Milliliğin gölgesinde

Ercan Yıldırım / Yazar
3.09.2016

Bize milli “tavır ve duruş” ile birlikte yeni bir “oluş” lazım, yeni bir “yol”, yeni yoldaşlar gerek. Ulusalcı, 27 Mayıs sonrasının seküler milliyetçiliğinden yoldaş devşirmemizi telkin edenlere kulak asmadan “sonderweg”i inşa etmek mecburiyetindeyiz. Yoksa “bir tasfiye aracı olarak millilik” tarihi rolünü oynayabilir, İslamcılığı da “milli gerekçelerle” 2000 öncesi şartlara döndürebilir.


Milliliğin gölgesinde

15 Temmuz’dan bu yana çok kısa bir süre geçmesine rağmen çok yönlü, yoğun ve duygusal olaylar, tartışmalar yaşadık ki,  bir asrı devirmiş gibi yorgun, bitkin bir millet görüntüsü veriyoruz.

70’li yıllarda İslamcılığın öteki ideolojilerden ayrıştığı zamanlarda, “devleti ele geçirip toplumu İslamlaştırma” ile “bireyleri dönüştürüp devleti ele geçirme” yöntemi Nurculuğun etkisinde tartışılıyordu. İkisi de Nurculuğun metoduydu. İkisinin de İslami olup olmadığı tartışma konusudur. Bu kanaatler, metodlar FETÖ’de mücessem hale geldi. Sonraki yıllarda “güçlü bir devlete ya da güçlü bir topluma” ulaşmayı öncelikleri arasına almaya başladı İslami kesim. Milli Görüş Hareketi Türkiye’nin kalkınmasını, yeniden büyük Türkiye’yi “önce ahlak ve maneviyat” diyerek formülleştirdi.

70’ler, 80’li yıllar İslamcıların milli ve yerli olan konusunda burunlarından kıl aldırmadığı, “ümmetçilik” ve İslam devleti kavramları etrafında bayrağı, İstiklal Marşı’nı put olarak gördüğü, vatanı hatta milleti küçümsediği, cahiliye gibi telakki ettiği yıllardı. Bugün milli ve yerli kavramlaştırması, tasfiyelerin tek meşruiyeti görünümündedir.

Millicilerin vatanperverliği

“Millici” kavramı İstiklal Harbi sırasında Mustafa Kemal’i, Kuvay-ı Milliye’yi yani İstanbul’dan bağımsız, Padişahımız Efendimize karşı, Osmanlı’ya düşman kendi başına buyrukları ifade etmek için kullanılıyordu; en azından Kemalistler “öteki mahalle”nin böyle gördüğünü propaganda ettiler. Kemal Tahir’den Tarık Buğra’ya kadar “millicilik” bir sapmayı temsil ediyordu; yüzyıllardır Padişah ve Devlet-i Âliye için savaşanlar şimdi onlara karşı mücadele ediyordu, evet millicilik bildiğin emperyalizme olduğu kadar Osmanlı’ya da düşmanlığı ifade ediyordu.

Kuvay-ı Milliye’nin kalpaklıları milliciler bağımsız bir Anadolu’nun mücadelesini veriyorken, millici düşmanı “muhafazakar-dindar”lar İngiliz şemsiyesinde manda yönetimini talep ediyordu; saltanata bağlılıklarını ifade ederek. Halbuki 1. Meclis, açılır açılmaz Padişah’a bir ariza göndererek Anadolu hareketinin temel düsturunu açıkça belirliyordu.  1924 yılından sonra İslami kimlikleri nedeniyle tasfiye edilenlerin kurduğu Meclis, Padişah’a şu garantiyi veriyordu: “Kendi hükümetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti pahasına nail olacağımız huzur ve saadete bin kere tercih edilir.”

Kapitalizm dışı bir dünyanın mümkün olduğunu gösteren Türkler yerli ve milli kavramlarının standartlarını belirlerken ABD dünya sisteminin ürettiği konforun “haricinde” bir dünyanın var olup olmayacağını sorgulamaktan imtina etti. Anketlerdeki bir numaralı düşman olmasına bakmayın ABD’nin, “özgürlükler ülkesi”nin özgürlükçü misyonu bize uğramasaydı çok da rahatımızı bozmaya niyetli değildik. Yalta’dan sonra kurulan dünyada yerimizi aldık; demokrasiyle birlikte yeni dünya sisteminin temel kurumlarına “tam bağlı” olduğumuzu bildirdik.

27 Mayıs sonrasında Stalinizmin kuşatıcılığından sakındırmak için Türkiye’de bir “milli sosyalizm” yerleşti, gelişti. 12 Eylül darbesinin yaptığı ilk iş solu marjinalliğe itmek, Kürtçülüğün kucağına atmak oldu. 27 Mayıs’tan sonra milli kimliğiyle ön planda olan İslamcılık, yerini içeriği boş ümmetçiliğe bıraktı. İslamcıların milletle, vatanla, toprakla, bayrakla bağını koparıp attı. Nasıl mı? Tarihi “ilk kaynakların Türk yorumlarından başlatan”, “Anadolu kıtası”nı esas alan Necip Fazıl ve Nurettin Topçu’yu tasfiye ederek.

Milliliğin unsurları

Özü itibariyle İslam, Anadolu, gaza ayakları üzerinde yükselen millilik, Türk, Hanefi, Ehli Sünnet içeriğiyle neşvünema bulurken 27 Mayıs’tan sonra içeriksizleşti, sloganlara, simgelere, politikanın küçük ayak oyunlarına bıraktı yerini. Tansu Çiller’in “Kur’an, ezan, bayrak” üçlemesi kısa Cumhuriyet tarihimizin en gayriyerli figürünü milli yapmaya yetmedi.

İslam’la ilişkisi bulunmayan Ulusalcıların, Kemalistlerin İslam’ı muhafazakar simgeselliğe endeksleyen milliyetçilerin milliliği Türkiye’nin dertlerini çözmekten çok, kitleleri militarize etmeye matuf kaldı. Anadolu’yu hatta kısmen gazayı ikinci plana iten İslamcılık da Gazali sonrası kıta Avrupası’nı uzun yıllar küçük topraklarına hapseden milliliği gözardı eder.  Milli ve yerli kavramlarının gündeme geldiği dönemlerdeki yoğun siyasi ayrışmalar, eklemlenmeler ve entegrasyonlar “hakikatin kaçırılması”na yaradı. Bu yüzden milli ve yerli kavramlarının kullanılmasıyla Türkiye’nin hakikaten büyümesi, bağımsız kararlar alabilmesi arasında maalesef zaman zaman ters orantı doğdu.

15 Temmuz’da bir milletin var olduğunu, iradesini kullanabildiğini gösteren tüm örnekler, “linç kültürü üreten” değil, İslam’ı, Anadolu’yu, gazayı öne çeken ruhun dirilmesiyle ilgilidir. 15 Temmuz’da millilik, tanımların, kuramların, ideolojilerin ötesinde gerçekliğiyle, pratiğiyle açıkça gösterildi. Bunun üzerine yeni millilik ve yerlilik jargonları üretiliyorsa, ortada önemli tasfiyeler ve ayıklamalar var demektir.

Böyle bir ideoloji olamaz

Millilik bir tutum, tavır, duruştur en çok. Millilik diye bir ideoloji olmaz, program, çıkış yolu da... Sadece meşruiyet kanallarını işaret edebilir. Millilik “demir yumruk” meraklılarını heveslendirebilir de, içeriğindeki boşluk nedeniyle liberal indirgemecileri heveslendirebilir de.

Millilik enteresandır, milli unsurların tasfiyesi için kullanılabilecek en işlevsel kılıfları hazırlayabilir; toprak savunusuna bayrak simgeselliğiyle girip İslam’ın hatta tarihi manada Türklüğün önünün kesilmesi için iyi bir “aparat” olabilir.

“Daha milli, en gerçek milli” unsurlar, “bugünün millilerini” darbeyle, müdahaleyle koltuklarından indirebilir. Halk için, milletin selameti için yapıldı bütün darbeler.

Millilik kavramı içine alınan tüm olumlu değerler, iktidar gücünün sıkletiyle bağlantılı olduğundan, değerlerden, ahlaktan ziyade, kullanışlılığın hangi cephede temayüz ettiğine bakmak gerekir. 15 Temmuz darbesine karşı direnen “milli unsurlar” içinde ulusalcıların varlığı başlı başına endişe kaynağı olamaz mı? Her fırsatta laikliği tek meşruiyet kaynağı olarak gören ulusalcılığın “milletin değerleri” ile olan çatışması bugün hala külün altındaki köz gibi devam ediyor.

Ulusalcılık laiklikle ilgili bir durum; küreselleşme ile ortaya çıkan süreçte evrenselciliği reddeden, ABD karşısında içeriği belli olmayan Avrasyacılığı Soğuk Savaş mantığı içerisinde ABD’yi de meşrulaştıracak biçimde savunan Ulusalcılık, komplo, entrika, şebeke, militarizm, örgütçülük, deşifre etme, işbirlikçilik kavramları üzerinden bir dünya, Rus jeopolitiğinde bir evren kurar.

Siyasetin emniyet ağzını kendine dil seçen ulusalcılık, 15 Temmuz’da “milli güçler”e katılsa da özü itibariyle fanatizm, şiddet, hain dilemması üzerinden geliştirdiği hayat görüşünde Türkiye’ye söyleyecek bir sözü de bulunmuyor. 15 Temmuz’un ABD bağlantılı FETÖ tarafından gerçekleştirilmesi Ulusalcıların milli-İslamcı kesimlerle irtibatını sıkılaştırdı, hatta mesela Perinçek’i keyiflendirdi.

FETÖ ve ABD düşmanlığının, üst akıl ile irtibatının kurulmasıyla ulusalcılık, millilik üzerinden yeniden siyasi sahaya, meşruiyet alanına dahil olurken, demokrasiye değil devlet içlerine yol almanın hesaplarını yapıyor. Ulusalcıların milliliği, İslamcılara yanaşmaları FETÖ ve ABD gibi düşmanlarının ancak millet saygınlığı yüksek kesimlerce de savunulmasından kaynaklanıyor. Ulusalcılar, Kemalistlerin içinden çıkıp kabuğunu beğenmediği için elitisttir, düşman yaratmayı sever, düşmanlaştırmayı, revizyonist ilan etmeyi, hain kültünün içini doldurmayı da misyon beller. “Haine hain deme”nin yasak olduğu günlerden, hain ilan etmenin pervasızlaştığı döneme ulaşan ulusalcılık, İslamcı-milli kesimleri bu bakımdan etkilemiş de gözüküyor. İslami, sivil, siyasi, milli dil kullanmaktan ziyade “yok edici” militarist dili yaygınlaştıran 15 Temmuz sonrası ortam, sosyal medyadan televizyonlara kadar “herkesin herkesi hain ilan ettiği” kaotik bir zamana evriltti. Çözüm süreci esnasında Türk demekten çekinen matbuat bugün Kemalizmin de inşa ettiği, seküler Türk’ü pervasızca kullanabiliyor, milliliğin bir ucunda yer tutan ve “gavur karşıtlığı” ile temayüz eden Türklük’ten çok Kemalizmin inşa ettiği İslamsız, gazasız Türk kullanılıyor. Her ne kadar “üst akıl” üzerinden bir karşıtlık ilişkisi kurgulansa da matbuattaki üst akıl, hakiki manadaki üst aklı örten tüm düşmanları içeren geniş bir şemsiye gibi değerlendiriliyor.

Milli kimlik, milliyetçilik hatta yerlilik “üst akıl”sız olmaz, olmamıştır... Geçmişte, Yahudi, mason karşıtlığı bugün genişleyerek devam ediyor. Milliliğin koşullarından olan “milli burjuvazi”nin imkansızlığı da bugün Türk büyük burjuvazisinin üst akılla olan derin bağları nedeniyle net olarak izlenebilmektedir.

Yeni bir oluş

Türkiye’de olay çok ama oluş yok.

7 Haziran’dan sonra hendek savaşları, iki seçim, büyükşehirlerdeki patlamalar, başbakan değişikliği, darbe, Suriye’ye girilmesi gibi pek çok olayı arka arkaya ya da aynı anda yaşıyoruz. Bu kadar olaydan bir oluş çıkmıyor.

15 Temmuz’daki ruh, dejenere edilerek bir takım odaklar tarafından bozulmaya, militarize edilmeye çalışılıyor. Millilik 27 Mayıs öncesinin ideolojik birlikteliği değil, 1960 sonrasının militarize milliyetçiliğine eklemlenmek isteniyor. Dünya sistemiyle, gavurla arası hoş olmayan millilik; statükoyla, sistemle denkleştirilirken ayıklama aracı, tasfiye vesilesi olarak da bir takım odakların ellerini ovuşturmasına neden oluyor.

Bize milli “tavır ve duruş” ile birlikte yeni bir “oluş” lazım, yeni bir “yol”, yeni yoldaşlar gerekir.

Ulusalcı, 27 Mayıs sonrasının seküler milliyetçiliğinden yoldaş devşirmemizi telkin edenlere kulak asmadan “sonderweg”i inşa etmek mecburiyetindeyiz.

İslamcılar Anadolu merkezli, gazayı yöntem gören, İslam’ı merkeze yerleştiren, Hanefi kimliğimize mündemiç yeni bir yol, yeni bir oluş inşa etmek zorunda. Yoksa “bir tasfiye aracı olarak millilik” tarihi rolünü oynayabilir, İslamcılığı da “milli gerekçelerle” 2000 öncesi şartlara döndürebilir.

[email protected]