlu bazen çok uyumsuz bir parti görüntüsü ortaya çıktı. MHP aynı zamanda Türkiye’deki milliyetçilerin entelektüel seviye kaybının sonucu olarak, değişen şartlar karşısında kendini yenilemeyi başaramadı.

Bahçeli’nin bu dönemde, MHP’yi mafyöz ilişkilerden temizlemek başarısının yanında, değişime direnen bu milliyetçi elitlerle de mücadele etmek zorunda kaldığı görüldü. Buna bir de MHP tabanının yükselen sınıf ve zümrelerle ilişki kuramayışı, MHP’nin otoriter liderlik ve teşkilat anlayışı da eklenince, başarısızlık kaçınılmazdı. Nitekim MHP bu hükümette başarılı olamadığı gibi, daha sonra da kendini yenilemeyi başaramadı.

3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında, bu seçimleri tahlil ederek bir muhasebe yapmak yerine, sessizce beklemeyi tercih eden MHP, bu dönemde milliyetçilik tartışmalarında sokaktan uzak duran tavrıyla takdir topladı. Ancak MHP’nin yaptıklarıyla değil, yapmadıklarıyla beğenilmesi MHP’den pozitif değil negatif bir tavır beklendiğini gösteriyor. MHP bu dönem zarfındaki sessizlik politikasını son zamanlarda terk etti. MHP’nin uzun zamandır sessiz kalmanın verdiği gerginlikle bir anda sert çıkışlara başlaması, iki blok arasında kalmayı telafi etmek kaygısının izlerini taşıyordu. Öte yandan 3 Kasım 2002 seçimlerinde barajın altında kalan MHP, 2007, 2011 ve 2015 seçimlerinde barajı geçmenin yanında bir anahtar parti hüviyetini kazanmaya başladı. 2007 Cumhurbaşkanlığı krizinde TBMM’ye girme kararı, başörtüsünün anayasal bir değişiklikle serbest bırakılmasında AK Parti ile müşterek tavırlarına karşın müzakere sürecine sert bir şekilde karşı çıkması ve 10 Ağustos 2014 seçimlerinde CHP ile beraber Erdoğan karşısına ortak çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklemesi akıllardadır.  MHP 7 Haziran 2015 seçimlerinde CHP ve HDP ile koalisyon yapma telkinlerini kabul etmeyince, AK Parti karşısında bir blok olarak hareket etmediği için ağır bir şekilde eleştirilmeye başlandı. Şimdi bu eleştirinin tarihini hatırlamak için 2007’ye dönelim.

Bahçeli 2007’de de hedefti

Nisan 2007’de tertiplenen Cumhuriyet mitingleri, 27 Nisan’da Genelkurmay Başkanlığı’nın AK Parti Hükümeti aleyhine yayınladığı bildiri ve Anayasa Mahkemesi’nin hukukla bağdaşmayan 367 kararı 22 Temmuz seçimlerinde AK Parti’nin oylarını %34’den %47’ye çıkarmıştı CHP’nin yerinde sayması ve DP’nin silinmesiyle sivil-asker bürokrasi ile müttefiklerinin açık bir başarısızlığı söz konusu olmuştu. Bürokratik bakış açısının seçmenin tercihini anlamak ve anti-demokratik müdahalenin yarattığı rahatsızlığı görmek yerine suçlu arama kaygısıyla birbirine saldırma telaşına girdiği hatırlardadır. Cumhuriyet mitinglerini tertip edenler ortadan yok olmuştu ve CHP 27 Nisan bildirisi yüzünden o gün orduyu tahrik edip, desteklerken bugün orduyu itham ediyordu. Ordu, CHP’yi toplumdan kopuk olmakla suçluyordu. İşin içinden çıkamayan ve demokratik zihniyetten uzak olan bu çevrelerin, seçmeni suçlamak konusunda birleşmeleri halktan kopuk, seçkin ve bürokratik tavır paydasında birleştiklerini gösteriyor.

22 Temmuz seçimlerinin sonuçlarına rağmen bile Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını’nı engelleyebilecekleri hayaline kapılan bu çevrelerin, Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra nasıl şaşkınlık içinde oldukları hala akıllardadır. Bir yandan da bir günah keçisi arama telaşına girmişlerdi. Günah keçileri ise, seçimden önce AK Parti karşısında müttefik olarak ilan ettikleri MHP ve Genel Başkanı Devlet Bahçeli olmuştu. CHP’nin bu yöndeki çıkışları malum: Yalçın Doğan, Milliyet gazetesinde askerlerin de, Bahçeli’yi itham ettiklerini yazmıştı. Doğan’ın yazdıklarına göre, askerler Bahçeli’yi sadece Gül’ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesinden dolayı değil, 3 Kasım 2002’de AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesinden dolayı da suçluyorlarmış. Yalçın Doğan şöyle yazıyor:

“Çok az kişi farkında. Askerin araştırdığı bir başka konu, Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Bu soru ile birlikte, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye dönük oklar havada uçuşuyor. Başlangıç 2002. Asker, 2002’de erken seçim kararının alınmasında Bahçeli’yi sorumlu görüyor. İkincisi, Gül’ün seçimi için TBMM’ye katılmasında, Bahçeli’yi yine eleştiriyor. Bahçeli ile AKP arasında bağlantı kuruluyor.”

Sadece bu muhakeme tarzı bile, askerin neden siyasetten uzak durması gerektiğini, bu hususta hiçbir donanıma sahip olmadığını net bir şekilde gösteriyor. Bu muhakeme, askerin eğitim sistemlerini ve toplumu anlamayan zihniyet problemlerinin de tartışılması gerektiğini kamuoyunun gündemine taşıyor.

MHP’nin bir siyasi parti olarak demokrasinin, seçim sonuçlarının ve tabanının sesini dinlemeyerek sivil-asker bürokrasinin taleplerini yerine getirmesi beklenemezdi. Aksi halde gireceği ilk seçimde DP’nin akıbetine uğraması kaçınılmaz olurdu. Şimdi CHP’yi toplumdan kopuk olmakla suçlayan askerlerin, böyle bir ihtimal karşısında aynı rahatlıkla bu sefer MHP’yi eleştirdiklerini görebilirdik.

Ne zamandan beri erken seçim istemek veya TBMM’ye katılmak, AK Partili olmak anlamına geliyordu? Devlet Bahçeli’ye dahi bu ithamlarda bulunanların, ancak aklından ve niyetinden şüphe edilebilir... Türkiye’de demokrasiyi ve sivil yönetimi hazmedemeyenlerin şimdiki hedefinin Bahçeli olması, Türkiye’deki siyasi sisteminin sıklet merkezinin değiştiğinin ve buna direnenlerin çaresizliğini göstermektedir.

8 yıl sonra yeniden

2007 Cumhurbaşkanlığı krizinin üzerinden 8 yıl geçtikten sonra, MHP parti menfaatlerini ve siyasi programını vurgulayarak HDP’nin içinde yer alacağı veya destekleyeceği bir hükümette olmayacağını kararlılıkla ifade edince 2007’deki aynı çevrelerin yeniden Devlet Bahçeli ve MHP’yi hedef aldıkları görülüyor. Bu çevrelerin sadece AK Parti karşıtlığı üzerinden, kendi istedikleri zaman ve kompozisyonla siyaseti dizayn etme gayretleri, 2007’deki mantığa benzer bir şekilde devam ediyor. Partilerin taban, teşkilat ve elitlerini, tarihlerini, siyasi programlarını dikkate almadan masa başında lider ve partilere talimat veren siyaset anlayışındaki gariplik dikkat çekicidir. 516 oy akmış 50 yıllık bir siyasi hareketi kendi siyasi projeleri için bir kurban gibi gören anlayışa, bu siyasi hareketin direnmesinden tabii ne olabilir? Bu anlayışın, hangi meşruiyet kriterinden hareket ettiği belli değil ama bunun demokrasinin ve siyasetin mantığına aykırı olduğu aşikâr. Adeta siyaseti ve tarihi sona erdirme cüretkar siyaset mühendisliğinin bir kez daha iflas ettiğini, MHP’nin tavrı ve TBMM Başkanlık seçimleri gösterdi.

[email protected]