Milli Kültür Şûrası: Eski huzursuzluklar yeni ümitler

0
11.03.2017

Hemen hemen her komisyonda dile getirilen husus, kültür ürün ve faaliyetleri üzerindeki vergilerin hafifletilmesi talebi. Çok farklı insanların bu ortak talebi Şûra’nın ev sahibi Kültür ve Turizm Bakanlığı eliyle Maliye Bakanlığı’na sunulan bir dilekçe gibi. Bütün zamanlar için de geçerli. Kültüre lüks ithal mal muamelesi yapmak devlete yakışmıyor.


Milli Kültür Şûrası: Eski huzursuzluklar yeni ümitler

Türkiye’de bir kültür savaşı var. Gittikçe derinleşen bu savaş yakın zamanda başlamış değil. 17. yüzyılda Kadızadeliler ile Sivasiler bugünkü ortalama insanın ilk anda anlamakta güçlük çekeceği dinî meseleler hakkında kavga ediyordu. 19. yüzyıldan beri ise yerlilik-Batılılık kavgasının içindeyiz. Bu kavga Türk kültür hayatının ara nağmesi olmuş artık. Yerlilik-Batılılık meselesine değinmeden cümle kuramaz hale geldik. Kendimizi tarif ederken dahi bu ara nağmeye başvuruyoruz. Kültür savaşının huzursuzluğu milli duygumuz olmuş.

Azıcık resmiyet

Bakanlığından önce kültür adamlığıyla tanıdığımız Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın önayak olduğu III. Milli Kültür Şûrası’na giderken birçok davetli gibi ben de nasıl bir ortamla karşılaşacağımı en az Şûra içeriği kadar merak ediyordum. Şûra’nın işleyişi hakkında ise zerre kadar fikrim yoktu. Bunu Bakanlık bürokratları bir eksiklik olarak not almalılar. Şûra elbette pat diye başlamadı ama yapılan hazırlıklar ve Şûra’nın nasıl işleyeceğine dair bilgiler kamuoyuna yeterince aksettirilemedi. Ki aynısını Şûra’nın sonucu için de söyleyebiliriz.

Biraz ortamdan bahsedelim. 3 Mart Cuma günü sabahı Lütfi Kırdar’a vardığımda devletle karşılaşacağımın farkındaydım. Kültür Şûrası’nı Cumhurbaşkanı açacağı için yoğun güvenlik, bürokrat ordusu, erkek nüfusunun ağırlığı, lacivert takım elbise çoğunluğu gibi beklentilerimden erkek nüfus ve lacivert takım elbise doğru çıktı. Güvenlik ciddi ama gerginlikten uzaktı. Bilmem 15 Temmuz güzelliği mi, polisle vatandaş arasında gerilim sıfır seviyesinde. Bürokrat kalabalığı da yoktu. Kültür bürokratları vardı tabii ama kültür adamları arasında sırıtmadılar.

Lütfi Kırdar Kongre Merkezi kaç bin kişi alıyor bilmiyorum ama Milli Kültür Şurası gibi kritik bir olay için yeterli olmadığını müşahede ettim. Bunu da hariçten gazel olarak söylemiş olalım: Milli kültürü ilgilendiren büyük kültür sanat olayları için on binleri buluşturabilecek merkezlere ihtiyaç var. Spor salonu olmayan.

Kültür Şûrası’nı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açması ne kadar tabii ise, konuşmasında doğrudan siyasete değinmemesi de o kadar tabiiydi. Erdoğan’ın konuşmaları arasında böyle tematik olanları vardır, medyaya pek yansımaz. Maalesef bu da öyle oldu. Sadece kültüre hasredilmiş bir konuşma olması iyiydi. Siyaset yok diye medyanın konuşmayı es geçmesi ise kötüydü.

Erdoğan’ın konuşmasında ben en çok “kültür iktidarı” ifadesine dikkat ettim. Cumhurbaşkanı özetle “Oyla seçimle siyasi iktidarı almak mesele değil; kültürde iktidar olmak lazım” dedi. Kültürel iktidar konusunda yıllardır yazdığım için dikkatimin oraya yönelmesi mukadderdi. Hissettiğim, Erdoğan’ın kültür iktidarından söz ederken bunu bir parti meselesi olarak değil bir cephe meselesi olarak ifade ettiğiydi. Gençlere vurgu yapmasını, Diriliş dizisini övmesini ben bu şekilde anlamak istedim.

Nabi Avcı’nın Cumhurbaşkanı’ndan daha az vurgulu bir konuşma yaptığını söylemek lazım. Kültür ve Turizm Bakanı olması hasebiyle AK Parti iktidarı sırasında devlet eliyle yapılan kültürel işlerin sayısal ölçülerini sıraladı mesela. Avcı, Bakanlığın faaliyetleri dışındaki sayısal ve ekonomik kültürel değerlere atıf yapsa belki daha açık seçik bir görüntü ortaya çıkacaktı. Mesela iştigal saham olan yayıncılık faaliyetlerindeki belirgin artışlardan söz etmesi bana ilginç gelirdi. “Okumuyoruz” teranesinin eskisi kadar doğru olmadığını Bakan ağzından cümle alem işitmiş olurdu böylece. Yerli sinema filmi sayısı ve seyirci sayılarındaki tırmanıştan söz etti mesela.

Ak saçlılar sahnede

Cumhurbaşkanı gittikten sonra kültürün farklı başlıklarını temsil için sahne alan olgun yaştaki bürokrat, bilim adamı, yazar vb. şahsiyetler konuşmalarıyla pek iz bırakamadılar yazık ki. İlber Ortaylı bir star, Alev Alatlı enteresan görüşleri olan biri, Mehmet Genç bir efsane, Hasan Celal Güzel Milli Eğitim eski Bakanı, Atilla Koç da Kültür ve Turizm eski Bakanı; ama dürüst olmak gerekirse insanların ilgisi daha çok Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın üzerindeydi. Bir de ben Doğan Hızlan’ın neyi temsilen orada olduğunu kavrayamadım? Aydın Doğan’ı mı?

İlk gün oturumlarının katılımcılarının mesleklerine bakınca ortaya enteresan bir tablo çıkıyor: İki eski bakan, üç tarihçi, bir roman yazarı, bir Doğan Medya mensubu. Türk milli kültürünü temsilen ön oturumlarda çeşitliliğe kapı açılmalıydı. Milli kültürümüzün ak saçlıları arasında müzisyen yok mu hiç? Yahut sinemacı? Şair?

Gözlerim Sezai Karakoç, İsmet Özel, Mustafa Kutlu, Kadir İnanır, Türkan Şoray, Orhan Gencebay gibi modern Türk kültürünün devlerini boşuna aradı. Gencebay, Yavuz Bingöl’le birlikte Cumhurbaşkanı’nı dinleyenler arasındaydı, o kadar.

Komisyon ciddiyeti

Şûra’nın iskeletini komisyonlar oluşturuyor. On üye bir başkandan oluşan on yedi komisyon oluşturulmuş. Komisyon isimlerine ve sonuç raporlarına bakınca Kültür Bakanlığı ağırlığı dikkati çekiyor. Ev sahibi olmaları hasebiyle bu şaşırtıcı değil ama aynı nedenle komisyonların çalışmalarındaki temel eğilim de “Kültür Bakanlığı’ndan beklenenler”e kaymış oldu. Dolayısıyla da, kişisel bir izlenim elbette ama, en başarılı komisyon Kütüphane Komisyonu demek isterim. Gerçi komisyonun adı Yayıncılık ve Kütüphanecilik Komisyonu ve komisyon konuşmalarında yayıncıların ağırlığı hissedilmedi değil ama Türkiye’de kütüphanelerin ezici çoğunluğu Bakanlığa ait olduğu ve Bakanlık yayıncıların en iyi müşterisi durumunda olduğu için yayıncılık mesleğine ait meseleler neredeyse hiç konuşulamadı.

Türk şiiri Şûra’ya katılmadı

Yayıncılık ve Kütüphanecilik Komisyonu sonuç raporundaki “Kütüphaneciliğin ayrı bir komisyon olarak toplanması uygun olacaktır” cümlesi kişisel gözlemimi doğrular nitelikte. Biz edebiyatçılar buna ironi diyoruz. Belli ki kütüphaneci kardeşlerimiz yayıncıların bitmek bilmeyen şikayetlerini dinlemekten çok kendi mesleklerinin sorunlarını tartışma arzusundalar. Sonuna kadar arkalarındayım. Türkiye’mizde kütüphanecilik, arşiv ve dokümantasyon sorunları kendi başına bir umman zira. Yayıncılık da başka bir umman ama. İbrahim Müteferrika’dan beri başı beladan kurtulmayan bir meslek yayıncılık. Yayıncıların söyleyecekleri kütüphanecilerle paylaşılan bir Şûra komisyonuna sığdırılamayacak çok.

En iyinin karşısına “en kötü”yü koymayacağım. Kültür savaşının huzursuzluğu ne kadar derinse Milli Kültür Şûrası’nın uyandırdığı ümit de o kadar canlı. En kötü demeyelim ama kayıp diyebileceğimiz bir komisyon vardı Şûra’da: Dil ve Edebiyat. Ne dediler, ne yaptılar; kimsenin haberi yok.

Şûra bittikten sonra yaptığım medya taramasında Haydar Ergülen’in Enis Batur’la beraber üyesi olduğu komisyonda yazar örgütleri ve genç yazarların neden olmadığıyla ilgili şikayetini fark ettim. Komisyonun çoğulcu olmadığını söylüyor, komisyondaki tek edebiyat rengi olan abimiz. Ne denebilir? Edebiyat dergilerde yaşar. Edebiyat dergilerinin temsil edilmediği her komisyon, her toplantı, her rapor ölü doğmaya mecburdur. Haydar Ergülen ne yapsın?

Kültür ve vergi

Hemen hemen her komisyonda dile getirilen husus, kültür ürün ve faaliyetleri üzerindeki vergilerin hafifletilmesi talebi. Çok farklı insanların bu ortak talebi Şûra’nın ev sahibi Kültür ve Turizm Bakanlığı eliyle Maliye Bakanlığı’na sunulan bir dilekçe gibi. Bütün zamanlar için de geçerli. Kültüre lüks ithal mal muamelesi yapmak devlete yakışmıyor. Bunun tespiti bakımından bir insanın yerlici mi evrenselci mi, milli mi Batıcı mı olduğu fark etmiyor. Enteresan bir şekilde bu hepimizin ortak noktası.

Sonuç olarak gözlemim, Şûra’nın tüm Türkiye kültürünü kapsayabilecek bir Meclis olmaktan ziyade Kültür ve Turizm Bakanlığı özelinde devlete hitap eden bir danışma heyeti işlevi gördüğü şeklinde. Komisyon raporlarının hazırlanma sürecinin kamuoyu önünde müzakereye açılmasını, medya yoluyla tartışmalara yol açmasını şahsen tercih ederdim. Fakat bu, mevcut huzursuzluk ortamı nedeniyle pratik olmayabilirdi. Bu açıdan Bakanlık tercih ve yönlendirmelerini bir dereceye kadar anlayışla karşılamak gerekir. Bürokratlar gerçekten süper çaba harcıyor. Bu da ümit uyandırıyor.

Ama kültürün gözden geçirilmesinde dahi yetersizlikler, çelişkiler, dağınıklıklar o kadar çok ki sıralamaya bir yazı yeterli olmaz. Şu halde Nabi Avcı ve bürokratlarına hak ettikleri teşekkürü ederek bitirelim. Fırsat olursa İnşaallah Şûra’yı daha adı konmuş meselelere odaklanmış surette yazmak isterim.

[email protected]