Millet FETÖ’yü bitirdi

Nebi Miş / SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü
23.07.2016

Uzun dönem devletin içine sımış FETÖ’cü cuntanın, kamuoyunda tartışılanın aksine planlamayı en ince ayrıntısına kadar düşündükleri aşikardır. Ancak, hesap edemediklerinden ya da kendilerine çok güvendiklerinden dolayı dikkate almadıkları husus, Türkiye toplumunun, siyasetin ve siyasi liderliğin bir çok sınamadan geçtiği ve dönüştüğü meselesidir.


Millet FETÖ’yü bitirdi

15 Temmuz gecesi Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) gerçekleştirdiği darbe girişimindeki terör saldırıları, 11 Eylül’de El Kaide Terör Örgütü’nün ikiz kulelere yaptığı terör saldırısından daha vahimdi. Sivil halkın üzerine adeta zevk alırcasına sürülen tanklar, Gazi Meclis’in bombalanması, darbeye karşı çıkan halka havadan bomba yağdırılması DAEŞ terör örgütünün canlı bombalarla yaptığı katliamdan hiçbir farkı yoktu. Elleri havada “durun yapmayın” diye kendilerine yalvaran insanları kurşuna dizmeleri, DAEŞ’in kameralar önünde kafa kesmesiyle birebir aynıydı. Caddelerde darbeye karşı duran insanların üzerine adeta zevk alırcasına tank sürerek insanların vahşice şehit edilmesi ile Fransa’da kutlama yapan insanların üzerine bir kamyonla gidilerek katledilmesi benzerdi.

Sapkın bir din anlayışı ile insanların motive edilerek ve “beklenen gün”ün geldiğine inandırılarak bu katliamın yapılması, DAEŞ terör örgütünün kıyamet senaryosu ile aynıdır. Türkiye’de yaşayan herkesin bildiği üzere, Gülenistler terörist başı Fethullah Gülen’in sapkın şifreli öğretilerini yorumlayarak sürekli “beklenen gün”e göre motive olmuşlardır. Söz konusu gün geldiğinde Fethullah Gülen’in mehdiliğinin aşikar hale geleceğine ve herkese ilan edileceğine,sadece son dönemde değil bu örgütün kurulmasından itibaren Gülenistler inandırılmıştır. 17-25 Aralık darbe girişiminden sonra bu örgütün üst düzey yapılanmasının attığı tweetlere ve Gülen’in söylemlerine bakıldığında örgüt üyelerine ümitsizliğe kapılmamalarını “beklenen gün”ün çok yakın olduğunu söylemeleri yeterince açıklayıcıdır. Bu anlamda FETÖ, DAEŞvari sapkın bir ideolojiyle ve İslam’ı bu ideolojiye alet ederek ordu başta olmak üzere devlet kurumlarının içerisine sızdırdığı cuntacı yapılanma ile “beklenen günde” bu darbe girişimini gerçekleştirmiş ve gözünü kırpmadan birçok insanı katledilmiştir. Darbenin başarısız olması ise yeni bir “beklenen gün”ün FETÖ’ye müjdeleneceğinin işaretidir.

Önceki darbelerden farkı

Bu anlamda, 15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye siyasal hayatında daha önceden yapılan darbelerden birçok yönden farklıdır. Tüm askeri darbelerde kullanılan bazı yöntemler devreye sokulmuştur. Ancak bu darbe girişiminin baskın özelliği sapkın bir dini motivasyonla terörist yöntemlerin kullanılmış olmasıdır. Türkiye bu darbe girişiminden önce doğrudan silah kullanılarak ya da dolayı yöntemlerle darbelerle karşılaşmıştır. Ancak hiçbir darbede devletin kurumları bombalanmamış ve halk caddelerde kurşuna dizilmemiştir. Bu darbe girişiminde olduğu gibi, 27 Mayıs 1960 darbesi de ordunun hiyerarşisinin dışında gerçekleşmişti. Ancak, 27 Mayıs cuntası örgütlenmesinin, kendi hiyerarşisi ve motivasyonları ordu içinde oluşturulmuştu. 15 Temmuz  darbe girişimi cuntacılarının hiyerarşisi ve örgüt yapısı ordu dışında şekillenmiştir...

Hiyerarşi FETÖ örgütlenmesine göre dizayn edilmiş, cuntanın yapılanmasında ordu dışı kişiler de kullanılmıştır. Darbe girişimi gecesi FETÖ’cü yapılanmanın üst düzey sivil kanadının askeri garnizonlarda ve tank içinde yakalanması bu anlamda yeterince açıklayıcıdır.

Geçmiş darbe uygulamalarına benzer şekilde sokaklara tanklar çıkarılmış, jet uçakları korku salmak amacıyla ses hızını aşan bir şekilde çok alçaktan uçurulmuştur. İletişim stratejisi olarak geçmiş darbelere benzer, TRT’nin haber kanalı ele geçirerek bildiri okutulmuş, diğer özel yayın kuruluşlarına müdahale edilmeye çalışılmıştır. Darbenin gerçekleşmesi halinde kimin hangi kuruma atanacağı kararlaştırılmış, darbe sonrası bir plan hazırlanmıştır. TRT’de okunan bildiride geçmiş darbe bildirilerinde olduğu gibi, darbe girişimin bir takım gerekçeleri sıralanmış, darbecilerin BM ve NATO başta olmak üzere uluslararası yükümlülüklere bağlı kalacağı açıklanmış, sıkıyönetimle birlikte sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.

Ancak geçmiş darbe girişimlerinden farklı olarak, sokağa çıkan tank, kendi halkına savaş açmış, uçaklardan bomba yağdırılmış, cuntacılar sivil katliama girişmiştir. İletişim planlamasında, TV kanalarına ve TÜRKSAT uydu sistemine el koymaya çalışırken, kendi sivil teknik ekiplerini yanlarında götürmelerine rağmen, iletişim teknolojilerinin boyutunda bazı yönleri ıskalamışlardır. Ya da TÜRKSAT baskının da olduğu gibi, personelin zekice hamleleri ve cesurca direnci ile amaçladıkları emellerine ulaşmayarak tüm televizyon kanallarının yayınını kesmeyi aynı anda başaramamışlardır. Çünkü cuntacılarının yapmak istediği TRT hariç diğer kanalların yayınını kesmek, TRT’yi ise kendi propagandaları için açık tutmaktı. Diğer taraftan sosyal medya iletişimini kesmeyi planlasalar da bu planlarını uygulayamamışlardır. Ayrıca binlerce cami hoparlörünün görebileceği işlevi hesap etseler de Diyanet İşleri Başkanı’nı ele geçirememişlerdir.

Erdoğan’ın etkisi

Şurası bir gerçek ki uzun dönem devletin içine sımış FETÖ’cü cuntanın, kamuoyunda tartışılanın aksine planlamayı en ince ayrıntısına kadar düşündükleri aşikardır. Ancak, hesap edemediklerinden  ya da kendilerine çok güvendiklerinden dolayı dikkate almadıkları husus, Türkiye toplumunun, siyasetin ve siyasi liderliğin bir çok sınamadan geçtiği ve dönüştüğü meselesidir. Darbenin engellenmesinde darbenin emir komuta zincirinin dışında olması, iletişim teknolojilerinin gelişmesi gibi hususların da etkili olduğu bir gerçekse de, esas etken Erdoğan’ın siyasi liderliği ve toplumu meydanlara çıkarabilme gücüdür.

Darbenin önlenmesinde Erdoğan etkisi, sadece darbe gecesinde göstermiş olduğu siyasi liderlik değil; son 14 yıllık Türkiye’nin dönüşümünde ve gelişimine vurduğu damgayla doğrudan ilgilidir. Erdoğan’ın darbe gecesi televizyon kanallarına görüntülü olarak bağlanarak halkı havaalanlarına ve meydanlara çağırması, halkın özgüveni ve motivasyonunu artırırken darbecilerin psikolojik olarak paniklemesine yol açtı. Birçok riski göze alarak Atatürk Havalimanı’na gelebilmesi toplum açısından savaşın kazanılacağının, cuntacılar için savaşın kaybedildiğinin göstergesi olarak algılandı. Erdoğan’ın Kurtuluş ve Kıbrıs Savaşı’nda olduğu gibi ezan ve salayı gece boyunca okutması, bu savaşın topyekûn bir kurtuluş mücadelesi olarak algılanmasını da beraberinde getirdi. Böylece halk sokaklara çıkarak dünya darbe tarihinde görülmemiş şekilde destansı bir direnişle kurtuluş mücadelesini gerçekleştirdi. Kurtuluş mücadelesinin azmi ve kararlılığı darbecilerin püskürtülmesine ve “ordu içindeki kararsız ya da izleyici grupların” cunta karşıtı pozisyona geçmesini ya da pasif kalmasını sağlamıştır.

Erdoğan’ın darbe gecesine kadar göstermiş olduğu siyasi liderlik, gece boyunca sürdürülen mücadelenin alt yapısını oluşturdu. Çünkü, 17-25 Aralık sürecinden hemen sonra FETÖ’cü yapılanmayı bir terör örgütü olarak ilan etmemiş ve mücadeleye başlamamış olsaydı, 15 Temmuz savunması çok daha zor olurdu. Örneğin Emniyet Teşkilatı’nda FETÖ’cü yapılanmanın önemli bazı ayaklarının temizlenmiş olması ve binlerce yeni güvenilir kişinin emniyete alınması bu mücadelenin kazanılmasında önemli etkenlerden biridir. Hukuk içerisinde temizliğin yapılmadığı bir durumda, FETÖ’nün Hava Kuvvetleri imamının salıverilmesi hadisesinde olduğu gibi, tutuklananlar hemen bırakılabilirdi. Erdoğan, birçok itiraza ve yeterli desteği alamamasına rağmen FETÖ’cü yapılanmanın ekonomik kaynakları ve medya ayağı ile mücadele etmeseydi, darbe girişimi gecesi ve sonrasında darbe mücadelesini etkisizleştirecek ve kimlik grupları arasında çatışma çıkarılabilecek manipülatif haberler yapılabilirdi.

Erdoğan ve AK Parti’nin 27 Nisan 2007’deki e-muhtıraya karşı göstermiş olduğu kararlı tepki ve duruş darbeler tarihinde bir kırılmayı ifade eder. Bu tarihten itibaren, toplum ve siyaset darbe ile mücadele edilebileceğini görmüştür. Siyaset kurumu ve AK Parti son 14 yıllık süreçte sürekli krizlerle sınandığı için “siyasal öğrenme” kabiliyetini geliştirmiştir. Her krizden kazanarak çıkması ise hem toplumun hem siyasetin özgüvenin artmasını sağlamıştır. Tüm süreçler aynı zamanda sadece AK Parti ve tabanının dönüşmesini değil, diğer siyasi parti ve tabanlarının da dönüşüme ayak uydurmasını beraberinde getirmiştir. Bu açıdan bakıldığında FETÖ’cü darbe girişiminin başarısızlığa mahkûm edilmesinde tüm siyasi partilerin ve toplumun her kesiminin tepki koyması ve mücadele etmesi hayati bir konumdadır.

Darbecilerle hesaplaşma

Darbe sonrası yeniden yapılanma ve darbecilerle hesaplaşma ayrı bir yazı konusu olsa da bu konuda iki hususun altını çizmek önemlidir. Birincisi, OHAL’in ilan edilerek FETÖ’cü yapılanma ile zaman kaybetmeden mücadele edilmesi doğru bir karardır. FETÖ’cü yapılanmanın devletin içine sızmış tüm yapıları tasfiye edilmelidir. Sadece FETÖ’cülerle değil bu yapıya hala devlet içinde müsamaha gösterenlerle de ayrıca mücadele edilmelidir. İkinci önemli konu, TSK içindeki temizlik ve yeniden yapılanma,17-25 Aralık darbe girişimi sonrası emniyetteki mücadeleye ve dönüşüme benzer şekilde yürütülmelidir. Sadece kişilerin belirli görevlerden alınması ve yeni atamaların yapılması ile değil, sistemsel ve kurumsal yeni bir yapılanmanın hiç vakit kaybetmeden hayata geçirilmesi gerekmektedir. “Dere geçilirken at değiştirilmez”  ya da “Terörle mücadele zafiyete uğrar” mantığı bir kenara bırakılarak, radikal çözümler için hemen harekete geçilmelidir. Benzer bir dönüşüm sürecinin aynısı MİT için yapılmalıdır.  Ayrıca FETÖ’cü sivil unsurlarla da daha etkin bir mücadele yürütülmelidir. Özellikle devletten uzaklaştırılan FETÖ mensubu kişilerin bundan sonraki örgütlenme süreçleri iyi takip edilmeli yeni terör faaliyetlerinin önüne geçilmesi engellenmelidir.

[email protected]