Mısır’daki darbe ve ilk günahın yükü

Prof. Dr. Burhanettin Duran - İstanbul Şehir Ünv.
13.07.2013

Kitleleri meydanlara dökebilmenin “demokratik” meşruiyetini sandığın karşısına koyanlar yakın gelecekte demokrasi tartışmasında kaybeden tarafı oluşturacaklardır. İslamcılar iktidarın elde edilmesi için sandığın yegane araç olduğunu büyük bir mağduriyet ve haklılık içerisinde seslendireceklerdir.


Mısır’daki darbe ve ilk günahın yükü

Tahrir Meydanı’nda 25 Ocak 2011’de Mübarek yönetimi devrildiğinde Mısır’a ve bölgeye demokrasi dalgasının gelmesi çoşkuyla karşılandı.  Kısa sürede, otoriter bir yönetimi devirmekte birleşen aktörlerin kendi aralarında uzlaşamadıkları ve demokratik bir sistemi inşa etmenin ne kadar sancılı bir süreç olacağı görüldü. Devrimde birleşen liberal ve İslamcı güçlerin arasındaki iktidar mücadelesinin eski rejimin devamı olan unsurların tasfiyesini engelleyeceği ve bu unsurların tekrar iktidara gelebilecekleri 30 Haziran 2012 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıktı. İhvan’ın adayı Muhammed Mursi’nin yüzde 51 ile cumhurbaşkanı seçilmesine rağmen eski başbakan Ahmet Şefik’in yüzde 49 oy alması eski rejimin unsurlarının gücünün bir göstergesiydi.

Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanlığına 3 Temmuz 2013’da Genelkurmay Başkanı Abdul Fettah el-Sisi’nin ilan ettiği darbeyle son verilmiş olması ise demokratik dönüşümün sancılı bir süreç ve gelgitlere açık olduğunu gösterdi.  Bu darbeyle Mısır’da ve bölgede yeni bir döneme girildi. İktidar mücadelesinde kasabadaki tek oyun sandık değil. Ya da sandık sonuçlarından memnun olmayan kesimler devrimi tamamlama iddiasıyla orduyu göreve çağırabilirdi. Bu olayın en vahim yanı demokrasiye geçiş sürecinde ortaya konan ilk sandığın oluşturduğu iktidarın meydan siyaseti ile devrilmesidir. Konu sadece İhvan’ın iktidardan uzaklaştırılması değildir. Sandıkla ilk defa seçilen bir cumhurbaşkanının ordu eliyle devrilmesinin ilk günahıdır. Mısır’daki liberal kesimler ve ordu bu ilk günahı boyunlarında taşıyacaklar. Geçici cumhurbaşkanı Adli Mansur’un açıkladığı yol haritasına göre 7 ayda Anayasa değişikliği ve genel seçim, 9 ay sonra cumhurbaşkanlığı seçimi yapılsa/yapılabilse bile bu günahın sonuçları uzun süre etkili olacaktır. Adeviye meydanında katledilen 55 Mısırlı’nın yanısıra İslamcı hareketlerin seçimlerden ümitlerini keserek radikalleşmeleri ihtimali de bu günahın sonuçları arasındadır.

Darbe üzerine üç tez

Bu darbenin İslami hareketler ve bölgeye etkilerini tartışmadan önce sebepleri ve anlamı üzerinde durmak isabetli olacaktır. 

Mursi’nin 1 yıl gibi kısa bir sürede hem de kendi atadığı üst düzey askeri komuta tarafından devrilmesinin sebepleri ve anlamı üzerine üç tane tez tespit etmek mümkün. 

Bu tezlerden ilki Mursi’nin iktidarını konsolide edemediği için devrildiğine ilişkindir (Mohammed Ayoob). Mursi’nin büyük hatası ordunun otonomisini korumasına müsade ederek uzlaşma siyaseti yürütmesinden kaynaklanmıştır. Bu teze göre Mursi iktidarının başında sahip olduğu meşruiyet ile başta itibarı düşük olan orduyu sıkı bir sivil kontrole almalıydı. Ordu zaman içinde itibarını toparladı. Mursi, uzlaşma için muhalefetten yanına aldığı bakanlar ve danışmanlar tarafından ilk önce terkedildi. Yine, İhvan’dan bir iç işleri bakanı atayarak polisi sıkı bir denetime almalıydı. 

Darbe üzerine ikinci tez, Mursi’nin ve İhvan’ın iktidarda gittikçe otoriter ve dışlayıcı bir tutum aldıkları için devrildiklerine ilişkindir. Kötü bir ekonomik performansla birleşen bu “otoriter yönetim” dışladığı elitlerin Mısır halkını harekete geçirmesiyle yıkılmıştır. 

İhvan’ın başarılı olması durumunda bölgesel düzen ciddi bir sorgulama ile karşılaşacaktı. Özellikle petrol zenginliğini elinde bulunduran Arap rejimleri ciddi meşruiyet krizleri ile uğraşmak zorunda kalacaktı. 

Sandıktan aldığı güçle herşeyi yapabileceğini zanneden Mursi olağanüstü yetkileri kendinde toplamış ve liberallerin katılmadığı dışlayıcı bir süreçle Anayasa hazırlamıştır. Batı ve Mısır medyasında sıklıkla dillendirilen bu tez seçilmiş bir cumhurbaşkanına yapılan darbenin suçunu yine onun üzerine yüklemiştir. Devlet kadrolarının İhvan taraftarlarınca doldurulmasını da (İhvanlaşma) sorunun bir parçası olarak gören bu tez “sandık herşey değildir” söylemi ile darbeye meşruiyet üretmeye yönelmiştir.

Darbenin sebepleri üzerine üçüncü tez ise Mursi ve İhvan’ın daha başından itibaren başarısız kılınmak için tecrit edildiklerine ilişkindir (Mohamad ElMasry). Buna göre Mursi söylenenin tersine muhalefeti yönetime katabilmek için çaba harcadı. Muhafetteki partilerden çok sayıda kişiye bakanlık hatta başbakanlık önerdi ancak birçoğu Mursi’nin yalnızlaştırılması amacıyla reddetti. Ağustos 2012’den itibaren Mursi ve İhvan’a yönelik bir dışlama politikası başlatıldı ve Kasım 2012’den sonra da İhvanlaşma iddiası çok yaygınlaştı. Özellikle Mübarek döneminden kalma medya bu tecrit siyasetinde ve otoriterleşme suçlamalarında çok önemli rol oynadı. Ayrıca, “Mursi’nin sadece İhvanı temsil ettiği” ve “Mısır’ın Mursi tarafından satıldığı” iddialarının propagandası konusunda özel bir işlev gördü. Piramitlerin ve Süveyş Kanalı’nın Katarlılara satıldığı iddiası bile medya üzerinden insanların zihnine işlendi. Yargı da bu yalnızlaştırma politikasının destekçisi oldu. En sonunda da ordu ve polisin bunlara katılmasıyla Mursi karşıtı elit koalisyonu oluştu. Selefi Nur Partisi’nin liderliğinin ikna edilmesi ile de İhvan’ın yalnızlaştırılması İslamcı tabana da genişletilmeye çalışıldı.

Resmin farklı yerlerini okuyan bu üç tezin de gözden kaçırdığı şey Mübarek sonrası Mısır’ın demokratikleşme sürecinin (Anayasa’nın yapım süreci, seçim usulleri ve yargı kararları) başından itibaren kötü yönetilmiş olduğudur. Anayasanın hızlı bir şekilde hazırlanması, işleyen ve adil bir seçim yasası çıkarılmadan seçimlere gidilmesi gibi hatalar bu süreci yaralamıştır (Nathan J. Brown). Yine bu süreçte yer alan aktörlerin neredeyse tümünün performansının sorunlu olduğu ortadadır. Devrimin yükselttiği beklentileri karşılamanın ve ekonomiyi toparlamanın zorluğu biliniyordu. Başarısızlığı Mursi’ye ve İhvan’a fatura etmek haksızlık olur. Medya, muhalefet, yargı ve askerin Mursi’yi tecrit ettiğini gözardı etmemek gerekir. Bununla birlikte İhvan’ın bu tecrit siyasetini kıramadığı ve hegemonik hale gelen “otoriterleşme” propagandasına karşı bir söylem oluşturamadığı da vurgulanabilir. Bütün bu tespitlerin hepsinin ötesinde önemli olan şey Mısır’daki bu darbeyle demokrasi-otoriterlik-İslamcılık arasındaki ilişkiye yönelik tartışmanın doğası değişmektedir.

Tunus, Mısır ve Fas’ta islamcıların iktidara gelmesi islamcılık-demokrasi arasındaki ilişkiyi tekrardan gündeme getirmişti. Mursi’nin bir yıllık iktidarında liberal muhalefeti eklemleyemediği ve yetkileri kendinde toplayarak gittikçe Mübarekleştiği iddiaları yeni bir tartışmayı daha başlattı: İslamcılar sandık güçlerine dayanarak çoğunlukçu bir otoriterlik üretmektedirler. Bu tartışma devrim sonrası demokratikleşmenin zorlu bir süreç olduğunu göstermekten ziyade seçimle iktidara gelen islamcıların meşruiyetini sorgulamaya yöneldi. Mısır’daki darbenin kendisini dayandırdığı haklılık temeli bu otoriterlik iddiasına dayanmaktadır. “Demokrasi için sandık yeterli değildir” söylemi çoğulcu ve azınlıkların haklarını koruyan bir demokratik yapının zorunluluğu için kullanılmıştır. 

Ancak Mısır’daki sözkonusu sivil destekli darbe bu tartışmanın seyrini değiştirmektedir.  Demokrasi için sandığın yeterli olmadığı söylemi sandığın sadece ordu tarafından belirlenen aktörlere açık olduğu “liberal” bir vesayeti meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Uzun yıllar İslamcıları demokrasiyi kabullenmemekle suçlayanlar bu defa sandığın iktidar mücadelesini kimin kazandığını belirleyen yegane usul olduğunu unutuyorlar, unutturmaya çalışıyorlar. Yerleşik bir demokraside olması gerekenleri hatırlatırken en temel umde olan sandığın sonuçlarının yok sayılması demokrasi teorisinin hiç bir kısmına dahil edilemez. 

Kitleleri meydanlara dökebilmenin “demokratik” meşruiyetini sandığın karşısına koyanlar yakın gelecekte demokrasi tartışmasında kaybeden tarafı oluşturacaklardır. İslamcılar iktidarın elde edilmesi için sandığın yegane araç olduğunu büyük bir mağduriyet ve haklılık içerisinde seslendireceklerdir. Mursi yönetimini otoriterlik ve dışlayıcılık ile suçlayanlar daha dışlayıcı ve hızlı bir seçim süreci yönetmek zorunda kalacaklar. Yeni Anayasayı yazarken bu defa Mısır’ın en örgütlü gücü İhvan’ı dışarıda bırakacak bir siyaset yürütmekteler. Cumhurbaşkanı Mansur’un ilan ettiği Anayasa bildirgesindeki yol haritasının darbeyi destekleyen koalisyon ortakları tarafından bile kabul edilmemesi Mursi sonrası dönemin istikrarsızlığına işaret etmektedir. Bu yeni “liberal” otoriterliğin İslamcı hareketler üzerindeki etkisine bakmadan önce Ortadoğu’da değişen dengelere değinmek yerinde olacaktır. 

İstikrarsız güç mücadelesi

Tahrir Devrimi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni güç dengelerini ortaya çıkarmıştı. Mısır’daki olası İhvan’ın başarısı ve ortaya koyduğu demokratik tecrübe Suudi Arabistan da dahil Körfez bölgesindeki rejimleri dönüştürecekti. Bu yeni darbe ve sonrasında yaşanacaklar da bölgenin kaderini derinden etkileyecektir. Sivil destekli bu darbenin destekleyicileri arasında Körfez ülkelerinin olması bir raslantı değildir. Arap devrimleri dalgasını geri çevirmeye matuf bu destek sadece Selefi Nur Partisi’nin darbe koalisyonuna katılması ile sınırlı değildir. Yeni yönetime Suudi Arabistan ve Kuveyt 5’şer milyar dolarlık, Birleşik Arap Emirlikleri 2 milyar dolarlık yardım sözü verdi. IMF’nin de kredi ve yardım fonlarını harekete geçirmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Muhammed Baradey’in cumhurbaşkanı yardımcılığına, Hazım el-Biblavi’nin başbakanlığa getirilmesi ile yaratılan hava Mursi döneminde gelmeyen yatırımı Mısır’a çekmeye yöneliktir. Gündelik tüketim hayatını rahatlatmaya ve ekonomiyi toparlamaya çalışacak yeni yönetim ABD ve Körfez ülkelerinin desteğine şiddetle ihtiyaç hissetmektedir. İhvan’ı oyun dışında bırakan bir siyasetin bu hedefleri gerçekleştirmesi hiç kolay değildir. Meydan siyasetini Mısır’daki diğer aktörlerden daha iyi yapabildiğini gösteren İhvan’ın muhalefeti arzulanan istikrarın zor olduğunu düşündürmektedir.

Mısır’da darbenin başarılı olması Tunus ve Fas’ta da sıkıntılar yaşanmasına yol açabilecek bir etkiye sahip. İhvan’ın sivil direnişi ile darbenin başarısız olması durumunda, zayıf bir ihtimal olsa da, yeni bir demokratikleşme dalgası da başlayabilir. 

Mısır’ın istikrarsız olması bölgede otoriter Arap rejimlerine bir süre daha nefes aldırabilir. Yine bu darbe Esed rejimine nefes aldırabilecek ve muhaliflere karşı daha sert olabilecek bir fırsat üretmiştir. Mursi’nin tasfiye edilmesi İsrail’in de menfaatlerine uygun bir ortam yaratmıştır. 

Bölgesel denklemler açısında bakıldığında Suudi Arabistan ve İran’ın mezhepçi, kutuplaştırıcı siyasetine karşı Türkiye ve Mısır’ın demokrasi temelinde oluşturduğu hattın zayıfladığı söylenebilir. S. Arabistan’ın özellikle petrodolar ve Selefiler üzerinden Mısır siyasetinde etkili olacağı görünmektedir. Bu da Ortadoğu’da düzenin yeniden kurulması anlamındaki rekabetin derinleşmesi demektir. İran ve S. Arabistan’ın kutuplaştırıcı siyasetlerini dengelemek Türkiye için daha zor olacaktır. Mursi’nin iktidardan düşürülmesi Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiasını zayıflatan bir mahiyet taşımaktadır. Mursi’nin seçilmişliğine ve darbenin gayri meşruluğuna en büyük vurguyu Türkiye’nin yapması hem ilke hem de stratejik çıkarlar açısından anlamlıdır. 

Bununla birlikte toplumsal örgütlenmesi güçlü olan İhvan Mısır’daki siyasi denklemden tümüyle çıkarılamayacağı için Türkiye, Mısır ile birlikte çalışmanın yeni yollarını da bulacaktır. Mısır’da darbenin getireceği yeni siyasi denklem İhvan’ın muhalefetini karşılamakta zorlanacaktır. Bu yüzden onu da siyasal sürece dahil eden ara çözümlerin bulunması sözkonusu olduğunda Türkiye devrede olacaktır.

Mısır’daki darbenin en fazla etkili olacağı konulardan birisi bölgedeki ve Mısır’daki İslamcı hareketlerin nereye evrileceğidir. İslamcıların demokrasi deneyiminin başarıya ulaşması Ortadoğu ve Afrika’da büyük değişimin ilk adımı demekti. İhvan’ın başarılı olması durumunda bölgesel düzen ciddi bir sorgulama ile karşılaşacaktı. Özellikle petrol zenginliğini elinde bulunduran Arap rejimleri ciddi meşruiyet krizleri ile uğraşmak zorunda kalacaktı. Tunus ile başlayan devrimler Arap dünyasında artık referansın halk ve seçimler olduğunu ortaya koymuştu. Mısırdaki İslamcı demokratik tecrübe bunu pekiştirecek ve bir zihniyet sıçramasına dönüştürecekti. Bu darbeyle böylesi bir dönüşümün ertelendiğini söyleyebiliriz. Ancak bu erteleme bir tür sosyal mühendislik projesi olarak tasavvur edildiği için olumlu sonuçlanmayacaktır.

Bu darbenin başarılı olması İslamcı örgütlerde demokrasiye yönelik olumsuz duyguların siyasallaşmasına yol açabilir.  El Kaide gibi radikal örgütlerin “demokrasi, sandık, seçim Batı’nın oyunu. Seçim kazansak bile bizi iktidar yapmazlar” söylemini gençler arasında yaygınlaştırmasına alan açılmıştır. Bu duygu siyasetinin tutması durumunda bölgede radikal hareketlerin güçlenmesi ve güvenlikleştirmenin getireceği demokratikleşme kaybı sözkonusu olacaktır. 

Bütün bunlara rağmen, 85 yıllık geçmişinde otoriter yönetimle silahlı mücadeleye sapmadan mücadele edebilen İhvan’ın sivil itaatsizlik üzerinden yeni bir muhalefeti örgütlemesi sözkonusudur. İlk seçimlere girmesine müsade edilse de edilmese de Mısır’ın yakın geleceğinde İhvan’ın büyük bir yerinin olduğu milyonların Adeviye meydanına inmesinden bellidir. Zaten güçlü bir örgütlenmesi olan bu hareket kısa vadede kendisine yönelen tutuklamaların olumsuz sonuçlarını aşacak bir siyasallığı üretecektir. Selefilerin bir kısmının darbeden istifade ederek İhvan’ın yerini alacak bir siyasi başarıyı göstermesi zor görünmektedir. Mursi’nin uğradığı haksızlığa tepki olarak Selefi tabanın Adeviye meydanındaki sivil direnişe katılması İhvan’ın Mısır’da İslamcı gruplar üzerindeki gücünü devam ettireceğini düşündürmektedir. Eğer Mısır ordusu İhvan’a yönelik katliam ve baskı politikasını uzun süre devam ettirebileceği yanılgısıyla hareket ederse bu iç savaş demektir. Bu da tüm bölgenin etkileneceği bir şiddet sarmalının doğması anlamına gelir. Ancak Mısır’ın sadece Mısırlılara bırakılamayacak kadar önemli olduğunu da unutmayalım.

[email protected]