Milli Savunma Bakanı’nı bekleyen üç mühim görev

M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
28.07.2018

Bir dönüşüm içindeki Türkiye yakın vadede ordusunu da yeni konjonktüre uygun olarak dizayn etmenin gayretinde. Yakın vadede özellikle jandarmanın tamamen profesyonel hale gelmesi ve ordunun büyük kısmının profesyonellerden oluşacak olması büyük bir dönüşüm olarak karşımızda duruyor. Bu dönüşümü yine işinin ehli bir Bakanın riyasetinde yapmak bir zaruret.


Milli Savunma Bakanı’nı bekleyen üç mühim görev

M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi

Yeni sistemin yürütme ayağı uzun süredir tartışılan ve merakla beklenen bir husustu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni kabinenin Ak Parti’den müteşekkil bir kabine olmayacağını, aksine alanında uzman kimselerden teşekkül edeceğini daha önceleri defaatle dile getirmişti.  Erdoğan’ın açıkladığı kabine bu vaade büyük oranda uygun bir kabine. Özellikle Ticaret, Sağlık, Milli Eğitim, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Çevre ve Şehircilik, Ulaştırma ve Altyapı, Kültür ve Turizm gibi icraacı bakanlıkların siyasetten gelen kimselere değil, işin ehli kimselere teslim edilmiş olması dikkat çekiyor. Söz konusu kimseler sadece sahayı değil, sektörü de yakından tanıyan ve bu alandaki sorunların neler olduğunu şahsi tecrübelerinden yola çıkarak da kolaylıkla tespit edebilecek kimseler. Buna mukabil kabinedeki en önemli değişim hiç şüphe yok ki Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın Milli Savunma Bakanlığı’na getirilmiş olması. Akar, bir 15 Temmuz kahramanı olmasının yanı sıra, sivil siyasete olan inancı ile de temayüz etmiş ve bu özelliği ile anılacak bir Genel Kurmay Başkanı olarak dikkat çekti. Görev süresinin sona ermesinin ardından bir kenara çekilmesi ve eski genel kurmay başkanları gibi emekli hayatı sürmesi doğrusu askeri hiçbir meziyeti olmasaydı dahi hiç kimsenin içine sinmeyecekti. Oysa Akar, askeri meziyetlerini de Fırat Kalkanı ve Afrin Operasyonları’nda bizzat operasyonları idare ederek ortaya koymuş bir paşamız olarak tarihe geçti. Sivil siyasete müdahil olmayı bir gelenek haline getiren, Cumhurbaşkanlığı seçiminden, kabine atamalarına kadar her hususta görüş bildirmekten geri kalmayan askeri kendi sınırlarına çeken en önemli figür hiç şüphe yok ki Hulusi Akar’dır ve bu özelliğini 15 Temmuz kahramanlığı ile de taçlandırmıştır. Gelgelelim Hulusi Akar’ın Milli Savunma Bakanlığı’na gelmesi, şahsının taltifinden çok daha önemli anlamlar ifade etmekte. Bunları düşünmeli ve analiz etmeliyiz.

Askerin sektörü yoktur

27 Mayıs İhtilali’nden sonra anlatılan pek çok hikaye, ordu içindeki cuntanın nasıl bir motivasyon ile bu denaete tevessül ettiğini ortaya koymuştur. Bunlar içinde en dikkat çekici hikayelerden birisi 1955 yılının 29 Ekim törenlerinde dönemin Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’in, Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Tunaboylu’yu parmağı ile yanına çağırma hadisesi olmuştur. Tören tribünü karışmış, Tunaboylu “Sen emirerini mi çağırıyorsun?” diye bağırarak Ethem Menderes’i tribünde azarlamıştır. Asker kendisini sivil otorite tarafından aşağılanmış hissetmiş, sivil siyaset haddini bilmez bir yapı olarak algılanmıştır. Üstelik bu ilk hadise de değildir. Menderes, Demokrat Parti iktidarının ilk üç Milli Savunma Bakanı’nı askerin içine sindirememesi üzerine görevden almak zorunda kalmıştı. İlk iki bakan, Köymen ve İnce fazla sivildi; üçüncü bakan Kurtbek ise bir albay eskisi idi ve generallerin üzerinde olması yakışık almıyordu. Üstüne üstlük Kurtbek Genelkurmay’ı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlayacak bir reform yapmanın peşindeydi. Bir Albay eskisinin haddine düşmeyen bu talep, Milli Savunma Bakanı’nın başını yedi. Hulasa, asker sürekli bir alınganlık ortaya koyuyor, reflekslerinin sivil siyaset tarafından anlaşılmadığını dile getiriyordu. Bu alınganlık, orduda filizlenen cuntaların geniş kabul görmesi ile sonuçlandı. Yakın tarihi darbelerle dolu olan Türkiye’de askerin alınganlığı sürekli olarak bir argüman olageldi. Asker bir yandan incinirken, diğer yandan siyaseti dizayn ederek sivil siyaseti incitmekten de geri durmuyordu. Bundan bir kaç sene öncesine kadar yasama ve yürütme hakkında kanaat ortaya koymak asker tarafından asli vazifelerinden birisi olarak kabul edilmekte ve bunda bir sakınca görülmemekteydi. Üstelik Fetullahçı Terör Örgütü bu bahanenin ardına sığınarak odunun izzetini ve şerefini hakikaten haleldar edecek nice eylem içine girdi ve toplumun bir kesiminde askere karşı var olan çekinceyi kullanarak kendisine taraftar bulmayı da başardı.

Bedelli tartışmaları ve Akar

Bir dönüşüm içindeki Türkiye yakın vadede ordusunu da yeni konjonktüre uygun olarak dizayn etmenin gayretinde. Yakın vadede özellikle jandarmanın tamamen profesyonel hale gelmesi ve ordunun büyük kısmının profesyonellerden oluşacak olması büyük bir dönüşüm olarak karşımızda duruyor. Bu dönüşümü yine işinin ehli bir bakanın riyasetinde yapmak bir zaruret. Kabinenin diğer bakanlıklarına sektörden ehil kimseleri seçerek atayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, herhangi bir sektörü olmayan askeriyenin başına bu dinamikleri tanıyan bir sivil atamak gibi bir lüksü olmadığı aşikar. Hulusi Akar, ordunun ihtiyaçlarını, ne gibi yeniliklere muhtaç olduğunu ve gerçekleşecek olan dönüşümün yol haritasını tespit edebilecek en ehil kimse olarak yeni sistemin ilk kabinesinin ruhuna en uygun adaydı. Öte yandan Genelkurmay’ın, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması ile birlikte, Milli Savunma Bakanı’nın ordunun patronu olmuş olması gerçeği Akar’ın ordunun patronu vazifesini sürdürdüğü gerçeğini de bizlere hatırlatıyor. Akar’ın Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları ile Hakkari’de üs bölgesine gerçekleştirdiği ziyaret bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. Sabık Genelkurmay Başkanı’na askerlerin halen “komutanım” şeklinde hitap ediyor olması dikkatlerden kaçmadı. Ordu, başındaki bakanın emirlerine bir komutana riayet eder ciddiyetiyle riayet etmekte. Sivil kabine açısından belki de en büyük kazanç, kabinenin bir parçasının asker ile arasında tesis edilen bu ilişki ve doğal geçişkenliktir. Akar’ın bu makamdaki en büyük vazifesi Türk Ordusu ile sivil siyaset arasındaki ast-üst ilişkisini bir daha bozulmamacasına tesis etmektir. İkinci önemli vazifesi ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyonu ve yeniden yapılanmasını bir “en iyi bilen” olarak yerine getirmesidir.

Bedelli askerlik ile ilgili teklifin meclise gelmesi ile birlikte, tasarıda yer alan 28 günlük hizmet süresi tartışmalara yol açtı. Uzun süredir beklenen bedelli askerlik düzenlemesinin 28 günlük bir hizmet süresi ile birlikte teklif edilmesi, beklenti içindeki çevrelerde hayal kırıklığına yol açtı. Kimi çevreler, söz konusu eğitim süresinin hiçbir faydası olmayacağından, aksine devletin kesesine ve orduya külfet olacağından bahisle tasarıyı eleştirdi. Gelgelelim tasarıya yönelik eleştirilerin dozunun belli bir seviyede kalmış olması dikkat çekiciydi. Hulusi Akar’ın Milli Savunma Bakanı olduğu bir ortamda söz konusu eğitimin faydalı mı faydasız mı olduğuna karar vermek gazetecilere ve sosyal medya aktivistlerine düşmedi. Bir sivilin ne kadar sürede ne gibi eğitimler alabileceğini ve ordunun bunu verebilecek kapasitesi olup olmadığını Hulusi Akar’a öğretecek kimse olmasa gerek. Neticede tasarı 28 gün olarak değil, 21 gün olarak yasalaştı. İtirazlar baki kalmakla birlikte hoşnutsuzluk homurdanmaları olmanın ötesine geçemedi.

Yukarıdaki örnek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihi bir dönüşümün tam ortasında ehliyeti herkes tarafından bilinen bir kimseye emanet edilmesinin ne kadar ikna edici olduğunu ortaya koyuyor. Öte yandan bu ikna ediciliğe yeni dönemde bambaşka bir zeminde büyük ihtiyaç var. Akar, Akşam gazetesine verdiği mülakatta orduda FETÖ’nün emaresi kalmayana kadar mücadelelerini sürdüreceklerini, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde tek bir şüphe kalmayana kadar çalışacaklarını vaad etti. Bu açıklama OHAL’in ortadan kalkması ile birlikte FETÖ ile mücadeleye zaafiyet geleceğini bekleyen çevrelere en anlamlı cevaptı. Akar, mülakatta, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin FETÖ’den arındıkça güçlendiğini, eskiden beş pilotun güçlükle yapabildiği bir işi şimdi bir pilotun yaptığını ifade etti. Bu durum Türk ordusunun kapasitesinin yıllardır ne kadar yanlış kullanıldığını ortaya koyması bakımından manidar. FETÖ’cüler yıllarca ekmeğini yedikleri bu kutsal kuruma zerre kadar fayda sağlamadıkları gibi, tam aksine onulmaz zararlar vermişler. Bunu hepimiz biliyoruz bilmesine, fakat bu zararların çapı ortaya çıktıkça “Bunu da mı yapmışlar” demekten kendimizi alamıyoruz. İşte Akar’ın üçüncü büyük vazifesi, ordumuz içine yuvalanan bu hainleri Peygamber Ocağı’nın dışına atmak, kurumu tertemiz hale getirmektir. Bu bakımdan Akar FETÖ’nün bu makama gelmesini en son isteyeceği kimsedir.

Dikkat edilmesi gereken…

Türk siyasal hayatının bir dönemi, cumhurbaşkanının görev süresi dolarken koltukta olan genelkurmay başkanının kendisini Çankaya’nın en haklı sahibi olarak gördüğü bir dönem olarak tarihe geçti. Faruk Gürler o hırsla kahrından öldü. Ne yazık ki teamül uydurmakta üzerimize yok. Hulusi Paşa’nın Milli Savunma Bakanlığı makama geliş sebeplerine yönelik geliştirdiğimiz tüm bu söylemler bir gerçeği ortadan kaldırmıyor: Tüm bu sebepler dönemsel olarak hayatiyet arz eden sebeplerdir. Dolayısıyla Aslanlı Kapı’nın her sahibinin bundan sonraki kabinelerde doğal Milli Savunma Bakanı adayı olması gibi bir teamülü ortaya koymaktan kaçınmamız zaruri. Evet, hakikaten Milli Savunma Bakanlığı en iyi olarak bir askerin yapabileceği bir vazifedir; buna mukabil asker siyaset geçişkenliğini artırmak eski hastalıkların nüksetmesine sebebiyet verebilir. En çok dikkat etmemiz ve özen göstermemiz gereken husus budur.

@Taceddin_Kutay