Mısır Türkiye olur mu?

Halime Kökçe/[email protected]
8.12.2012

1928 yılında Müslüman Kardeşler Hareketi’ni kuran Hasan El Benna, İhvan’a hitaben, “Kardeşlerim! Siz ne bir hayır kurumu, ne bir siyasi parti ne de sınırlı amaçları bulunan yerel bir teşkilatsınız.


Mısır Türkiye olur mu?

 Aksine sizler bu milletin kalbindeki, ona Kuran’la hayat verecek yeni bir ruhsunuz ve Peygamber’in mesajını hatırlatmak için yükselen güçlü bir sessiniz...” diyordu. Hareket kısa sürede güçlendi ve hem ülkenin sömürge düzenine karşı çıkan sesi oldu hem de ciddi bir iktidar alternatifi. O dakikadan itibaren de yasak ve baskıya maruz kaldı. Fakat İhvan’ı Ortadoğulu tüm diğer İslami hareketlerden (Türkiye’yi kıyas dışı tutarsak) farklılaştıran ve Mısır’ı aşıp toplumun Sünni ağırlıklı olduğu diğer İslam ülkelerine de yayılmasına yol açan sebep, kurulduğundan beri siyasallaşmayı öne alması ve bir sivil toplum hareketi olarak hareket etmesi olmuştur. Ne bir siyasi parti, ne bir hayır kurumu ne de bir okuldu; hepsiydi İhvan.

Müslüman Kardeşler kendi tarihi içinde iktidarın yedeğinde olmakla da suçlandı, iktidarın dini kontrol ettiği merkez olan Ezher tarafından “Ortaçağ teröristi” olarak ilan edilip karalandı da.

Mısır’ın modernleşme tarihi Türkiye’nin modernleşme tarihine biraz benziyor. Osmanlı’nın son döneminde başlayan Tanzimat modernleşmesi ve merkezileşme politikaları Mısır’da Osmanlı valilerinin Mısır’ı modernleştirme ve Mısırlılaştırma çabalarına paralellik arzeder. Sonrasında ise katı bir sömürgecilik dönemi ve Batıcı modernleşmenin ortaya çıkardığı elit kesim. İhvan tüm bu siyasi yönelimler içinde yerli bir karşı duruş geliştirdiği için köylerden şehir çeperlerinde yaşayanlara kadar toplumun tüm dezavantajlı kesimlerine irşad ve yardım faaliyetleriyle ulaşabildi. Anti sömürgeci diğer hareketlerden farkı yerliliği ve dini referansıydı.

‘Devrimi biz yaptık ama elimizden alındı’ diyen kesim, Mısır modernleşmesinin Mübarekçi elitleriyle mücadele eden ama sonuçta Tahrir Meydanı’nı dolduran asıl kitlenin Müslüman Kardeşler olduğunu kabul etmek istemeyenler.

Mısır’ın çobanları ve elitleri

Ve işin fenası, demokratikleşmenin sancılarıyla artık önü açılmış demokratik kurumlar aracılığıyla mücadele etmektense ‘Mübarek artığı’ vesayetçi elitlerin yanında hizalanmayı tercih ediyorlar.

Taha Özhan Mısır’da devrim sonrası süreci ve son gelişmeleri okurken şu tespiti yapıyor: “Mısır ‘sancılı bir demokratikleşme’ ile ‘askeri-yargı vesayeti’ opsiyonları arasında hiç şüphe etmeden birinci opsiyonu tercih etmelidir. Zira birincisinin ismi ‘siyasal türbülans’ olup kısa sürede çıkış ihtimali kuvvetlidir. İkincisinin ismi ‘bürokratik oligarşi’ olup Mısır’ın yıllarca mahkum olacağı Mübarekizmin önünü açabilir.”

 “Mursi’nin yaptığını diktatör yapmaz” dedikleri hareket ise vesayet kurumlarının anayasa yapımında elini zayıflatmak, bir yol kazasının önüne geçmek. Taha Özhan, Mursi’nin bu noktada geri adım atmamsının önemine vurgu yapıyor ve “Mursi eğer aldığı kararlardan geri dönerse sadece halkı tarafından kendisine aktarılan siyasi sermayeyi yastık altı etmekle kalmaz; Mısır oligarşisine yenilmiş bir onursal cumhurbaşkanına dönüşür” diyor.

Sedat Rahmi Yılmaz’ın yazısı ise Kürt sorununu konuşurken İslam’ın araçsallaştırıldığından bahisle “Türklük ve Kürtlüğü İslam’la olan organik bütünlüğü içinde mahkûm eden ve birbirinden yalıtılmış kuru birer etnik âbideye dönüştürmeye çalışan müdahale o kadar güçlü ilerliyor ki kendini İslam görenler de Türk ve Müslüman sayanlar da sonuçta âbidevi Kürtlük imgesi karşısında zaafa düşüyor, hidayeti yeni teslimiyetlerde aramaya başlıyorlar. Bu zayıf mahcubiyet bir aczi mi yoksa derin bir kopuşu mu ima ediyor?” sorusunu soruyor.

Yusuf Tekin benzer çerçevede PKK’nın nasıl olup da söylemsel bir üstünlük kurduğunu ve naif bir insan hakları duruşunun bu değirmene su taşıdığını sorguluyor. Hak-Par Genel Başkanı Kemal Burkay ise Turgut Özal’ın zehirlendiği “bu ülkenin son 60 yılının derin devlet ve onun vurucu güçleri olan Kontrgerilla-Ergenekon, JİTEM ve benzeri devlet içinde devlet olan yasadışı suç örgütlerinin eylemleriyle örülü” olduğunu hatırlatıyor ve bu yapıyla mücadelenin devam etmesi gerektiğini ifade ediyor.

İyi haftalar....