Milliyetçilik, vatanseverlik, siyasetsizlik

Dr. Adem Yılmaz/ Siyaset Bilimci
8.08.2023

Seçim sonuçlarına vatanseverlik perspektifi ile yaklaştığımızda muhalefetin stratejisinin işin bu boyutunu tümüyle ihmal ettiği tüm berraklığı ile ortaya çıkıyor. Özellikle ikinci tur öncesinde seçimleri referandumla bir tutan söylem bu anlamda negatif bir etki yarattı. “Bu son seçim”, “beni değil, Erdoğan'ı oyluyorsunuz” mealindeki söylemler vatanseverlik olgusunun ihtiyaç duyduğu siyaset kurumuna yönelik güveni, muhalefet bloğunun hiçbir şekilde sağlayamayacağı şeklinde etkin bir kanaat yarattı.


Milliyetçilik, vatanseverlik, siyasetsizlik

2022'nin sonlarında Ankara Enstitüsü'nün hazırladığı bir rapora dikkat çekerek gerçekleştirdiğim bir analiz serisinde Türkiye'de yurttaşların vatanseverlik eğilimine vurgu yapmış, bu potansiyelin siyasal alanın aktörleri tarafından göz ardı edilmemesi gerektiğinin altını çizmiştim.

Rapor açık bir şekilde yurttaşların, kendilerini siyasallaşmış yükleri ve tekrara bulanmış ritmiyle milliyetçi olarak tanımlamaktan ziyade vatansever olarak gördüklerini ortaya koymaktaydı. Milliyetçi olma niteliği, alternatif bir kavram sunulduğunda yerini vatanseverliğe bırakıyordu.

Çünkü vatanseverlik, siyasallaşmış ve ideolojik yüklerle dolu milliyetçiliğin aksine bu topraklarda yaşama iradesinin ortaya konuşunu ifade ediyordu. Yaşama iradesi, yani güncel siyasal rekabetin çizdiği sınırların ötesinde bu topraklarda iskân etme arzusu ve bu arzunun somutlaştığı duygusal bağlılığı...

Bununla birlikte vatanseverlik, Maurizio Viroli'nin dile getirdiği gibi, esasını teşkil eden "vatanda yaşama iradesinin" siyaset kurumuna olan güvenle birlikte düşünülmesi gereken bir olgudur. Başka bir deyişle siyaset kurumunun, vatan kavramını, vatana dair duyumu, bu ülkede yaşama iradesini kuvvetlendirme gibi asli ve dinmeyen bir sorumluluğu var.

Bu sorumluluğunu ifa ederken de siyasal manipülasyonların, tekrara kapılmış söylemlerin ve konjonktürel olayların dar kapsamlı aşırılıklarının ötesinde bir güven ve umut verme zeminini sağlam tutması gerekiyor.

Bu sorumluluk aktörlerinin ve onların ideolojik yüklerinin ötesinde, siyasal alanın vatana ve yurttaşlara borcudur.

Seçim sonrası açığa çıkan siyasal manzara ve yurttaşların bu manzara karşısındaki tutumu bu borcun öneminin göz ardı edilmesi gibi bir riski barındırıyor. Gelin, bu riski analiz ederek ne demek istediğimizi daha açık hâle getirelim.

Vatan kavramı

Vatan kavramının kökeninde vatansızlık korkusu, barınacak bir yurda sahip olamayıp yönünü kaybetmenin o varoluşsal ürpertisi yer alır. Bu ürperti güncel olgularla kısmen ilgilidir, nitekim bu olgularla baş etme biçimimiz ya da baş edebileceğimize dair güven ve umut vatanseverlik duyumunun bizatihi kendisidir.

Öte yandan kavram terimini de burada salt tanımsal bir paradigma değil aynı zamanda bir duyum, bir hissiyat, bir görme ve duyma biçimi olarak kullanıyoruz.

Vatan bu bakımdan, insanların geleceklerini ait hissettikleri, yarınlarını onda gördükleri bir zaman-mekânı ifade ediyor. Yarının belirsizliğinden vatanın kalıcılığına ve güven verici hissiyatına sığınarak salt birey olmaktan çıkarak yurttaş olmalarını olanaklı kılıyor.

Martin Heidegger'in ifade ettiği gibi, gelecek bu günümüzde, şimdiki zamanda karşılaştıklarımız, maruz kaldıklarımızdır. Gelecek bu yönüyle, bugüne sarkar. Aynı şekilde bugünün kaynağı da hem gelecekte olacak olanlar hem de geçmişin mirasıdır.

Vatan kavramı, vatan duyumu bu bağlamda geleceğin içine sindiği bugünün duyumudur. Vatanseverlik de geleceğin umudunu barındıran ve bugüne sahip çıkmaya niyetlenmiş bir yaşam iradesidir.

Siyaset kurumu da son noktada, bu geleceği bugünden inşa etmenin farklı formlarını barındıran bir zemindir.

Değindiğimiz gibi, söz konusu formların farklılıklarını, başka bir ifadeyle iktidar ve muhalefet odaklarını ortaklaştıran bir sorumluluğa sahiptir. Vatanseverlikte vuku bulan yaşama iradesini kendisine olan güveni zedelemeyecek şekilde muhafaza edip arttırmakla yükümlüdür.

Seçim sonrası oluşan siyasal alan ise özellikle muhalefet kesiminde bu yükümlülüğü gerçekleştirme hususunda ciddi krizlerin etkisi altında.

Ekseriyetle milliyetçiliğin artışı olarak yorumlanan seçim sonuçları bu doğrultuda ve vatanseverlik olgusu bağlamında ele alınmalıdır.

Milliyetçilik mi, vatanseverlik mi?

Seçim sonrası milliyetçi çizgideki siyasal partilerin oylarında gerçekleşen artış "Milliyetçilik yükseliyor mu?" tartışmalarına yol açmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim sürecinde kullandığı söylem, MHP'de yaşanan kimilerine göre sürpriz oy artışı, Zafer Partisi'nin aldığı 1,5 milyon civarındaki oy milliyetçi çizginin siyasetin belirleyicisi olacağı yönündeki analizleri mümkün kıldı.

Elbette bu tartışmaları seçim öncesi ülkeyi saran siyasal psikoloji ile birlikte okumak gerekiyor.

Bir yanda 21 yıllık iktidarının sonucunda ilk defa seçimi kaybedebileceğini düşünen AK Parti, diğer yanda ise yaşanan ciddi olumsuzluklar neticesinde kendisinden başka alternatif olmadığını düşünen ve bu yüzden de kesin kazanacağına dair bir pratik ve söylemle hareket eden Millet İttifakı'nın olduğu bir seçim süreci yaşandı.

Özellikle muhalif söylem, artık değişimin kesinkes gerçekleşeceğine dair bir içerikle oluşturuldu.

Keza ilk tur ile ikinci tur öncesi izledikleri strateji ve ortaya koydukları söylem arasındaki fark bu inancın mutlaklığına dair önemli kanıtlardan biridir.

Aslında tam olarak bu tutarsızlık, sözünü ettiğimiz yaşam iradesinin dayanamayacağı bir kırılganlıktan mustariptir. Güven ve umut verme kapasitesinden yoksunluğun ifadesidir.

Dolayısıyla muhalefet bloğu, seçmenin ekseriyetinin fikir düzeyinde olması gerekmese de duyumsadığı o yaşam iradesinin muhafazası ve kuvvetlendirilmesi hususunda yetkin bir performans sergileyemedi.

Yurttaşlar da sahip oldukları o yaşam iradesinin güvencesini Millet İttifakı'nda görmedi.

Seçim sonuçlarına vatanseverlik perspektifi ile yaklaştığımızda muhalefetin stratejisinin işin bu boyutunu tümüyle ihmal ettiği tüm berraklığı ile ortaya çıkıyor.

Özellikle ikinci tur öncesinde seçimleri referandumla bir tutan söylem bu anlamda negatif bir etki yarattı. "Bu son seçim", "beni değil, Erdoğan'ı oyluyorsunuz" mealindeki söylemler vatanseverlik olgusunun ihtiyaç duyduğu siyaset kurumuna yönelik güveni, muhalefet bloğunun hiçbir şekilde sağlayamayacağı şeklinde etkin bir kanaat yarattı.

Keza kendi siyasal profilinizi ve perspektifinizi silikleştirerek yurttaşlarda böylesi bir güveni oluşturamaz, inşa edemezsiniz.

Bu noktada meclisteki sandalye dağılımının ilk turda gerçekleştiği gibi bir eleştiri gelebilir.

Bu eleştiriye yanıtımız, muhalefet bloğunun rakibinin zaaflarına güvenerek "zaten kazandık!" psikolojisiyle hareket etmesinin kendi siyasetlerine güven duyulmasını sağlamakta daha baştan başarısız olmaya yazgılı olduğu, şeklinde olur.

Muhalefet, "mezar kıyısı" psikolojisini referans alıp "mükafatından emin olduğu" bir seçim süreci geçirirken kendi siyasetine duyulacak güvenin tesisini sağlamak gibi bir kaygıdan yoksun şekilde hareket ediyordu. Nitekim yolun sonundaki zaferden emin olduğunda, yolun gereklilikleri üzerine pek kafa yormak zorunda kalmazsınız.

"Mezar kıyısı" psikolojisinin ortaya koyduğu negatif projeksiyon, o dönem muhalif isimler tarafından da dile getirilmiş, seçmenler nezdinde bir güven tesisinin sağlanamamasının Altılı Masa'yı gölgede bıraktığı vurgulanmıştı.

Vatanseverlik, negatif projeksiyondan beslenen bir olgu değildir. Onu ne salt konjonktürel, somut olgularla ne de rakibinizin "kötülüğü" üzerinden inşa edebilirsiniz.

Gelecek, yani yaşama iradesi, tepkisel bir söylem üzerinden güvenini oluşturan hissiyatlar değildir. Vatanseverlik, somut olguları görüp duymanın öncesinde siyaset kurumuna dair belirli bir güven düzeyini duyumsamayı isteyen bir iradedir. Somut olguları, bu düzeyi sınamasının akabinde görüp duyar.

Tam olarak bu sebeple iktidar alternatifi olduğunu iddia eden bir muhalefet adayı olarak insanlara, "ben seçilmezsem, barınağınız elden gidecek" mealinde bir psikoloji ve söylemle yaklaşamazsınız. Eğer bunu yaparsanız, iktidarı elde etmek için gerekli çoğunluğa ulaşamaz, parti tabanınızın "her ne olursa olsun" size oy vereceğini düşünerek teselli bulursunuz.

Siyasetsizliğin yolu

Böylesi bir teselli Türkiye'de siyasetsizliğin yollarını inşa ediyor.

CHP Grup Başkan vekili Ali Mahir Başarır'ın açıklamaları bu tesellinin semptomik bir kanıtı adeta: "Bizim tabanımız küsse de kızsa da gelir yine CHP'ye oy verir".

Başarır bu ifadeyi, yeni bir siyasi partinin çözüm olmadığı şeklindeki saptamasıyla birlikte söze döküyor.

Yukarıda karşımıza çıkan güven tesisini, en iyi ifadeyle önemsizliğe itiyor. Dikkat edilirse muhalefetin seçim öncesi kapıldığı ve bu yönde bir atmosfer yarattığı durumla aynı bu: Nasılsa kazandık! Nasılsa bize oy verirler!

Özellikle bu konfor alanı sebebiyle çeyrek asrı bulacak AK Parti iktidarı, aynı zamanda çeyrek asırlık bir muhalefet başarısızlığıdır.

AK Parti, bir şekilde insanların yaşama iradelerine olgusal bağlamdaki hatalarına rağmen seslenmeyi, bir güvence tesis etmeyi başarırken muhalefetin kendi konumundan memnuniyeti ne anlama geliyor?

Bir ülkede siyasal alanın asli odağı bilinenin aksine iktidardan ziyade muhalefettir.

Muhalefet ne denli kuvvetli bir iktidar adayına dönüşürse iktidar da toplumun bütün kesimlerine seslenip yaşama iradesini güçlendirme, siyaset kurumuna olan güveni sürdürme eğilimine sahip olur.

Muhalefet zayıfladığı, hatta bugünkü durumda olduğu gibi zayıflığından memnun olduğu ölçüde ise iktidarlar, kendi iç dinamiklerini bile canlı tutmakta zorluk yaşayabilirler.

Bu bakımdan güçlü bir muhalefet iktidarları kendi varlığıyla yönlendirebilir.

Siyaset de ancak bu doğrultuda, yurttaşların yaşama iradelerini en iyi şekilde güvence altına alma mücadelesi olur.

Gelin görün ki kendi seçmenini bile mecburiyet paradigması üzerinden konumlandıran ve içsel yenilenmesini gerçekleştirme hususunda bile samimi bir kaygıya sahip olduğu şüphe duyuran bir muhalefet siyasetsizliğin yolunu da açabilir.

Bugün, ana muhalefet partisi içindeki siyasi mücadeleleri, aktörlerin yaptıkları yapamadıkları üzerinden tartışırken kalıtsallaşması muhtemel bir siyasetsizliğin uzun vadede açığa çıkma tehlikesini göz ardı ediyoruz.

Böylesi bir işleyiş, muhalefeti tabela ve afişler arasında silikleştirirken iktidarlar için de tehlikelidir. Çünkü siyasi hareketler, rakip kavram ve aktörler ile dinamizmlerini korurlar. Özgürlük, adalet gibi temel kavramlara kendi içeriklerini kazandırmak ve toplumu bu yönde ikna etmek için çabalayarak var olurlar.

Güçlü bir muhalefetin yokluğu bu bağlamda iktidarların, kendi hataları üzerinde düşünme kapasitesini eritme potansiyeline sahiptir.

Hâliyle bu durum vatanseverliğin, bu ülkede yaşama iradesinin bir diğer boyutunu oluşturan siyaset kurumuna olan güveni de tamiri çok zor olacak şekilde zedeler.

Türkiye'de siyasetsizliğin önüne geçmek ve yaşama iradesini kuvvetlendirmek her şeyden önce güçlü bir muhalefetle mümkündür. Siyaset kurumuna olan güven de iktidara güvenin yanı sıra güçlü bir alternatifin olabileceğine dair kanaat ile.

Siyasetsizlik, aksi takdirde, geleceği ya bulanıklaştıran ya da tekdüze hâle getirecektir. Bu ise vatan kavramının, vatan hissiyatının uzun vadede ikincilleşmesi tehlikesini gündeme getirecektir.

[email protected]