Minimalizm mi Ahilik mi?

Dr. Hülya Bulut / Marmara Üniversitesi
3.06.2022

"Ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız", diyen Ahilik'in kurallarındaki gibi hırs kapısının kapatılıp kanaat ve rıza kapısının açılmasına, cimrilik kapısının kapatılıp lütuf kapısının açılmasına, tokluk ve lezzet kapısının bağlanıp riyazet kapısının açılmasına günümüzde de gayret edilmelidir. Aksi taktirde, içimizde hep daha fazlasını isteyen şeytanımızı Müslüman edecek gücü nasıl bulacağız?


Minimalizm mi Ahilik mi?

Manevi DNA'sı ile oynanan insanın manasından kopartılması ve kendisini değersiz hissetmesi görünmez el tarafından o kadar bilinçli ve planlı bir şekilde yapılır ki; kapitalizmin dişlileri arasına sıkıştırılan ve adeta nefsinin kölesi haline getirilen ve tüketerek kendi değerini ortaya çıkartacağına inandırılan insan, içinde oradan oraya savrulduğu aşamalı bir tüketim sarmalına doğru hızla çekilir.

Aşama 1: Bütününden kopart ve değersiz olduğunu fısılda

Aşama 2: Zamanı an'lara böl ve an'ı doya doya yaşamayanları zevksizlikle ve geri kalmışlıkla suçla

Aşama 3: An'ı doya doya yaşamak için tüketimin esas olduğunu dayat

Aşama 4: Daha fazla tüketmenin, daha fazla mutluluk getireceğine inandır

Aşama 5: Ne pahasına olursa olsun bu döngüyü devam ettir!

İşte bu sarmal ile ele ayağa düşürülen, piyasa malı veya hizmeti seviyesine indirgenen, hep fazlada, daha fazlada, hatta en fazlada kodlanan huzur ve mutluluk, bir arz unsuru niteliğine büründürülür ve bayağılaştırılır. Öyle ki, peşinden koşulan huzur ve mutluluk bile daha ne olduğunu anlamadan, anlayamadan kendilerinin; kime ne kadarlık bir tutara mal olacaklarından (parasal maliyet) ve onları elde etmek isteyenlerin nelerden vazgeçmek zorunda kalacaklarından (zaman ve psikolojik maliyet) habersizdir. Peki, ihtiyaçlarımız sürekli olarak karşılanmadığında, huzurlu ve mutlu olamayacağımızı kim söylemişti bize? Gelin bu noktada farklı zaman dilimlerinden, farklı kesimleri kısaca hatırlayalım isterseniz:

Boş ihtiyaçlar

M.Ö.341-270 yıllarında yaşamış Yunan filozof Epicurus'a göre, insanın istekleri temelde üç kategoride gruplandırılabilir. (1) Doğal ve gerekli ihtiyaçlar (yemek, içmek, yatacak yer), (2) Doğal ve gereksiz ihtiyaçlar (pahalı yiyecekler ve pahalı kıyafetler), (3) Boş ihtiyaçlar (güç isteği, aşırı zenginlik, yaşlanmama, ün, tanınırlık). Epicurus birinci gruptan çıkmamamızı ve gerekli olmayan ve tatmini mümkün olmayan diğer iki gruptan kaçınmamızı öneriyor. Edward Copleston ise bundan 200 yıl kadar önce, ekonomi biliminin, insan doğasının kıskançlık ve açgözlülük gibi bazı temel güdülerini uyarması nedeniyle, başka insanların haklarını gaspetmeye oldukça meyilli olduğu konusunda uyarıyor.

Amerikalı filozof Henry David Thoreau'un (1817-1862) değer önerisi bir tür fayda-maliyet analizine dayanıyor. Her şeyin bir fiyatı olduğunu ve bunun şu anlama geldiğini söylüyor: Herhangi bir ürünü veya hizmeti satın almak için kendi hayatlarınızdan neleri feda etmeye hazırsınız? Fiyat, bir şeyi satın almak için değiş tokuş ettiğiniz, hayatınızda olan ve vazgeçmeye hazır olduğunuz şeylerin miktarı ve kalitesidir. Yani, bir şeyi satın almak için daha çok yapmak zorunda kaldığınız şeydir. Belki ailenizden, dinleyeceğiniz müzikten, okuyacağınız kitaptan, birlikte oturup bir çay kahve içeceğiniz arkadaşınızdan, kendinizden çaldığınız zamanlar, aylar, yıllardır.

Çalışmak özgür kılar

"Arbeit Macht Frei"i, hani, Nazi toplama kamplarının girişinde yer alan ve o rengi kaçmış bakır pirinç karışımı levhalara büyük harflerle yazılmış olan ifadeyi de unutmayalım: Çalışmak özgür kılar! Her şey özgürlük için yani. Peki özgürlük nedir? Özgürlük ile ortadan kaldırılan değerler nelerdir? Bu özgürlük gerçekte kimin, kimden ve neden özgür kılınma halidir? Ne pahasına özgürlüktür? Bu soruların cevaplarını yapılan soykırımda görmüş olmadık mı?

Bu özgürlük anlayışı, acaba merhamete, şefkate, paylaşıma karşı, "ekonomi/bilim dini"nin savunduğu bir tür illüzyon hali olabilir mi sizce? "Ekonomi/bilim dini, hızlı değişime karşı putperestçe bir hayranlık duygusunu körüklemekte, ama kesin bir iyileşme getirmeyen bir değişikliğin kuşkulu bir nimet sayılacağı gerçeğini unutmaktadır" eleştirisi Dr. Scumacher'e ait. Kendisi İngiliz hükümetine danışmanlık yapmış, Alman asıllı bir istatistikçi, ekonomist, akademisyen ve aynı zamanda "Küçük Güzeldir" kitabının yazarı.

Son zamanların popüler kavramlarından "Nudge" tekniğini, ilk defa The London School of Economics and Political Science'daki (LSE) bir ekonomi-politik dersinde duymuştum. Prof. Richard H. Thaler ve Prof. Cass R. Sunstein tarafından bu konuda yazılmış bir de kitap var: "Nudge, Improving Decisions about Health, Wealth and Happiness". İşin özü şu; insanlar sağlık, refah ve mutlulukları için seçimlerini kendilerinin yaptıklarını, kararlarını kendilerinin aldıklarını zannederler. Aslında kararları veren akıl, insanlara seçenekleri sunan ve onlara seçim yaptıklarını zannettiren, görünmeyen kişi öznesidir. Yani bildiğimiz dayatmanın, manipülasyonun ve çok daha fazlasının daha modernize edilmiş ve kibarlaştırılmış hali, şu Nudge denilen şey!

Az, daha çoktur

O halde uyanık olmak için sormamız gereken soru şudur? Bizi, sürekli olarak rahatsız edici bir huzursuzluğa, mutsuzluğa, tatminsizliğe, tüketimin esiri olmaya kimler, neden mahkûm etmek istiyor? Farkında olmadan kulu kölesi olduğumuz şey, gerçekten de bahsedilen ekonomi/bilim dini mi? Veya sanki ona karşıymış gibi olan, ama aslında aynı döngünün sadece biraz daha gri tarafında kalan bir modernite yansıması, bir modernite kırıntısı olarak minimalizm mi? Minimalizmin en temel anlamı ile bize söylediği şu: "Az, daha çoktur" anlayışı ile temel ihtiyaçlarınızı karşılayın, sade yaşayın, esaretten kurtulun ve bu şekilde huzura ve mutluluğa erişin ki, hayatlarınız anlam kazansın! Nesneler, kimliğinizi tamamlayamazlar, bunu bilin. İtibar, ayrıcalık, üstünlük ve farklı olmak gibi duygulara erişmenin yolu da az tüketmekten geçmeli. Minimalizmi alternatif bir yaşam tarzı olarak sunanların daha yalın bir yaşam sürmek adına dayanak noktaları; (1) insan kaderini kendisi tayin edebilir, (2) insan özgürdür, (3) insan kişisel tatminini başka hiçbir şeye gerek olmadan kendi öz kontrolu vasıtasıyla sağlayabilir, (4) insanın maneviyatı, çevre ile olan ilişkileri ve kendi kişisel gelişiminde hümanizma esastır.

Bu noktada, özellikle 2008 sonrasında yaşanan dünyadaki ekonomik krizlere bağlı olarak, minimalizmin popülerlik kazandığını belirtmekte fayda vardır. Bu popülerliği isterseniz, yumurta kapıya dayandıktan sonra diye okuyalım. Çünkü iklim değişikliğinin (küresel ısınma), çevrenin kirlenmesinin, doğal ekosistemdeki canlılara karşı merhametsizliğin ve onların yaşam haklarına saygısızlık edilmesinin tüm kaynakları hızla ve geri dönülemez şekilde bir sona doğru sürüklediği düşünülen bir süreçte ortaya çıkması, samimi bir çabanın değil, bir tür çaresizliğin göstergesi gibi. İşte tüm akımlarda olduğu gibi, minimalizm de, insanın politik aklına ve çıkarına dayalı bir anlayış olarak çıkıyor karşımıza. Görüldüğü üzere modernitede, hayatın anlam kazanması için insanın kendisinden daha düşük şeyler ile bir eşdeğerlik ve bunun üzerinden seçme veya seçmeme özgürlüğü söz konusudur.

Erdemli bir dünya için

Farabi'nin El Medînetü'l- Fâzıla adlı eserinin on beşinci babında yer alan hususlarda ifade edildiği gibi; insanlar, varlıklarını sürdürmede pek çok şeye muhtaç bir tabiata sahip olarak yaratılmışlardır. Bu sebeple insanların ihtiyaç duyduğu şeyleri temin etmek için yardımlaşarak bir araya gelmeleri, toplanmaları gerekir. Bu toplanma hali, erdemli bir toplanmadır. Mutluluğa ulaşmayı sağlayan şeylerde bütün şehirleri yardımlaşma içerisinde olan ulus, erdemli bir ulustur. Bütün ulusların mutluluğa ulaşması için birbirleriyle yardımlaşmaları durumunda, ancak erdemli bir dünyadan bahsetmek mümkündür.

Referansının Allah'ın kitabı ve Resûlü'nün sünneti olması sebebiyle esasını vicdan, merhamet, akıl, adalet, paylaşma, kardeşlik, cömertlik, doğruluk, dürüstlük, ilim, eğitim, sanat, üretim ve liyakat gibi değerlerin oluşturduğu Ahilik'in; (1) iyi, doğru ve güzelden yana taraf olması, (2) insana, hayvana, çevreye verdiği değer ile bu emanetleri sömürmeyen yönü, (3) manen ve maddeten her insana verilen kapasiteye ve kadere olan inancı, (4) memnuniyetsizlik ve kibir ile arasına mesafe koyması, (5) ihtiyaçtan arta kalanı paylaşan doğal minimalist (salt kelime anlamı bakımından) yapısı, (6) yetiştirdiği kamil insanlar ile erdemli bir toplum oluşturmayı hedeflediği söylenebilir. Örneğin, Topkapı Sarayı'na bakıldığında göze çarpan ilk şey mütevaziliktir. Ecdadımızın, Avrupa'daki pek çok saraydan daha büyük saraylar yapmaması bu anlayışla ilgilidir. Dönemin çalışma koşullarında insanların, daha ağır işleri bedenen yapmak zorunda olmaları ve insana eziyet etmenin günah olduğuna inanılması bu yönde tercih yapılmasının temel nedenlerindendir. Çünkü, insanı kıymetlendiren referans Allah'u Teala'dır.

Hakk'tan gelip Hakk'a gideceğine inanan, dünya malına minnet etmeyen, helal lokmasının ihtiyaçtan arta kalanını paylaşan bir milletin evlatlarıyız. Geleneğimiz bize zaten anlamlı bir hayat sunmakta ve bunun için gerektiğinde vazgeçmeyi, terk etmeyi bilmemizin gerektiğini bize anlatmaktadır. İşte, "ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız", diyen Ahilik'in kurallarındaki gibi hırs kapısının kapatılıp kanaat ve rıza kapısının açılmasına, cimrilik kapısının kapatılıp lütuf kapısının açılmasına, tokluk ve lezzet kapısının bağlanıp riyazet kapısının açılmasına günümüzde de gayret edilmelidir. Aksi taktirde, içimizde hep daha fazlasını isteyen şeytanımızı Müslüman edecek gücü nasıl bulacağız? Çünkü aslen mal da, mülk de O'nundur. Yine kelime anlamı itibarı ile söyleyecek olursak, bundan daha anlamlı bir minimalizm olur mu? Bırakalım da son sözü Yunus Emre söylesin:

"Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi,

Mal da yalan, mülk de yalan,

Gel biraz da sen oyalan!"

[email protected]