Mısır’a Afrika ile sahip çıkmak...

OSMAN ŞAHİN Yazar
31.08.2013

Mısır konusunda Afrika Birliği’nin desteği AB desteğinden daha önemlidir. Diktatörlüklerle yönetilen Afrika halklarına Mısır’ın yeniden dahil olması Afrika toplumlarını endişelendirmiştir.


Mısır’a  Afrika ile sahip çıkmak...

Mısır, Suriye, Lübnan, Irak ve Libya’da meydana gelen katliam olayları mercek altına alındığında, bütün bu düzensizliğin Osmanlı’nın dağılmasından sonraki günlere kadar gittiğini görürüz. Bugün Mısır ve Suriye’de bir türlü durdurulamayan şiddet olayları Osmanlı otoritesinin ne kadar hayati fonksiyonlar icra ettiğini göstermektedir. Gelişen olaylar, bu otoritenin yok edilmesiyle İslam aleminin ne hallere düştüğünü göstermektedir. Emperyalist ülkeler, Hilafetin yerine (Papalık gibi sembolik de olsa) bir otorite kurdurmadılar. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) bu boşluğu dolduracağını zannetmek de yanıltıcıdır. Çünkü İİT halklara bağlı bir organizasyon değil. Tamamı anti demokratik yollarla iktidarı ele geçiren kralların, alteslerin, şeyhlerin, emirlerin izdüşümü bir kuruluş. 17.8.2013 tarihinde gece bir TV kanalında İİT Genel Sekreteri (GS) İhsanoğlu, Mısır’daki katliamla ilgili olarak hiçbir ülkenin olağanüstü toplantı için kendisine müracaat etmediğini beyan etmesi Türk Milletini sükutu hayale uğrattı. Gençliği Kahire’de Nazım Hikmet’in kitaplarını Arapça’ya tercüme etmekle geçmiş olan GS’in bu açıklaması sadece CHP tarafından destek buldu. GS hiçbir inisiyatif kullanmadı. (Suriye politikalarında İsrail’in İran ile aynı çizgiye gelmesi gibi Mısır’daki darbe konusunda da CHP, Suudi Krallığı ile  aynı çizgiye geldi). GS’in üzerine vazife değilken, Mısır’ın güvenliğinden sorumlu bir cunta albayı gibi Müslüman Kardeşler’i bir yasadışı örgüt gibi anlatması ve yeraltına çekilmeleri durumunda çıkacak sıkıntıları dile getirmesi, Suudi gazetelerinin etkisinde kaldığını göstermektedir. Birliğin tüzüğü kendisinin inisiyatif kullanmasına izin vermiyormuş. Oysa selefi olan Nijeryalı Dr. Hamid El Garib 90’larda Bosna ve Gazze katliamlarıyla ilgili olarak sert tepki gösterir ve İKO üyesi ülkeleri toplantıya çağırırdı. Türk Hükümetinin uzun uğraşlar sonucu üye ülkelerin desteğini alarak İİT Genel Sekreterliğine seçtirdiği İhsanoğlu’nun her vesile ile CHP’nin değil kendisini oraya aday gösteren Türk Hükümetinin Mısır ve Suriye konusundaki politikasına paralel bir açıklama yapması beklenirdi.

Mısır kan ağlıyor. Mısır’daki dirlik ve düzene bir uğursuzun nazarı değdi. İsrail’in Maarif Gazetesi “Kahraman Sisi” manşetiyle yayın yapıyor. Bu durum, Mısır yönetiminin dünyada yalnızlaştığını, Nil sularına battığını ve timsahlardan medet ister hale geldiği anlamına gelmektedir. Bütün dünya biliyor ki İsrail Mısır için dost bir ülke olamaz. Kurt kuzuya yar olur mu? Bir Mısırlı asker için en büyük aşağılanma ülkesinin İsrail’in payandalarıyla ayakta durma mücadelesi vermesidir.  O Mısır askeri ki, soyları Orta Asya’dan getirilen ve Maide Suresinin 54. Ayetinin iltifatına mazhar Halifeliği Fatımilerden devralan Türk asıllı Memlüklere ve Osmanlı (Yavuz Sultan Selim) ordularına dayanmaktadır. Kuranın bu övgüsüne Arap olmayan milletlerden sadece “Devlet el Turkiyye” olarak da anılan Memlükler ve Osmanlılar mazhar olmuşlardır. Yavuz Sultan Selim’e saldırılar boşuna değil. 

Bilindiği üzere, bu tür insanlık suçlarını durdurmak için müeyyide uygulayacak yegane uluslararası kuruluş BM’dir. 16.8.2013 tarihinde BM’den çıkan karar bir insanlık faciası idi. Katliamı protesto dahi edemediler. Toplantı sonuç bildirgesini açıklayan Arjantinli kadın, kendi ülkesi adına katliamları kınamakla yetindi. Demek ki kendi yaranı kendin saracaksın.

Mısır’ın yeri başka

Arap ve İslam Dünyasında Mısır’ın ayrı bir yeri vardı. İslam ve bazı Afrika ülkeleri Mısır’ın politikalarına önem verirdi. Afrika ülkelerinin çoğu BM’de oylarının rengini Mısır’a bakarak belirlerdi. Mısır adeta Arap Dünyasında ve Afrika’da gayri resmi oluşturulan blokun lideri konumundaydı. Mısır’a bu kadar yüklenmenin arkasında bu psikolojik gücü kırma gayretleri de var.  Zira, Mısır’da çıkacak bir karmaşa veya iç savaşın etkileri bütün İslam Dünyasını derinden yaralar. Türkiye ile Mısır arasında ihtilaf çıkarmanın arkasında da bu psikolojik gücü zaafa uğratma gayretleri var. Umulur ki hem Mısır hem Türkiye Hükümeti bu oyunların farkına varır ve sefirlerini karşılıklı olarak tekrar görevlerinin başına gönderir. Zira elçilere kriz günlerinde daha çok ihtiyaç var. İhtilaflı olduğunuz bir ülke ile sırrınızı ancak kendi elçiniz -veya özel elçiler- vasıtasıyla karşı tarafa iletebilirsiniz. Türk Hükümeti de, Celal Bayar politikalarını bir kenara bırakıp, Mısır’daki yangını söndürmek için itfaiyeci bir diplomasi geliştirir ve darbelerin uzun senelere yayılan zararlarını elçisi vasıtasıyla Mısırlılara anlatır.

1950’lerde, bir ayağı İstanbul’da olan ve Türkçeyi de güzel konuşan Mehmet Ali Paşa’nın torunu Kral Faruk ve diğer Mısır hanedan mensupları İtalya’ya sürülmüş, yerine halkın iradesine dayanmayan sosyalist diktatör Albay Abdunnasır getirilmiş. Kral neden İstanbul değil de İtalya’ya sürgüne gönderildi? Türkiye’den sığınma talebinde bulundu mu? Bu konuda, olayın görgü tanıkları da hala hayatta olmalarına rağmen herhangi bir bilgiye ulaşılamamaktadır. Oysa Hanedanın İstanbul’da köşkleri mülkleri ve en önemlisi dilini bildiği komşuları vardı. Öyle görünüyor ki hanedanlara karşı alerjisi olan o zamanki yöneticiler Kralı kabul etmedi. 

Türkiye ile Mısır arasındaki siyasi ilişkilerin tarihi geçmişine baktığımızda, inişli çıkışlı bir grafik karşımıza çıkar. Mısır’ın Nasır zamanında sosyalist bloka yönelmesi gerginliği iyice arttırmış ve 1952-1962 yılları arasında elçilikler kapatılmıştı. Mısır ile diplomatik ilişkilerimizin gerilmesinin diğer sebepleri de Türkiye’de hHlifeliğin kaldırılmasının Mısır tarafından da şaşkınlıkla karşılanması, İsrail’in İslam coğrafyasının orta yerinde kurulması ve Türkiye’nin İsrail’in kuruluşundan sonraki süreçte Mısır ile diplomatik ilişkileri kesip İsrail ile geliştirmesi olmuştur. Sanki, düzelen ilişkilere konjonktürel duruma göre gizli bir el çomak sokmaktadır. Elçiyi geri çekmek, farkına varmadan bu oyuna gelmek demektir. 

Başbakan Erdoğan’ın yoğun diplomatik girişimleri, olayların seyrini değiştirir mi şimdilik bilinmemektedir. Daha doğrusu akan kanı durdurmak için Başbakan nasıl bir yöntem izleyecek? Mısır muhalefeti nezdinde Başbakan Erdoğan’ın aracılığı destek bulabilir. Bu konudaki aracılık girişimleri Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığından istifa eden Baradey vasıtasıyla olumlu sonuçlar verebilir. Türk Hükümetinin BM, İİB, ABO gibi kuruluşlar nezdindeki girişimleri Mısır askeri idaresiyle kirli ilişkiler kurma hesapları içinde olan Batılı yönetimleri de olumlu yönde etkileyebilir.  

Türk Hükümetinin ABO ülkeleriyle birlikte darbeyi kınaması Mısır’ın ABO nezdinde eski ağırlığını bitirmiştir. Türkiye, Mısır politikasında yalnız değildir. Mısır konusunda Afrika Birliği’nin desteği AB desteğinden daha önemlidir. Zira Mısır bir Afrika ülkesidir. Diktatörlüklerle yönetilen Afrika halklarına Mısır’ın da dahil olması bütün Afrika toplumlarını endişelendirmiştir. 

Askeri darbeler Mısır’ı ekonomik yönden Ermenistan’ın gerisine düşürdü. Günlük 1 Dolar ücretle insan çalıştıran bir ülke dünyada kalmış mıdır? Süveyş Kanalı’ndan geçen gemilerden alınan ücretler, bereketli Nil suları ve turizm gelirlerine rağmen, Mısır’ın Suudi Arabistan ve diğer kurak körfez ülkelerinin yardımlarıyla ayakta durmaya çalışması ülkenin bugüne kadar hırsızlar tarafından idare edilmediğinin açık bir göstergesidir. Zaten bir Arap atasözü “Mısırlıya elini uzatma yenin gider” sözü sanırım milli servetlerin yöneticiler tarafından halka dağıtılmaması sebebiyle söylenmiş bir sözdür. Mısır halkı da Türk halkı gibi kendileri hakkında sahnelenen oyunların farkına varmıştır. Kavgalar bu uyanışa engel olma kavgasıdır. 

Mısır ile siyasi ilişkilerimiz ilk olarak gerilmiyor. İslam Dünyasında Türkiye’nin gücünü modernleşme, devrimler ve darbelerle zayıflatan karanlık güçler, Mısır’ı Ortadoğu’da bizim nüfuz alanımızı daraltmak için yamacımıza konuşlandırmışlar ve verdikleri ekonomik desteklerle bölgenin söz dinlemez ülkesi haline getirmişlerdir. Mısır’ın 4. Firavun’u Enver Sedat, halkın olumsuz görüş bildirmesine rağmen Camp David’te İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi olmuştur. Hatta İsrail ile dostluğu o kadar ileri seviyelere götürmüş ki Nil Nehrinin yüzde 1’ini İsrail’e vermeyi vaad etmiş ve halka danışmadan yaptığı bu hatasını milli gün törenleri sırasında Halid İstanbuli isimli bir Mısırlı asker tarafından kurşunlanarak canıyla ödemiştir.

Firavunların tahtı

Mısır ile sınırımız olmadığı için Suriye gibi komşu olmaktan kaynaklanan herhangi bir meselemiz de yoktur. Bilindiği üzere, masada çizilen sınırlarda komşu olan ülkelerle sınır taşları (demarcation)  gibi sorunlar bütün ülkelerde yaşanmaktadır. Suriye bu ülkelerdendir ve sınırı masa başında çizilmiştir. Anadolu’daki Ermenilerin Suriye’ye göç etmeleri sebebiyle, Türkiye aleyhindeki örgütler kendilerine Suriye’deki Ermenilerden de destek bulmuşlar ve Suriye adeta Türkiye aleyhtarı faaliyetlerin karargahı haline gelmişti. Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı sürecinde bölgede yerleşik bazı Sünni olmayan unsurlar Hatay’ın Türkiye’ye terk edilmemesi için Fransızlar nezdinde girişimlerde bulunmuşlardı. Bu fitne günümüzde fırsat buldukça ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden Suriye’yi Mısır’la aynı bölgesel politika eksenine koymamak lazım. Suriye’deki Ermeni varlığını daima göz önünde bulundurmak Türkiye’nin Suriye politikaları açısından önem arz etmektedir.

Mısır’da darbecilerin halka yaptığı zulüm vahşet boyutuna varmıştır. Bir zamanlar Firavun da tahtına oturacak bir çocuğun doğacağını kahinlerden haber alınca o yıl bütün çocukları öldürmüştü. Ancak bu öldürmeler makamını korumaya yetmemişti. Erdoğan’ın, “gün gelir bugünkü Mısır despotlarına da hesap soracak bir Musa çıkar” beyanları Mısır’da yankı bulmuştur.

[email protected]