MHP’nin hayali davası ve ‘son ülkücüler’

Cengiz Sözübek / Araştırmacı-Yazar
9.07.2016

Kongre üzerinden şekillenmeye başlayan MHP’nin “merkeze çekilme” projesi bugün itibariyle; Türkiye seçmeninin ortalama hissiyatına karşılık gelen “merkez”in değerleri yerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a muhalif tüm katmanları bir araya getirmeyi amaçlayan “çatı adayı” denemesinin uzantısı olarak kendisini göstermektedir.


MHP’nin hayali davası ve ‘son ülkücüler’

18 Nisan 1999 seçimlerinden yüzde 18 civarında oy oranıyla ikinci parti olarak çıkan MHP, 12 Eylül sonrası oluşan şartlarda kadrolarını ve mevcut ve potansiyel seçmenini merkez sağ partilere kaptırarak girdiği “yok olma” cenderesinden çıkma umudu göstermişti. Türkiye siyasetinin kabaca yüzde 60-70’ine tekabül eden merkez-sağ/muhafazakâr/milliyetçi seçmenin 90’ların başlarından 28 Şubat’a kadar ANAP, DYP ve Refah Partisi’yle yaşadığı “hayal kırıklıkları”na MHP’nin “denenmeyen bir parti” olmasını eklediğimizde bu seçim başarısı daha da anlamlı oluyordu. 99 seçimlerinde barajı birkaç puanla aşabilen ANAP ve DYPseçmenleri için bir sonraki seçimde adres MHP olabilirdi.

MHP ve Bahçeli’nin bu fırsatı değerlendirememesinin arka planını irdelemeye şu soruyu sorarak başlayabiliriz: MHP’nin 1999 seçimlerinde yüzde 18 oy almasını sağlayan “özellikleri” nelerdi? 12 Eylül sonrası merkez partilere giden “milliyetçi seçmenin” Alparslan Türkeş’in vefatıyla oluşan vefa duygularının birkaç puanlık getirisini saymazsak, MHP’nin kendisini bir anda “sağın lideri” olabilecek konumda bulması temel olarak Türkiye’nin 90’larda çok kötü yönetilmesiyle ilgiliydi.

Kemikleşmiş oy

MHP’nin Soğuk Savaş yıllarına ait merkez-sağ seçmenin zihnindeki kuşkular, Bahçeli’nin o yıllara ait çok fazla bilinmeyen mazisi ve ketum kişiliğiyle kısmen azalmaya başlıyordu. MHP 99 seçimlerinde yüzde 18’lik oy oranını, Soğuk Savaş yıllarında şekillenen ve neredeyse hâlâ güncellenmeyen ideolojik söylemlerini dillendirerek almadı. Geçici olarak aldığı yüzde 10’luk tepki oylarının bir kısmını da bu katı ideolojik söylemlerine kuşkuyla bakan seçmenler oluşturuyordu. Soğuk Savaş şartları ve MHP’nin 12 Eylül öncesindeki mücadelesi üzerinden şekillenen fikrî zeminde kendisini tanımlayan “aileden ülkücü” tabanın oluşturduğu yüzde 7-8 civarındaki “kemikleşmiş oy”un dışında MHP’nin “resmî ideolojisi”ne oy veren bir seçmeni neredeyse hiç olmadı. “Devlet Bahçeli MHP’si”nin başarısızlığı ve aslında çaresizliği de Soğuk Savaş’a göre kodlanan bir lider-teşkilat-doktrinin hem Türkiye sosyolojisinde hem de zamanın ruhuna göre kendisini kodlayan devletin gelecek muhayyilesinde hiçbir karşılığının olmadığını “tabanına” anlatamamasında ve bu “eski”yi dönüştürememesinde yatıyor.

MHP’nin Türkiye sosyolojisinde ve devlet kertesinde karşılığı olabilecek münhasır bir ekonomi politiği, “turan” gibi târihte hiç olmamış afaki ve hayali bir “dâvâ” dışında ayakları yere basan bir dış politika vizyonu, bizi bin yıldır bir arada tutan kimlikle 1930’ların suni kimliği arasındaki derin uçurumu deşifre edecek bir politik duruşu, Kürt sosyolojisini ve birlikte yaşama iradesini Osmanlı-Selçuklu terkîbiyle açıklayacak birkaç sahici cümlesi neredeyse yok gibidir.Türkiye sosyolojisinin en büyük gerçeği olan “orta sınıf”a ait bir dili konuşamayan MHP’nin, Orta Anadolu şehirlerindeki eski kalelerinin son kalıntılarında “kasaba milliyetçiliği” ve devlet bürokrasisindeki kısmî gücü ile ulaşabileceği seçmen potansiyeli hayli sınırlı olacaktır.

MHP’nin 1 Kasım seçimlerinden sonra kongre sürecinde yaşadığı buhranın “delege irâdesi”nin de ötesinde derin izlerini işte bu zihnî ve son derece “pratik” anlamda yaşadığı karmaşada aramak gerekiyor. Zira 7 Haziran seçimlerinde 18 Nisan 1999 seçimlerinde yakaladığı oy oranına yakın bir oy alan MHP, 2 Kasım sabahında MHP’ye oy veren seçmenin yaklaşık yüzde 20’sinin -istikrarın bozulduğunu düşünerek- MHP’ye oy verdiğine pişman olması gerçeğiyle yüzleşti. Bu istikrar psikolojisi HDP seçmeninde de varlığını göstererek 1 Kasım seçimlerinde seçmenin AK Parti’ye yönelmesini sağladı. Fakat bu durum MHP’nin Türkiye siyasetinde merkezi değil HDP ile birlikte karşılıklı iki kutbu işaret ettiği gerçeğini değiştirmemiştir.

Yüz yıldır “devlet”in önüne farklı şekillerde gelen üç tarz-ı siyâsetin son tahlilde devletin var olma adına geliştirdiği refleksler olduğu bir gerçek. Bunu idrak etmeyip üstelik de Soğuk Savaş’a ait tüm değerlerin tasfiye edildiği bir süreçte hâlâ eskide ısrar etmek MHP’yi kısa vadede yüzde 8-11 bandına hapsedecek, Türkiye siyaseti normal seyrinde gittiği sürece de MHP marjinal bir parti olmaktan kurtulamayacaktır.

Sonu hüsran olacak

MHP’nin kongre sürecini de; “son ülkücü neslin” Soğuk Savaş dilinin sosyolojiye ve zamanın ruhuna kesin mağlubiyeti ve MHP’li bir aday üzerinden tartışılan “5.parti projesi” ile tipik bir merkez sağ partisi olarak “zihnen” mutlak mağlubiyeti arasındaki’kırk katır ve kırk satır’durumu şeklinde özetlenebilir.

Kongre üzerinden şekillenmeye başlayan MHP’nin “merkeze çekilme” projesi bugün itibariyle; Türkiye seçmeninin ortalama hissiyatına karşılık gelen “merkez”in değerleri yerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a muhalif tüm katmanları bir araya getirmeyi amaçlayan “çatı adayı” denemesinin uzantısı olarak kendisini göstermektedir. Türkiye’nin en temel problemlerinden birisi olan “muhalefet boşluğu”nun, 1930’larda kalmış bir CHP ile tersinden Kemalist mukallidi HDP üzerinden “sol bir dil”le doldurulamayacağı anlaşılırken; MHP üzerinden planlanan ve CHP-HDP’nin de tek yaptığı şey olan mutlak “Erdoğan düşmanlığı” temelinde şekillenecek “merkez partisi” çabalarının da sonu hüsran olacaktır.

[email protected]