Milli hakimiyetin icra siyaseti

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
12.05.2023

Bir kişinin kendisi dışındakine gösterdiği tavır, böyle davranmayı hak bildiğini, kendisine de böyle davranılmasını istediği mesajını içerir. İşte hâkimiyet esasına dayalı siyaset burada dengelenir. Milletin hâkimiyetini cari kılan böyle bir siyasetin kazananı daima millet olacaktır.


Milli hakimiyetin icra siyaseti

Cumhuriyet milletin hakimiyetine dayalı ve onu hakim kılan bir rejimdir. Bu rejimin siyaset anlayışı milleti tüm unsurları ile iktidarda tutma anlayışına dayanır. Se yasa(üç yasa) olarak siyaset, hak hukuk ve adalet üçlüsüne dayalı yaşamsallığı gerçekleştirmeyi ele alan faaliyetin adıdır. Siyasi düşünce farklılıkları da bunun en iyi nasıl sağlanabileceğine ilişkin düşünce ve modeller üzerinden bir tartışma ortamında, bu konuda en iyi olanın hangisi olduğunun, kamuoyu önünde açığa çıkabildiği ortamda anlam ifade eder. Tek başına adaletten bahsetmek hiçbir anlam ifade etmez. Çünkü adalet milleti millet yapan hakkın yerine getirilmesi, ona uygun faaliyet gösterilmesi ile anlam kazanır. Milletin hak bilincinden ayrışmış hukuk ve adalet söylemi ile siyaset yapılabileceğini ileri sürmek, milletin hak bilincini hakim kılmak anlamındaki cumhuriyet rejimlerinde söz konusu olamaz. Bu anlamda siyasal partiler de hak hukuk ve adaleti gerçekleştirip, millete milletin hak bilinci doğrultusunda hizmet etme amacında siyaset yapar. Aksi halde yapılanın her ne kadar siyaset olduğu ileri sürülse de milletin hakimiyet bilincinden ayrışmış bir faaliyeti siyasetle izah etmek mümkün değildir.

Türkiye'de siyaset, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu cumhuriyetle mündemiçtir. Bu siyasetin odak noktası olan milletin hâkimiyeti iki boyutu ile öne çıkar. Bunlar milletin kendine ve devletine hâkimiyeti ile kendisine yönelen her türlü tehdit üzerinde hâkimiyet sağlayarak milletinin emrinde olan bir devlet idaresi ile gerçekleşebilir.

Davranışlarımız mesajdır

Hakkın gerçekleştirilmesi hususunda devlet aygıtının bu doğrultuda idare edilmesi anlamında olan hâkimiyetin esası hakka dayanır. Ancak içeriği ve kapsamı itibari ile bir tanıma gelmeyecek boyutta, var olan her şeyi içerecek kapasitede bir kavram olan hakkı tanımlamak mümkün değildir. Bireysel ve toplumsal hak olarak kendisini açığa çıkaran bu kavram, o toplumun hak anlayışı doğrultusunda cari olan değerler sisteminden yaşam tarzı olarak tezahür ederek tüm toplumsal düzen kurallarını ortaya çıkartır. Bireysel anlamda hak, kişinin başkalarına karşı yaptığıyla açığa çıkan ve yaptıklarının kendisine karşı da yapılmasını uygun bulacağı anlayışında açığa çıkarken, milleti millet yapan ortak hak bilinci o toplumu millet yapan değerlerin hayata geçmesi ile tezahür eder. Bu bağlamda kişinin ve toplumun hak algısı başkalarına karşı yaptığı davranışlarında kodlanır. Çünkü bir kişinin kendisi dışındakine gösterdiği tavır, böyle davranmayı hak bildiğini, kendisine de böyle davranılmasını istediği mesajını içerir. İşte hâkimiyet esasına dayalı siyaset burada dengelenir. Milletin hâkimiyetini cari kılan böyle bir siyasetin kazananı daima millet olacaktır. Ancak hâkimiyetin bu anlamı egemenlik kavramı üzerinden elde edilemez. Bir kere kişinin veya toplumun kendisine hâkim olması yani hakkı uygulaması yerine kendisine egemenlik yani hegemonya uygulamasından söz edilemez. Başkası üzerinde hegemonya kurmak ise hakkı sadece kendisi için talep eden, başkalarına haksızlığı meşru gören gayri ahlaki bir durumdur.

Hâkimiyet anlayışı hakkın herkese adil uygulanması, kendinden olmayanın hakkına da el uzatmamaya dayalı bir ahlak ile örtüşürken, egemenlik anlayışına dayalı ahlak, kendi gücünü başkalarına dayatma, kendisi için hak gördüğünü başkalarından esirgemeyle, hatta onların haklarını ele geçirmenin normal karşılandığı bir ahlak üretir. Bu yüzden her ülkede bambaşka kodlarla uygulanan cumhuriyet fikrinin farklı görünümleri bu iki kavramın algısal farklılıklarında şekillenir. Her ne kadar eş anlamlı olduğuna dair bir kanaat olsa da egemenlik bu bağlamda hâkimiyet ile uyuşmayan bir anlamda hareket eder.

Egemenlik kavramı

60 darbesinin gerçekleştirdiği ve halen devam eden, hâkimiyet kavramının dışlanıp yerine egemenlik kavramının konulması Türkiye siyasetini normalleştirecek felsefi kodu tahrif etmiştir. Bu kavramın meşruiyeti Atatürk'e dayandırılarak izah edilmek isteniyorsa, Atatürk'ün döneminde hiçbir yasal metinde egemenlik kavramına rastlamıyoruz. Oysa toplumsal düzen kurallarından başlayarak, hukuk ile devlet erklerinin tüm işleyişini düzenleyerek, denetleyici anlam içeren 'milli hâkimiyet' kavramı cumhuriyetin ve Türkiye siyasetinin kavramsal odak noktasıdır. Egemenlik algısı ile şekillenen siyasi düşüncede seçimleri kaybetmek egemenliğini kaybetmek gibi algılanıp saldırgan bir siyasete dönüşürken, milletin hâkimiyetini önceleyen siyasal sistemde, milletin hakimiyet bilincinin iktidar olması üzerinden kazanan daima iktidar olan millet olacaktır.

Türkiye siyaseti, muhafazakarlık ve modernlik kavramları üzerinde şekillenmiş bir tartışma ortamında gerçekleşiyor. Bu ayrışmanın çatışma boyutlarına varan uzlaşmazlığı Türkiye'de aklın ve özgürlüğün sorumluluk bilincine atfedilen bağlamların farklı yorumlarında fay hatları üretiyor. Bu anlayış, Tanzimat'a dek uzanan muhafazakar ve modern kimlikler üzerinden somutlaşarak bugünlere uzanan boyutlarıyla bir siyaset arenasına dönüşmüş durumda. Modernlik kavramının aklı öne alan yapısı dikkate alındığında Türkiye modernlik iddiasının batıyı taklit eden, buna rıza göstermeyeni ötekileştiren uygulamalar dışında ne tür bir akli kritere sahip olduğunu anlamak mümkün değil. Bu bakış açısı ile kavramsallaşan siyasi ortam her geçen gün tartışmanın akli tutarlılığından uzaklaşıp, uzlaşması mümkün olamayacak çatışma ortamlarına evriliyor. Bu ortamın temel kodları egemenliğe ve hâkimiyete dayalı siyasi kodların izdüşümlerinde yoğunlaşıyor.

Cumhuriyet bilinci farklı düşüncelerle sentezlenen milli bir iradeden ayrı düşünülemez. Bu irade her milletin tüm yaşam tecrübesiyle sentezlediği aklın okuması olarak ortaya çıkar.

Milli irade

Bizim emperyalizm karşısındaki direnişimiz ve vatanı kurtarma projemiz ilk TBMM'de temerküz eden milli irademizdir. Bu irade salt bir direniş hali değil bizim insan olma halimizdir. Elbette bu hal kendisine yönelen tüm saldırıları, bir öğretiye gerek kalmaksızın, kendini kendince savunmaya muktedirdir. Bir öğreti milli iradeyi ifade edemez. Çünkü milli irade kendisi bir öğreti olarak, akıl, inanç ve ona dayalı yaşamsallıkla varılan ortak bir hükümdür.

Milli irade bir topluluğun tüm farklılıkları ile birlikte ulaştıkları ortak iyiye ilişkin değerleridir. Bu değerler o topluluğu millet, üzerinde yaşadığı toprağı vatan yaparak, öğretilmiş bir ideolojiye gerek kalmaksızın o toplumda sosyal birlik ve beraberliğin, hukukun ve adaletin kaynağını oluşturur. Bu kaynak tüm bu özellikleri ile siyasetin birleştirici odak noktasıdır. Cumhuriyet rejimlerinde siyaset devlet aygıtı üzerinden bu iradenin hâkimiyeti bilincinde yapılır. Bu iradeyi terk etmek başka bir iradenin emrinde iradesiz bir taklitçilikten öteye geçemez.

İrade sömürüsü

İbn-i Haldun Mukaddimesinde "Mağlup, ebedi olarak galibin hayat tarzına, şiarına, kıyafetine, sair ahlakına, örf ve âdetine tabi olmaya düşkündür." tespiti yer alıyor. Paulo Freire, Ezilenlerin Pedegojisi adlı eserinde, "Ezilenler yabancılaşmanın etkisi ile onu taklit etmek isteyecektir." çıkarımında bulunuyor. Aliya İzzetbegoviç'in " Bir savaş öldüğünde değil düşmana benzediğinde kaybedilir." Tespitleri aynı noktaya işaret ediyor. Modern emperyalizm de artık doğrudan toprak işgali ile uğraşmamaktadır. Onun yerine işgal etmek istediği topraklardaki insanların iradesine biçim verip, ele geçirdiği insanlar eliyle o topraklarda kendi egemenliğini cari kılmaktadır. İrade sömürüsü sömürünün en travmatik biçimidir. Çünkü burada dönüştürülerek sömürülmüş irade, kendi kavramlarını ve değerlerini düşman olarak algılayan, düşmanın çıkarlarına hizmet edecek, içi boşaltılmış değerleri hak zannedip kendi vatanını emperyalist irade adına sömüren bir aygıttır. Türkiye'deki tüm darbeler ve darbe girişimleri, emperyalist iradeye karşı duran milli iradenin başta kavramları olmak üzeri tüm iradesini etkisizleştirmek amacıyla yapılmıştır.

Darbeci zihniyetin üstünü örtmek istediği milli kavramlar, milletin hak bilincinin hakimiyetini cari kılmaya matuftur. Hegemonik öğretinin kavramlarına geçit vermeyen bu düşünme biçimi bizim milli irademizin kaynağıdır.

Millet kavramı bir devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olmakla tam olarak açıklanamaz. Bu tanım kavramın tarihi bağlamlarını ifade etmez. Vatandaşlık bağı olmasına karşın vatanı vatan, milleti millet yapan değerlere savaş açanların millet kavramı içinde değerlendirilebilmesi mümkün değildir. Bu yüzden Türk Milleti dediğimizde, her ne olursa olsun kendi aklı ile düşünebilen bir zeminde, sahip olduğu değerlerle var olduğu kendisini ve devletini sınırlayarak had bilir, düşmanını sınırlayarak da haddini bildirir millet anlaşılır. Bu cümle ütopik bir dilek değil tarihi süreçte mayalanmış, kurtuluş savaşında somutlaşarak, son olarak da 15 Temmuz işgal girişiminde bunu unutanlara kendisini hatırlatmış bir iradedir. İşgalcilerin her yolu mübah gören çabası karşısında bu bilinç, Kurtuluş Savaşında neyi ifade etmişse bugün de onu ifade eder.

Hak bilinci

Millet, idare edilmesi gereken bir varlık olarak siyasetin nesnesi değil, kendisi adına kamu düzenini sağlayacak devletin nasıl idare edileceğine karar verici öznedir. Halk zaten parçası olduğu milletin değerleri içinde toplumsal düzenini sağlamış olmakla nasıl yaşayacağı hususunda idare edilmeye ihtiyaç duymayacaktır. Bu bağlamda siyaset millet idaresi değil, ona hizmet edecek devlet idaresidir. Dolayısı ile siyaset kurumunun kuralları ile toplumsal düzen kuralları doğrudan bağlantılıdır. Devleti bu kurallardan ayrı bir amaçla donatan siyasi faaliyetler millet ve devlet arasındaki diyaloğu tersine çevirip, devlet üzerinden milleti yönetmeyi görev sayacaktır.

Sonuç olarak, farklı düşünceleri analiz ve sentezleyerek milli iradede bütünleşecek Türkiye siyasetinin odak noktası, milletin hak bilincine dayalı hakimiyeti sağlamakla elde edilebilecek adalet bilincidir. Bu bilinçten ayrışmış ve milletin hak bilincine dayanmayan hiçbir faaliyetin, adalet kavramı üzerinden demogoji yapıp adaleti ortadan kaldırmaktan başka bir anlamı olamaz.

[email protected]