MHP, süreç ve tedirgin Türkler

Doç. Dr. Mehmet Akif Okur/Ankara Strateji Enstitüsü
13.04.2013

MHP’nin Güneydoğuda profilini yükseltmeye, göç alan Batı illerinde de yeni siyasi stratejilere başvurmaya ihtiyacı var. Kürt kökenli vatandaşlarla artan temas, daha büyük bir seçmen havuzunu MHP’nin terör meselesi ve etnik sorunların çözümü yolunda gerçekçi adımlar atabileceğine ikna edebilmek için elzem.


MHP, süreç ve tedirgin Türkler

Türkiye, tarihinin en gergin dönemlerinden birini yaşıyor. Toplumsal tansiyonun fırladığı, siyaset denizinin hırçınlaştığı zamanlardayız. Kabaran dalgaların ne kadar yükseleceğini, hangi sahilleri nasıl bir hızla döveceğini önceden bütünüyle kestirmek zor. Ancak yine de, Türkiye’nin yakın vadedeki dinamiklerini etkileyecek önemli siyasi aktörler üzerine bazı değerlendirmelerde bulunmak gerekiyor. PKK’yla başlatılan sürece ilk aşamasından itibaren en keskin biçimde muhalefet ederek dikkatleri yeniden üzerinde toplayan Milliyetçi Hareket Partisi, hiç şüphesiz bunlardan biri.

Siyasi yelpazedeki yeri ve hitap ettiği sosyolojik havza, MHP’yi mevcut konjonktürün “veto” potansiyeline sahip güç merkezleri arasına yerleştiriyor. MHP, kendi oyununu kurmak için gerekli kaynaklardan yoksun olmasına rağmen, itirazıyla sürecin siyasi maliyetini hayli yükseltebilecek bir yerde duruyor. Veto kartını sonuna kadar ve kararlılıkla kullanacağı ise çok açık. MHP’nin mevcut şartlarda ciddi bir değişim yaşanmadığı müddetçe ikna olabileceğini yahut CHP’ye benzer bir tavır takınabileceğini bekleyenler yanılıyor. Aksine, yakın geçmişinde olmadığı kadar enerjik bir MHP’yi alanlarda görmek kimse için şaşırtıcı olmamalı.

MHP’nin etki menzili

İzlenen politika, ideolojik olduğu kadar pratik sebeplere de dayanıyor. MHP’nin aktif gündemini gittikçe daraltarak büyük ölçüde terörle mücadeleye hasrettiğini unutmamalıyız. Türkiye ise şimdiye kadar hep eleştiri konusu olan bu durumu siyasi avantaj haline dönüştüren bir süreçle yüz yüze. Ard arda yaşanan gelişmelerin yarattığı duygu yüklü tepkiler, MHP’nin etki menzilindeki kitleleri sert bir muhalif üslup etrafında hareketlendirmesini kolaylaştırıyor. Yelkenler açık, rüzgar da seyahat edilmek istenen yöne doğru esiyorsa hangi kaptan denizden uzak kalmak ister?

Bu soru bizi madalyonun diğer yüzüne götürüyor. Yelkenleri şişiren fırtınanın gemiyi limandaki sandığa kadar eriştirebilmesi için ehlileşmesi, kalıcı ve istikamet sahibi bir rüzgara dönüşmesi lazım. MHP’nin sıkıntısı da, veto gücünün sınırlarını belirleyen kısıtlar da burada başlıyor. Öncelikle, geniş kitlelerle güven yaratan iletişim zeminlerinin inşası için şiddet çağrışımları ve süreklilik kazanmış öfke tonundan uzak bir siyasi dile ihtiyaç var. Aksi halde toplumun büyük bölümünün ciddi travmalar yaşanan kısa vadeli dönemler dışında etkileşim menzilinde tutulabilmesi imkansız. Elbette siyaset sadece ağırbaşlı değerlendirmelerin değil, toplumsal gerilimlerin ve heyecanların da karşılığını bulduğu bir alan. Bununla beraber, tepkici duygusallıklar siyasi tercihe dönüşürken sözün tartıldığı terazinin bir kefesine kitlelerin istikrar arayışı her zaman ağırlığını koyuyor. Olan-bitenin doğurduğu kızgınlık, alternatif geleceğin ancak umut ve sağduyuyla inşa edilebileceği gerçeğini değiştirmiyor. MHP tarafından iktidara yöneltilen eleştirilerin, mevcut durumun sürdürülemez olduğunu unutmayan yeni ve ikna edici bir yarın vizyonuyla desteklenmedikçe “oyunu değiştirecek” etki düzeyine erişmesi hiç de kolay değil.

Bu yüzden MHP’nin güneydoğuda profilini yükseltmeye, göç alan Batı illerinde de yeni siyasi stratejilere başvurmaya ihtiyacı var. Kürt kökenli vatandaşlarla artan temas, daha büyük bir seçmen havuzunu MHP’nin terör meselesi ve etnik sorunların çözümü yolunda gerçekçi adımlar atabileceğine ikna edebilmek için elzem. Aksi takdirde, anketlere yansıyan kızgınlık ve kaygının MHP’yle buluşturduğu kitleler kolaylıkla tercih değiştirebilirler. Bunun için ise ideolojik düzeyde, herkesin içine sığabileceği, demokrasiyle bağları güçlendirilmiş bir Türklük tasavvurunun hayatın farklı alanlarını kuşatan geniş bir siyasi gündemle sentezlenebilmesi gerekiyor. MHP’nin başarısı, yükselen etnik gerilim sebebiyle kendisine yönelen kitlelerin karmaşık duygularını çatışma ekseninin dışında bir yerlerde siyaseten anlamlı kalıplara dökme becerisiyle ölçülecek.

‘Tedirgin Türkler’i kazanamaz

MHP’yi potansiyel etki alanının uzağına düşüren bir başka önemli handikabı “tedirgin Türklerle” iletişim kurmaktaki başarısızlığı. Tedirgin Türkler, sürecin kaderini tayin edecek esas kitleyi teşkil ediyor. Şu anda tamamına yakını Adalet ve Kalkınma Partisi seçmeni. Daha önce merkez sağ partiler ve MHP’ye oy vermişler. Bir kısmı da Milli Görüş geleneğinden geliyor. Dindarlıklarının rengini verdikleri bir milliyetçilikleri var. Büyük çoğunluğu, kendisini Osmanlı vb. tarihi sembollere yapılan vurguyla açığa çıkaran bir kimlik hassasiyetine sahip. İdeolojik düşünmüyorlar ama “milliyetçi” nitelemesini de sempatik buluyorlar. Hatta Başbakan’ı kendi anlam dünyalarında milli/milliyetçi bir figür kabul ederek benimsediler. Referandumda “evet” cephesinde yer aldılar. Türkiye’nin demokratikleşmesinden memnunlar. Üstelik, Kürt komşularının bireysel ve kültürel hak taleplerini de içtenlikle desteklediler. Ancak, Öcalan’la yürütülen müzakereler, Erdoğan’ın milliyetçileri hedef alan çıkışları ve Türksüz anayasa tartışmaları bu büyük kitleyi tedirgin etti.

Tedirgin Türkler, henüz duygu dünyalarındaki dalgalanmayı dindirmiş değiller. Anketlerde muhalefet cephesinde gözükmüyorlar. Şu an için ekranları takip edip “hayrolsun inşallah” demekle yetiniyorlar. Vadedildiği gibi her şey yolunda giderse, muhtemelen yeni bir siyasi arayışa girmeyecekler. Ama artık algıları muhalefetten, özellikle de MHP’den gelecek mesajlara açık. Ne var ki MHP’nin, referandumdan sonra daha ısrarcı bir biçimde ilerlediği rota ve kurmaya çalıştığı ilişkiler ağı bu kitleyle temas imkanlarının önünü kesiyor. Sahillerde göçün yarattığı etnik gerilim hattına ve CHP’yle bağları gevşeyen ulusalcılara Silivri sembolizmi ne kadar sıcak ve çekici geliyorsa, tedirgin Türkler’i de o denli uzağa itiyor.

MHP kendinin gerisine düştü

Değerlendirmemi şu soruyla noktalamak istiyorum. Mevcut durum yakın vadede değişebilir mi? İşaretler, böyle bir ihtimalin hayli zayıf olduğunu söylüyor. Örneğin, MHP tarafından meclise sunulan anayasa taslağının dibacesi, potansiyel seçmen kitlelerinin duyarlılıkları dengelenemezken Türk milliyetçiliğinin fikri mirasıyla uyum kaygısının da güdülmediğini gösteriyor. Milliyetçilerin 12 Eylül şartlarında bile itiraz ettikleri “Atatürk milliyetçiliği”, MHP taslağında yer alıyor. Yine, “Kurtuluş Savaşı ile kurulan Türk Devleti” ifadesi, Türk milliyetçiliğinin 1960’ların sonlarında bağımsız bir siyasi parti halinde örgütlenirken esas aldığı tarih teziyle tezat oluşturuyor. Ulus devlet çağında parti amblemi olarak imparatorluk dönemine ait bir sembolün, “üç hilâl”in seçilmesinin ardında Selçuklu-Osmanlı ve Cumhuriyeti aynı Türk devletinin ardışık evreleri sayan bu tarih felsefesi yatıyordu. Kemalist ulusalcıların iddia ettiği gibi, Türk milleti cumhuriyetle doğmamış, 1923’te yeni bir devlet kurulmamıştı. Hassasiyetin kaynağı, İslam ve Osmanlı mirasına karşı değişik adreslerden yürütülen kampanyaydı. 1923’ü milat kabul edenler, temelde otoriter Batıcılığı milliyetçilik olarak takdime çalışıyorlardı. Bugün bu yaklaşıma ulusalcılık diyoruz...

[email protected]