Mısır’da demokrasi ve darbe çatışıyor

Tarık El-BEŞRİ El Şuruk Gazetesi Yazarı
20.07.2013

Askeri darbeyi yapanın bundan vazgeçmesi neredeyse imkânsızdır. Çünkü darbecinin kaderi, yaptığı darbenin kaderine bağlıdır. Darbeci gücün ısrarına karşı bazı sorunları atlatmak adına anayasal demokrasiden ödün verenler, demokrasiyi sürekli tehdit eden bir rejime önayak olacaklardır.


Mısır’da demokrasi ve darbe çatışıyor

30 Haziran 2013 olaylarıyla başlayıp 3 Temmuz askeri darbesiyle zirveye ulaşan bu zor günlerin tartışma konusu şüphesiz Müslüman Kardeşlerin yönetimde kalıp kalmaması meselesi değildir. Asıl mesele 25 Ocak devrimiyle ortaya çıkan Anayasal Demokratik Rejim meselesidir. Acaba Mısır bu yeni rejimi korumalı mı? Yoksa daha yolun başındayken askeri darbeyle onu ortadan kaldırarak onlarca yıl sürecek yeni otoriter yönetimi mi benimsemeli?   3 Temmuz gününden itibaren cereyan eden olaylara baktığımızda kendimizi silahlı kuvvetler genel komutanı ve savunma bakanın bazı siyasi ve dini simaları yanına alarak başlattığı bir silahlı kuvvetler operasyonu karşısında bulmaktayız. Temiz ve özgür bir referandum yoluyla halkın % 63.6 sının desteğini almış anayasanın bu operasyonla askıya alındığını, yine Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin gözetiminde yapılan temiz ve özgür seçimlerin ardından seçilen yasal cumhurbaşkanın görevden alındığını görmekteyiz. Buna karşın darbeci komutanın kendi tayin ettiği geçici cumhurbaşkanına zaman sınırlaması olmaksızın yeni anayasayı belirleme ve hükümeti oluşturma yetkisini verdiğini müşahede etmekteyiz. Yine darbeyle görevden alınan cumhurbaşkanının tutuklandığına şahit olmaktayız. Öyle ki Mısır’da anayasanın olmadığı ve yönetim biçiminin ne olduğu bilinmeyen bir ülke konumuna geldik.  Soru: Bu bir askeri darbe değil ise, peki askeri darbe nedir? Durum yalnızca İhvan yönetiminin devrilmesiyle alakalıdır diyenlere verilecek cevap: Mevcut yeni anayasaya göre parlamento seçimleri zaten yakın bir tarihte yapılacaktı. Hatta muhalefet,  seçim kararının iptaline yönelik itirazda bulunmamış ve mahkeme de bunu kabul etmemiş olsaydı, seçimlerin haziran başında yapılması ve yeni parlamentonun görevine başlamış olması gerekiyordu. Bu durumda bile söz konusu engeller çözülmek üzereydi ve yasalar ile seçimler çok yakında tamamlanacaktı.  

Darbe değilse ne?

Hal böyle iken İhvan’ın seçim sonuçlarını kendi lehine garanti altına almak için devlet organlarını ele geçirdiği gibi bir iddiada bulunulamaz. Çünkü mevcut askeri darbe, devletin yönetim mekanizmalarının, güvenliğinin ve baskıcı gücünün, İhvan’ın elinde olmadığını göstermiştir. Zaten oluşacak yeni parlamentoda sandalye çoğunluğunun İhvan dışı partilerin elinde olacağına, bu zor yönetim deneyimi sırasında İhvan’ın elde ettiği halk desteğinin azalmasından ötürü kesin gözüyle bakılmaktaydı. (İhvan, 2011 sonunda en çok halk desteğini aldığında parlamentonun yüzde 40’ın altında sandalyeye ulaşmıştı. İhvan’ın cumhurbaşkanı adayı ilk turda oyların yüzde 25 ini, ikinci turda ise Ahmet Şefik’le kıyasıya mücadele sonucunda yüzde 51.7 sini alabildi). Dolayısıyla halk desteğini kaybetmeye başlayan İhvan hareketinin, gelecek seçimlerde hükümeti tek başına kurma veya ağırlığı ellerinde tutma gibi bir şansa sahip olmadığını söyleyebilirim. Öte yandan 3 Temmuz 2013 darbesiyle askıya alınan 2012 anayasası, meclisin desteklediği hükümete ülke yönetimini ve politikalarını belirlemede neredeyse tam yetki vermekteydi.  Hükümetin yetkileri cumhurbaşkanının yetkilerinin çok çok üzerindeydi. Yani bu anayasa ülke yönetiminde hükümeti cumhurbaşkanının üzerine çıkarmakta ve çoğu karar yetisini hükümete devretmekteydi.   Tüm bu saydıklarım anayasayla ve anayasadan kaynaklanan barışçıl kurumsal uygulamalarla hayata geçecek hususlardı... Lakin olmadı. Zira silahlı kuvvetler anayasanın işlemesine engel olmak ve ülkeyi yeniden anti-demokratik ve anti-anayasal bir sürece çekmek için müdahalede bulundu.  30 Haziran gösterileriyle halkın isteği üzerine silahlı kuvvetlerin harekete geçtiğini söyleyenler olabilir. Hatta bu gelişmeleri 25 Şubat 2011 devrimine benzetenler de olabilir. Ancak bu benzetmenin doğru olamadığını ve ‘Kıyas-ı Batıl’ olduğunu söyleyebilirim. Çünkü 25 Ocak olayları tek bir siyasi hareketti ve halkın tümü tek bir talep etrafında kenetlenmişti. O da; Hüsnü Mübarek ve ekibinin yönetimden uzaklaştırılması ve özgürlüklerin olduğu demokratik bir rejimin ikame edilmesiydi. Tüm halkın aynı talebi dile getirmesi durumunda, ayrılığın ve ihtilafın olmadığı bir meselede halkın talebine cevaben silahlı kuvvetlerin harekete geçmesi haklı görülebilir.  

25 Ocak farklıydı

Ancak 30 Haziran’da halk ikiye bölündü. Bir kısım kitle, seçilmiş cumhurbaşkanı ve hükümetine karşı Tahrir meydanında toplanırken, diğer bir kısım kitle Rabiat’ül Adeviyye meydanında seçilmiş cumhurbaşkanına ve hükümetine destek için toplandı. İki gurup arasındaki bu tür gösterilerin ve taleplerin tek çözüm mercii yalnızca anayasal çerçevede yapılacak seçimlerdir. Dolayısıyla silahlı kuvvetlerin müdahale ederek meseleyi gruplardan birinin lehine neticelendirme yetkisi yoktur. Silahlı kuvvetler burada partizan davranmıştır. Bir siyasi grubun karşısında başka bir siyasi gruba destek çıkmıştır ki buna yetkisi yoktur. Çünkü halkın genel çıkarlarını ve milli güvenliği sağlama görevinden uzaklaşarak, kendisine yasak olan bu tür politikalara tevessül etmiştir. Yani Ordunun bir partiyi diğerine tercih etmesi ve iç politikalarda taraf tutması bir darbe eylemidir. 

Aslında bizler yönetime gelmiş Müslüman Kardeşler ile ona muhalefet edenlerin kavgasına tanıklık etmiyoruz. Çünkü bu kavga, her halükarda 2012 anayasası gereği parlamento seçimleriyle ve halkın desteğiyle ortaya çıkacak yeni hükümetle çözülebilirdi. Seçim sonuçlarına göre de cumhurbaşkanın yetkileri sınırlandırılabilirdi.  Ancak bizler demokrasi ve anayasayı doğrudan ilgilendiren bir kavgaya tanıklık etmekteyiz. Silahlı kuvvetlerin son darbesiyle bu kavgayı başlattığını görmekteyiz. Zira askeri kanat, Müslüman Kardeşlerin muhaliflerini kullanarak 25 Ocak devriminin ruhunu ve anayasal demokrasiyi ortadan kaldırma girişiminde bulunmuş ve ülkeyi yeniden zalim otoriter rejime teslim etme yoluna gitmiştir. Bana göre silahlı kuvvetlerin kendisi ve emir altındaki askerleri bu kurgunun dışındadırlar. Çünkü askerler emir komuta gereği kamu kurumlarını ve mallarını korumak için kışlalarından çıktılar. Bir askeri darbe yapmak için değil. Onların niyeti 30 Haziran protestolarını bahane edip ülkeyi tahrip etmek isteyenleri engellemekti. Ancak silahlı kuvvetler komutası askerin kışla dışında olmasını da fırsat bilerek Mısırlıların arzuladıkları anayasal demokratik rejimi ortadan kaldıracak siyasi altyapıyı oluşturmayı başardı. Ancak darbeci komutan, anayasayı askıya almak ve cumhurbaşkanını görevden almakla başında bulunduğu bakanlığın meşruiyetini ve kendi yetkilerini de ortadan kaldırmış olduğunun farkında değildi.    

Kavga İhvan’la değil

İnsanlar bilmelidir ki şu anki mücadele İhvan’ın yeniden yönetime getirilmesi mücadelesi değildir. Anayasayı ve demokratik sistemi savunma mücadelesidir. İnsanlar saflarını belirlerken, Müslüman Kardeşler ve muhalifleri arasında tercih ettiklerini zannetmesinler. Çünkü demokratik rejimle otoriter rejim arasında tercih yapılmaktadır. Bu iki görüşü birbirine yakınmış gibi göstermeye çalışanlara sesleniyorum. Birçoğu benden bu şekilde konuşmamı ve katkıda bulunmamı istedi. Onlara diyorum ki; Şu an bir sarmalın içerisindesiniz. Askeri darbeyi yapanın bundan vazgeçmesi neredeyse imkânsızdır. Çünkü darbecinin kaderi, yaptığı darbenin kaderine bağlıdır. Darbeci gücün ısrarına karşı bazı sorunları atlatmak adına anayasal demokrasiden ödün verenler, demokrasiyi sürekli tehdit eden bir rejime önayak olacaklardır. Böyle yapılması halinde,  Türkiye, Latin Amerika ve Afrika’da onlarca yıl yaşanan tecrübeler bize  en ufak bir siyasi krizde darbe zihniyetinin yeniden hortlayacağını göstermektedir.   Allah Mısır’ı bu gidişattan korusun.  Ve Allah’a hamdolsun...   

NOT: Tarık El Beşri: Mısırlı ünlü hukukçu ve yargıç. Mısır’da Danıştay Eski Başkan Yardımcısı. Tüm siyasi tarafların saygı duyduğu “akil insan”, aydınlar arasında “entelektüel yargıç” olarak bilinir. Mısır siyasi tarihi üzerine kaleme aldığı çok sayıda kitabı var. Mübarek sonrası ilk anayasa komisyonu başkanlığını yaptı. Makale 10 Temmuz 2013 tarihli el Şuruk gazetesinde yayınlandı.